İ’tikâdî Kırılmalar ve Suskun Alimler

Resulûllah (s.a.v.)’in birçok hadis-i şerifinde defaatle vurguladığı ve en çok sakındırdığı Ahir zamanın belki de son dönemecine girdiğimiz bu yüzyılda, modernizmin seküler anlayışını “İslâmî” bir zarf içinde, dini bir ambalajla sunan oryantalistlerin,  mü’minlerin islâm anlayışını/algısını Batının istediği şekle/hale getirdiğini hep birlikte müşahede ediyoruz.

Ümmet-i Muhammed son yüzyılda, tarihinde görülmemiş İ’tikâdî kırılma yaşıyor. “Bu hale nasıl geldik, nasıl getirildik?” sorusunun cevabı kimilerine göre muamma, kimilerine göre ise aşikâr.

Üzerimizdeki atâletin, cehâletin, vurdumduymazlığın, bananeciliğin kendisini ciddi biçimde hissettirdiği bu yüzyıl, oryantalistlerin, modernistlerin İslâm’ı tahrif projesindeki son dönemeçleri.
Evet son dönemeçleri, çünkü amaçlarını büyük oranda gerçekleştirmiş ve meyvelerini toplamaya başlamış durumdalar; ümmet olarak birçoğumuz irtidât uçurumunun kenarlarında geziyor, bazıları ise çoktan aşağıya düşmüş vaziyette fakat farkında değil.  Birçoğumuz bin dört yüz yıl önce/boyunca Peygamber (s.a.v.)’den Sahabe’ye ve Selef-i Salihin’e ve bizlere kadar tevârüs etmiş olan Sahîh İslâm’ı hiç tanımayacak, hiç bilmeyecek şekilde bir zihnî erozyona mahkûm edilmiş durumda…

Neyi kaybettiğini bilmeyen, neyi arayıp bulması gerektiğini de asla bilemez/bulamaz… Kaybettiğinin farkında bile olmayanlar ise yanan köyün içinde taranan deli misâli…

Akla tanınan mutlaklık olgusu, kişiyi dönüp dolaştırıp ya irtidât uçurumunun başına ya da İ’tikâdî cinnetler sarmalının ortasına bırakıveriyor. Allah Teâlâ (c.c) tarafından kotalı ve sınırlı çalışma sistemiyle sınırlanmış halde insanoğluna verilmiş olan akıl, nassların, sahih nakillerin önüne geçirildiği vakit,  kişiyi –mesela- hadisleri çeşitli tevillerle ve gerekçelerle inkâr ettiği halde namazda “Sübhâneke” okuma çelişkisine sürükleyebiliyor.

Aklı mutlaklaştırıp Nass’ların önüne geçirmek, aklı ilahlaştırmak demektir. Aklını ilahlaştıran Modern Müslüman, Peygamber(s.a.v.)’in Tebliğ ettiği Kur’an’a sarıldığını iddia ettiği halde, Kur’an’ı Peygamber (s.a.v.)’in beyânı, açıklaması, öğretmesi söz konusu olduğunda bütün muhalefet sistemi alarm durumuna geçip adeta bir müsteşrik edasıyla, hadislerin naklindeki beşer unsurundan tutun da, modern çağa aykırı(!) oluşuna kadar, “Kur’an’a uymuyor(!)” söylemleri ve yerli modernistlerin de  süslü cümleleri eşliğinde, sadece Kur’an metninden/meâlinden müteşekkil bir din algısı/anlayışı ihdas etmeye çalışıyor.

Günümüzde bir kısım Hristiyanlar veya Yahudiler çıkıp ta “Sünnet/Hadisler uydurmadır, itibar etmeyiniz” dese ya da “Kader’e İman yoktur, İsa (a.s.)’ın Nüzûlü uydurmadır, Kur’an’ın birçok ayeti tarihseldir, İslâmda Mezhep yoktur, Tasavvuf sapkınlıktır, Müctehidler ve Muhaddisler yalancıdır, uydurmacıdır” deseydi biz bugün bu i’tikâdî kırılmadan bahsediyor olmazdık, çünkü ithamlar dışarıdan geldiği için Müslümanlar bunların hepsine sahip çıkardı. Fakat bu ithamları, iddiaları, özel olarak yetiştirip içimize saldıkları Tahsin efendilerle yani Mr. Nebitlerle ustaca ve süslü söylemlerle yaptıkları için Ümmet çabuk kan(dırıl)ıyor.

Bu modern arıza, ümmetin yaşadığı İ’tikâdî kırılmanın yalnızca bir boyutu, bir diğer boyutu ise, en önemli karakteristik özelliği Sahabe ve Ehl-i Sünnet düşmanlığı olan Şiâ tehlikesi ve kendisini Selefe nisbet ettiği halde birçok konuda Selef-i Salihine muhalefet eden Selefî/Vehhâbî ideoloji..

Bu tahrif projelerinin, tahrip ideolojilerinin mahiyetine, sebeplerine değil de, bizim köyün taranan delilerine değinmek maksadıyla bu yazımı kaleme aldım esasında; Ehl-i Sünnet bir toplumda yaşadığımız halde Sosyal Medyaya baktığımızda (ki bugün İslâm Müdafaası da, Tahrip/tahrif hareketleri de büyük oranda sosyal medya üzerinden yürütülüyor) bu İ’tikâdî arızalara sebebiyet veren ideolojilere karşı ciddî ve ilmî mücadele veren hocalarımızın, âlimlerimizin sayısı bir elin parmağı kadar maalesef…  Peki gerisi nerede ve ne yapıyor?

İçimizdeki Mr. Nebit’ler(1) çoğaldıkça Âlimlerde aynı oranda azalıyor. Medreseler bu ümmetin temel yapı taşlarını oluşturan müesseselerden birisidir elbette fakat yıllardır bu medreselerden bu i’tikâdî bidât akımlarına karşı durarak ümmeti istikamete sevk edecek âlimler hocalar (birkaç istisna dışında) maalesef çıkmıyor. Sebebi ise güncel bidât akımlara, modern tahrifatlara karşı savunma sistemini güncelleyememek yani Usûlid-Din ve Usûl-i Fıkıh ilimlerini güncellenmiş haliyle eğitim müfredatına dâhil edememek. İlâhiyat fakülteleri ise merhum Ali Fuat Başgil’in söylediği gibi, din âlimi yerine bol bol din tenkitçisi yetiştiriyor. Hasıl-ı kelâm Ehl-i Sünnet davasına emek veren, ömrünü adayan bir avuç kişi dışında bütün hocalar, ilim sahipleri  -tabir-i caizse-  uyuyor.

Allah Resûlü (s.a.v.)’in bildirdiği; “Allah Teâlâ kıyamet günü kullarını diriltir. Sonra âlimleri ayırır ve onlara şöyle hitap eder: ‘Ey âlimler topluluğu, ben ilmi size azap etmek için vermedim. Sizi bağışladım, cennet giriniz.”(2) hadis-i şerifinde bahsedilen; bu ümmet için gecesini gündüzüne katan, sağlığını, sıhhatini, yaşam konforunu bu uğurda feda eden malûm üç beş hocaefendiden başka, Sahîh İslâmı müdafaa edecek hoca, alim kalmadı mı bu memlekette ?..

Bu ümmetin içine düştüğü bu derin uçurumdan, bu i’tikâdî savrulmadan, ilim sahibi olan herkes mes’ûldür! Bırakın artık sosyal, akademik kimlikleriniz hakkında kaygılar duymayı, bırakın artık konforunuzu, sağlığınızı düşünmeyi!

Ehl-i Sünnet kalesi yanıyor, aklınızı başınıza toplayın ve ümmeti düştüğü yerden kaldırın artık ey ilim sahipleri!…

Yoksa, “Kim kendisinde Allah’ın rızası aranan bir ilmi sadece dünyalığa sahip olmak için öğrenirse, o kimse kıyamet gününde cennetin kokusunu bile duyamaz.”(3)  hadis-i şerif’inin muhatabı olmaktan kendinizi asla kurtaramayacaksınız!…


Şükrü Yaşar

Dipnotlar

1- Protestan bir babanın oğlu olan İngiltere doğumlu Mr. Nebit, 13 yaşına kadar sıkı bir Hıristiyan eğitimi alır. Zekâsının fevkalade olduğu fark edilince İslami ilimleri tahsil etmesi için 1834 yılında İstanbul’a gönderilir. İngiliz Sefiri tarafından teslim alınan Mr. Nebit, sefarette görevli Kavas (hizmetçi) Hüseyin Ağa’ya kimsesiz bir çocuk diye verilir. Çocuğa bakmasından dolayı sefaretin 5 lira da aylık ödediği Hüseyin Ağa, kimsesiz zannettiği Mr. Nebit’in adını Tahsin olarak değiştirir. Müslümanların Tahsin adıyla tanıdığı Mr. Nebit, iki yıl kadar kaldığı Hüseyin Efendi’nin yanında hem Türkçe’yi öğrenir hem de ilk eğitimini alır. Ardından Fatih Dersiamlarından Hopalı Ömer Efendi’ye teslim edilir. Müfredatta yer alan bütün kitapları okur. İlimde o derece mesafe alır ki, Müslüman öğrencilerin altından kalkamadığı soruları o çözer. Hopalı Ömer Efendi’den icazet alan Tahsin Efendi bir gün hocasına İngiliz Sefaretinde çalışmak istediğini söyleyince, “Evladım! Senin adın Şeyhülislamlık’ta, Fetva Eminliğinde geçiyor, sen ise İngiliz kâfirlerine memurluk yapmak istiyorsun.” cevabını alır. Müslümanlığında zerre kadar tereddüt edilmeyen Mr. Nebit, belli bir zaman sonra İstanbul’dan ayrılır ve İngiliz Hükümeti tarafından Müslümanların yoğunlukta olduğu Hindistan’a gönderilir.

Son iki asırda İstanbul, Kahire, İslamabad ya da Buhara’da Tahsin Efendi diye tanınan daha pek çok Mr. Nebit yetişti. Onlar Doğu ve Batı’da kurulan müstemleke okullarında İslami ilimler okuyup/okuttular. Müslüman çocuklara önce düşüncelerini aşıladılar sonra da doktora payeleri dağıttılar. Yakın dönemde ortaya çıkan modernist İslami anlayışlar tahlil edildiğinde onların bir türlü “Tahsin Efendilerle” irtibatlı oldukları görülecektir.

 2- Mecmâu’z- Zevâid, c.1.s.126, Taberânî, Kebîr.

3- Ebû Dâvûd, İlim 12. Ayrıca bk. İbni Mâce, Mukaddime 23

Şükrü Yaşar
Musellem.net yazarı..