Farz Olan Cilbabın Tanımı ve Cilbab Giymede Hür-Cariye Ayrımı

Kadın ve erkekten oluşan toplumu İslam’ın şekillendirmesi Allah’ın emrettiği hususlardandır. Kadının bir ibadet olarak tesettüre girmesi aynı zamanda toplumun da İslamî bir nizama kavuşması için elzem bir emirdir.

Ayet, Meal ve İzahatı

﴿يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ قُل لِّأَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَاءِ الْمُؤْمِنِينَ يُدْنِينَ عَلَيْهِنَّ مِن جَلَابِيبِهِنَّ ذَلِكَ أَدْنَى أَن يُعْرَفْنَ فَلَا يُؤْذَيْنَ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا

 “Ey Peygamber! Zevcelerine ve kızlarına ve Mü’minler’in kadınlarına de ki, üzerlerine cilbablarını sıkıca örtsünler/sarkıtsınlar. Bu, onların tanınmalarına ve eza edilmemelerine en yakın (en muvafık) bir sebebdir. Ve Allah en çok mağfiret edendir, çok merhametli olandır.” (Ahzap Suresi, 59)

 Allahu Teâla cilbab emri ile umumda ümmetin ictimai düzenini tesis etmeyi, hususta ise kadınların iffet ve şahsiyetlerini muhafaza altına almayı murad etmiştir. Sözlük karşılığı geniş elbise, büyükçe örtü[1] olan cilbab, Müslüman kadınlara giyilmesi emredildiği için ibadet telakki edilmelidir.

Ayet, cilbab emrine evvela Nebi (aleyhisselam)’ın hanımları ve kızlarından başlamıştır zira onlar diğer mümin kadınlara örnek ve öncü olmak makamındadırlar. Davet, davetçinin kendisinde ve ehlinde başlamadığı sürece başkasında semere vermez. Nübüvvetin olduğu ev emirlere ve faziletlere yapışmak konusunda diğerlerine göre öncü olmak durumundadır.[2]

Cilbabın Tanımı

Ayette geçen cilbab hakkında müfessirlerin bazıları şu şekilde tanım yapmışlardır:

  • Yüz ile elbiseyi örten milhafedir.[3]
  • İbn Abbas (radıyallahu anh)’dan gelen bir rivayete göre bir hacet için dışarı çıkılacağı vakit başörtüsü üzerinden atılan ve sadece tek bir gözü açıkta bırakan elbisedir.[4]
  • Normal elbiselerin üzerini kapatacak ve vücut hatlarını göstermeyecek bir örtüdür.[5]
  • Elbise üzerinden giyilen çarşaf, ferace, dış giysidir.[6]
  • Çok geniş ve uzun bir örtüdür. Kadın bununla başını örttüğü gibi yüzünü ve göğsünü de örterek ayaklarına kadar salar.[7]
  • Kadınlar cilbablarını bütün bedenlerini örtecek şekilde giyerler, bir parçasını da başörtüsü yapıp yüzlerini de örterler.[8]
  • İbn Sirin cilbabın manasını sorunca Abîde es-Selmânî, büyük bir çarşaf alarak onunla bütün vücudunu örttü. Başını da kaşlarına kadar kapatarak, yüzünü de tamamen örttü. Yalnız sol gözü açık kaldı. Böylece ayeti fiili olarak tefsir etti. [9]
  • “Celâbîb” kelimesi kadının normal elbise­lerinin tamamını kaplayan ya da bütün bedeni örten dış elbise (yani çar­şaf, abaye) anlamındaki “cilbab” kelimesinin çoğuludur. [10]
  • Gerçek şu ki cilbab; bütün bedeni örten ve vücudun kabarık (çıkıntı-kıvrım) kısımlarını göstermeyen örtüdür. [11]
  • Baştan aşağı örten çarşaf, ferace ve câr gibi kıyafetin adıdır. Kadınların elbiselerinin üzerine giydiği her çeşit giysidir. Tepeden tırnağa örten giysidir. Çarşaf ve peçedir. [12]

Müfessirlerin icma ettiği husus şudur ki, cilbab emri setr-i avret emrinden sonra geldiğinden cilbab, setr-i avreti sağlayan elbisenin üzerine örtülen dış kıyafettir.[13]

Nur Suresi’nin 60. ayetinde bahsedilen elbiseleri çıkarma izni de bu elbiselerin kıyafet üzerine alınan cilbab olduğu manasında olup, cilbabın dış kıyafet olduğu hükmünü teyit etmektedir:

“Artık evlenme ümidi beslemeyen, hayızdan ve doğumdan kesilmiş yaşlı kadınların zinetlerini göstermeksizin dış elbiselerini çıkarmalarında kendileri için bir günah yoktur. Ama yine sakınmaları onlar için daha hayırlıdır. Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.”

Bu ayetin tefsirinde bazı müfessirler açılmasına izin verilen başörtüsüdür, evlenme ümidi kalmayan yaşlı kadınlar kimselerin olmadığı yerde başlarını açabilir demişlerse de buna “Bunu yaşlı kadınlara özgü kılmanın anlam yoktur, genç kadınlar da yabancı kimsenin görmediği yerlerde başlarını açabilirler”[14] diye cevap verilmiştir.

Böylece varılan neticede Müslüman kadınların yabancı erkeklerin yanında bir dış elbise ile olmaları, cilbab olmadan çıkmalarının yasak olduğu açıktır. Hatta dışarı çıkmak için cilbabı olmayan bir kadının sorduğu soruya Nebi (aleyhisselam) tarafından verilen cevap cilbab olmadan dışarı çıkmanın yasak olduğunu teyit etmektedir:

“Ona din kardeşi kendi cilbabından giydirsin” [15]

Ayetin Nüzûl Sebebi

Medine-i Münevvere’de hür kadınlar da cariye kadınlar gibi örtünmedikleri için bazı münafıklar yolda gördüğü kadınları hür mü yoksa cariye mi olduğunu ayırt etmeden sarkıntılıkta bulunur ve mü’min kadınlara eziyet verirlerdi. İşte bunun üzerine Allah Teâlâ bu “Ey Peygamber! Zevcelerine ve kızlarına ve Mü’minler’in kadınlarına de ki…” âyet-i kerimesini indirdi.[16]

Nebi (aleyhisselam)’ın hanımları geceleyin bazı ihtiyaçları için dışarı çıkarlardı. Münafıklardan bazıları da onların önüne çıkar ve onları rahatsız ederdi. Nebi (aleyhisselam)’ın hanımları bu durumdan şikâyetçi olunca bunun üzerine o münafıklara bunu yapmamaları söylendi. Onlar: “Biz bunu sadece cariyelere yapıyoruz.” diyerek kendilerini müdafaa etmek istediler ve işte bunun üzerine “Ey Peygamber! Zevcelerine ve kızlarına ve Mü’minler’in kadınlarına de ki… âyet-i kerimesi nazil oldu.[17]

Âişe (radıyallahu anha)’nın rivayet edilen: “Hicab (emri) konduktan sonra Sevde ihtiyacını gidermek için dışarı çıktı. Boylu poslu bir kadındı ve onu tanıyan için bilinmemesi imkânsızdı. Ömer ibn Hattab onu gördü ve dedi ki: ‘Ey Sevde, Allah’tan korkmaz mısın ki bizden saklanmazsın. Baksana nasıl böyle dışarı çıkarsın?’ Bunun üzerine Sevde geri dönerek kaçındı, Rasûlüllah da benim evimde akşam yemeğini yiyordu. Elinde etli bir kemik vardı. Sevde yanına gelip dedi ki: ‘Ey Allah’ın Rasulü ben ihtiyacım için dışarı çıktım, Ömer bana şöyle ve şöyle dedi’. (bunun üzerine) ‘Allah Teâlâ ona bu âyeti indirdi. Etli kemik elinde duruyordu ve onu bırakmamıştı ve Rasûlüllah buyurdu ki’: ‘Allah Teâlâ ihtiyacınızı gidermek için size dışarıya çıkma izni verdi.”[18] Bu rivayet de cilbab ayetinin nüzul sebebi olarak kaydedilmiştir.[19]

Nüzûl Sebebi Bağlamında Cilbab Emrinde Hür-Cariye Ayrımı ve Cilbabın Tesettür İçin Olmadığı İddiası

Nüzûl sebebi rivayetleri incelendiğinde hür kadınların cariye zannedilerek münafıklar tarafından eziyet görmemesi için cilbab giymelerinin emredildiği görülmektedir. Bu detay üzerinden bazılarınca cilbab hür kadına ait bir örtü olarak kabul görmüş, cariyelerden onları ayıracak bir statü kıyafeti gibi düşünülmüştür. Bazı müfessirlerin yorumları da bu ayrımı pekiştirecek şekildedir:

“Hür kadınlar cariyelere benzememek için cilbablarına bürünerek sokağa çıkarlar.” ifadesi ile Taberî bu ayrımı gözetmektedir.”[20]

Son dönem tefsirlerde de bu ayrım zikredilmektedir: “Bu tesettür onların tanınmalarına, dağınık cariyelerden, adi kadınlardan vakar ve heybetle seçilerek hürmet edilmelerine ve dolayısıyla incitilmemelerine elverişli olan biçimdir.”[21]

Cilbabın yalnızca hür kadınlara ait bir kıyafet olduğunu teyit eden ve cilbabın bir statü kıyafeti olup, tesettür için olmadığını iddia edenlerin dayanağı sayılan argümanların başında şu tarihi vaka gelmektedir:

Hz. Ömer bir gün, Hafsa’nın evinden (bir rivâyete göre Hz. Peygamber’in eşlerinin evinden), üzerinde cilbâb olan, süslenmiş bir cariyenin çıktığını görür. Eve girerek çıkan cariyenin kim olduğunu sorar. Kendilerine ait bir cariye (bir rivâyette, falanlara ait bir cariye, bir rivâyette Hz. Hafsa’nın kardeşi Abdurrahman’ın cariyesi, diğer bir rivâyette ise Ebû Mûsâ el-Eş’ari’nin cariyesi Âkile) olduğunu söylerler. Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle der: “Siz insanları fitneye düşürmek için mi cariyelerinizi süsleyip sokağa bırakıyorsunuz.”[22]

Başka bir rivayette ise vaka şöyle anlatılmaktadır: “Muhacirlerden veya ensardan birine ait olduğunu bildiği bir cariye Hz. Ömer’in huzuruna girdi. Cariyenin üzerinde bir cilbâb vardı ve cariye bu cilbâbın bir kenarı ile peçelenmişti. Hz. Ömer ona; ‘Azat mı edildin?’ diye sordu. Cariye; ‘Hayır’ dedi. Hz. Ömer; ‘O zaman bu cilbab neyin nesi? At onu başından. Çünkü cilbâb inanan hür kadınlar için gereklidir’ dedi. Cariye bu emre uymadı ve bazı çirkin laflar sarf etti. Bunun üzerine Hz. Ömer kalktı ve cariyenin kafasına kırbacı ile vurdu. Cariye de cilbâbı attı.”[23]

Rivayetlerden birinde Hz. Ömer süslenen cariye için kızarken, diğerinde ise (başörtüsünün haricinde) cilbabla yüzünü örten ve kendisini hür kadın statüsünde göstermeye çalışan bir cariyeye kızmaktadır. Bu çelişkili rivayetler Hz. Ömer’in cariyelerin örtüsüz bir şekilde olmasını istediği manasında yorumlanamaz. Oğlu İbn Ömer’in cariyelerin ekseriyetle örtüsüz olmasını fakirlikten ötürü kıyafet bulamamaya bağlaması[24] ve Nebi (aleyhisselam) döneminde cariyelerin namazlarda hımar (başörtüsü) kullanması[25] cariyelerin de örtünmeleri gerektiğini ortaya koymaktadır.

Âyette cilbab giymeleri emredilen «mümin kadınlar» ifadesinin zahiri, hür kadınları da cariyeleri de içine aldığından cilbab hükmünde hür-cariye ayrımı yapmayan müfessirler de mecvuttur. Hatta cariyelerin hür kadınlara göre dışarıda daha fazla zaman harcamalarından ötürü fitne tehlikesi daha fazladır, bu yüzden cilbab emriyle onlar da muhataptır.[26]

Muasır müfessirlerden Sâbûnî de cariyelerin cilbabla muhatap olduğu görüşünü tercih ederek bu görüşün İslam’ın tesettürü emretmesindeki gayeye muvaffak olduğunu söylemiştir.[27]

Cilbab emrinde hür-cariye ayrımı yapmanın hem ayetin temel manadaki iffetsizliğe mani olmak gayesini perdelemekte olduğunu[28]  hem de İslam’ın genel maksatları açısından bir tutarsızlığa kapı araladığını söyleyebiliriz. Tutarsızlık ise; âyeti bu şekilde yorumlama, cariyelere taciz uygulanmasının meşru bulunduğu şeklindeki bir yanlış anlayışa yol açabileceğidir. Zira İslam’ın temel bakış açısı, bütün insanların- sorumluluk açısından bazı farklılıklar olsa dahi- herkesin kulluk bilincinin geliştirilmesi gerektiği şeklindedir.[29]

Cariyelerin cilbab giyme emrinden hariçte tutulmasını şu açıdan da anlayabiliriz: Cariyenin işinin tabiatı gereği sürekli dışarı çıkması ve çarşı-pazar dolaşması gerekmektedir. Eğer hür kadınlar gibi üst elbise giymeyle mükellef kılınsa idi ciddi bir meşakkate girmiş olacaklardı, bu yüzden cariyelerin cilbabtan muaf olduğu düşünülmüş olabilir.[30] Cariye kadınlarda kendileri açısından bir kolaylık oluştuğunda cilbâb giymelerinde bir mahsur yoktur.[31]

Bütün bunlarla beraber cariyelerin tesettürden muaf tutulduğu görüşü merkezde düşünülse dahi cilbab, bir statü kıyafeti olmayıp bizatihi tesettürü kaim kılmak için emredilmiştir.

Müfessirleri hür-cariye ayrımına götüren “أَن يُعْرَفْنَ / tanınmaları” ifadesini hür-cariye ayrımından, iffetli kadını kötü niyetli kadınlardan ayırıp tanımak olarak anlarsak, müfessirlerin ihtilafı da çözümlenmiş olabilir.

Müfessirlerin İcma Ettiği Cilbabın Şartları

  • Cilbab dar olup, vücut hatlarını belli etmemelidir:

Nebi (aleyhisselam) buyurdular ki: “Cehennemliklerden görmediğim iki kısım vardır. Biri, yanlarında sığır kuyrukları gibi kamçılar bulunup, onlarla insanları döven bir kavim. Diğeri, giyinmiş çıplak, sallanarak yürümeyi öğreten, kırıtkan, başları Horasan develerinin eğilmiş hörgüçleri gibi bir takım kadınlardır. Bunlar Cennet’e giremeyecek, onun kokusunu dahi duyamayacaklardır. Halbuki onun kokusu beş yüz yıllık yerden duyulacaktır.”[32]

Rasûlüllah’ın bunları görmemesi O’nun yaşadığı saadet devrinde bu iki küstah takımın olmamasından ötürü gelmektedir. İlk sınıftan murat zalimlerdir, kırbaçlarla eli altındakilere zulmeden idarecilerdir.

İkinci sınıf ise; vücudunun bazısını örtüp, bazısını açan; vucüt hatları belli olacak şekilde ince ve dar giyinenlerdir. Deve hörgücü gibi olması ise; sargı ile yahut saçlarını ense üstünde topuz şeklinde yükseltmeleri iledir.[33]

Ten rengini belli etmeyecek kadar kalın olduğu halde, vücut hatlarını belli eden dar kıyafetler tesettür değildir, giyinilmesi haramdır.[34]

  • İnce olup altını belli etmeyecek şekilde olmalıdır:

Esma binti Ebi Bekir (radıyallahu ahuma) üzerinde ince bir elbise olduğu halde Efendimiz (aleyhisselam)’ın huzuruna girdi. Efendimiz ondan yüz çevirdi ve buyurdular :

            “Ya Esma! Bir kadın baliğ olduğunda (hayız gördüğünde) şurası ve şurası hariç vücüdunun görünmesi doğru olmaz.’ diyerek elini ve yüzünü işaret etti.”[35]

  • Bütün beden ile beraber yüzü örtebilecek bir örtü olmalı:

Baştan aşağıya kadar inen ve alttaki (iç, günlük) kıyafeti belli etmeyecek şekilde kalın ve dökümlü, bol olmalıdır. Ayette geçen “يُدْنِينَ عَلَيْهِنَّ /üzerlerine sarkıtsınlar” ifadesi, kadının yüzünün ve elbiselerinin üzerinden bir örtüyü aşağı doğru sarkıtmaları şeklinde ifade edilmiştir.[36] Şayet baştan aşağı inen tek parça bir örtü kullanılmayacak, ferace gibi omuzlardan aşağısını örten bir dış elbise giyilecekse baş örtüsü, Nur Suresi 31. Ayette tarif edildiği gibi omuzları da örtecek şekilde göğsü de kapatmalıdır.

  • Örtünün kendisi bir ziynet olmamalı ve cazip renkli kumaşlar kullanılmamalıdır.

Zira Allahu Teala: Ziynetlerini açmasınlar. Bunlardan görünen kısım müstesna.” (Nur Suresi; 31) buyurmuştur. Ayetteki ‘görünen kısım’dan maksat elde olmadan ve göstermek kastı bulunmadan görünen kısımdır. Eğer örtülecek örtünün kendisi ziynet sayılabilecek renk ve görünüşte olursa ona hicab denile­mez ve böyle bir örtüyle örtünmek caiz değildir;[37] zira örtünmekten maksat ziynetlerin yabancılar tarafından görülmesini önlemektir.[38]

Yüzün Örtülmesi

Cilbab ayetinin hükümlerinden birisi de yüzün örtülmesidir. Yüz ziynetin ve güzelliğin aslı, fitnenin kaynağı olduğu için onun da yabancılara karşı örtülmesi zaruridir.

Şafi ve Hanbeli fukahası kadının yüzünün örtülmesi gereken bir avret olduğu hükmüne varmışlardır. Hanefi ve Malikiler ise kadının yüzünü avretten saymamışlardır.[39] Yüzün avret olmadığını söyleyenler ise, bunu iki şarta bağlamış­lardır. Bu şartlardan birisi, yüzün tabii durumunda bulunması (yani mak­yajsız olması), ikincisi fitneden emin olunmasıdır.

Şayet yüzün açılması fitneye sebep oluyorsa açılması haramdır. Şüphesiz asrımızda fitneden emin olunamaz. Bunun için Müslüman bir kadının şerefini korumak için yüzünü örtmesi farzdır.[40]

Hanefi ulemasının kahir ekseriyeti genç kadın erkekler arasında yüzünü açmaktan men edilir demişlerdir.[41] Hanefilerce yüzün avret olmaması, örtülmesine lüzum yoktur manasında değildir ki geride yüzün örtülmesinin vacib olduğunu görmüş olduk. Bununla beraber “Hanefi Mezhebi’nde, kadının yüzü avret değildir fetvası, namaz haricinde hatadır.”[42] diyerek yüzü avretten sayanlar da olmuştur.

Başın örtülmesi demek saçların örtülmesi demek değildir. Başta en mühim olanlar göz, yüz ve sözdür. Bunların yabancıya açık olmasının, pek mühim ve korkunç hadiselerin zuhur etmesine sebebiyet verdiği artık inkar edilemez. Öyle ise başını ört demek, yüzünü ört demektir.[43]

SONUÇ

 Ahzap Suresi 59. ayette Müslüman kadınlara eziyet görmemeleri ve saygın insanlar olarak tanınmaları için giymeleri emredilen cilbab, müfessirlerin ittifakı ile tüm bedeni elbiseler üzerinden örten bir dış örtü olarak anlaşılmıştır. İlk dönem müfessirler hür-cariye ayrımı için cilbabı hür kadınlara has bir örtü olarak zikretmişlerse de tercihe şayan olan ve İslam’ın iffeti ve muhafaza altında olmayı tüm kadınlara emretmesinden cariye kadınların da cilbabla mükellef olduğu anlaşılmaktadır.

Böylece cilbabın tesettür emri ile alakası olmayıp sadece statü belirleyen bir elbise olmadığı, bizzat tesettür için emredildiği anlaşılmış olmaktadır.


[1] Ebu’l-Fadl Cemaluddin Muhammed b. Mükerrem b. Manzur el-Mısrî, Lisânu’l-Arap, 1/272, (nşr. Dâru Sâdır, Beyrut).

[2] Muhammed Ali Sâbûnî, Revâiu‘l-Beyân Tefsiru Âyâti’l-Ahkâm, 2/372, (nşr. Mektebetu’l-Gazâlî, Dımaşk, t.y.).

[3] Ebü’l-Berekât Hâfızüddîn Abdullâh b. Ahmed b. Mahmûd en-Nesefî, Medâriku’t-Tenzil ve Hakâiku’t-Tevil, 3\45, (thk. Yusuf Ali Bedevi, Daru İbni Kesir, Beyrut, 2013).

[4] Ebü’l-Fidâ’ İmâdüddîn İsmâîl b. Şihâbiddîn Ömer b. Kesîr b. Dav’ b. Kesîr el-Kaysî, Tefsiru Kur’âni’l-Azim, 6/503, (thk.  Seyyid Muhammed Seyyid, Daru’l Hadis, Kahire, 2005)

[5] Ebü’s-Senâ Şihâbüddîn Mahmûd b. Abdillâh b. Mahmûd el-Hüseynî el-Âlûsî, Ruhu’l-Meâni fi Tefsiri’l-Kur’âni’l-Azim ve’s-Sebi’l-Mesâni; 12/88, (nşr. Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabiyye, Beyrut, t.y.)

[6] Ö.N. Bilmen, Kur’an-ı Kerim Tefsiri; 2832, (Bilmen Yayınları)

[7] Mehmed Ebu’s-suud el- İmâdi, İrşâdu’l-Akli’s-Selim, 6\504, (nşr. Dârü’l-Kütübi’l-İlmiye, Beyrut, 2010).

[8] Âlûsî, Ruhu’l-Meâni, 22/89.

[9] İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azim : 6\503.

[10] Vehbe Zuhayli, et-Tefsirü’l-Münir fi’l-Akideti ve’ş-Şeriati ve’l-Menhec, 11/401, (nşr. Risale, 2014)

[11] Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî, el-Câmi‘ li-Ahkâmi’l-Kur’ân, 14/244, (nşr. Daru’l-Kütübi’l-İlmiye, Beyrut, 2010)

[12] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, 6\392, (Azim yay., t.y.).

[13] Sâbûnî, Revâiu‘l-Beyân Tefsiru Âyâti’l-Ahkâm, 2\378

[14] Ahmed b. Ali  er-Râzî el-Cessâs ebû Bekir, Ahkâmu’l-Kur’ân, 3/33, (thk. Muhammed Sadık Kamhâvî, Dâru İhyai’l-Kitabi’l-Arabiyye, Beyrut, 1992).

[15] Buhâriî “Salat”; 2, “Hac”, 81; Ebû Dâvud, “Salat”, 249.

[16] Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, 19/182, (thk. Abdullah b. Abdulmuhsin et-Türki, Dar-u Hicr, Kahire 2001).

[17] Abdurrahman b. Ebu Bekir b. Muhammed Celaleddin es- Suyûtî, Lübâbu’n-Nukûl fi Ebabi’n-Nüzul, (nşr. Müessesetu’l-Kitabi’s-Sikâfiyye, Beyrut 1994, s.215; Dürru’l-Mensur fi’t-Tefsiri bi’l-Mesur, 12/140, (thk. Abdullah b. Abdulmuhsin et-Türki, Dâru Hicr, Kahire, 2003).

[18] Buhari, “Vudu” 13.

[19] Bedruddin Ebû Muhammed Mahmud b. Ahmed el-Ayni, Umdetu’l-Kâri Şerhu Sahihi’l-Buhârî, 2/434, (thk. Abdullah Mahmud Muhammed Ömer, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Lübnan, 2009).

[20] Tâberî, Câmiu’l-Beyân, 19/183.

[21] Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, 7/338.

[22] Abdurrezzâk Ebu Bekr Abdürrezzâk b. Hemmâm Abdürrezzâk es-San‘ânî, el-Musannef, 3/135-136, (thk. Habibürrahman A’zami, el-Mektebü’l-İslami, Beyrut, 1983).

[23] İbn Ebî Şeybe Ebû Bekr Abdullāh b. Muhammed b. Ebî Şeybe İbrâhîm el-Absî el-Kûfî, el-Musannef, 2/41, (thk. Ebû Muhammed Usame bin İbrahim Muhammed, el-Farukü’l-Hadise, Kahire, t.y.).

[24] Bkz. Ebû Osman Saʿid b. Mansûr b. Şuʿbe el-Horâsânî el-Cuzcânî, es-Sunen, 2/99, ( thk. Habiburrahmân el-Aʿzamî, Hindistan, 1982).

[25] Abdurrezzâk, el-Musannef, 3/134.

[26] Ebu Hayyân el-Endelüsî, el-Bahru’l-Muhît fi’t-Tefsîr, 7/240, (Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1993).

[27] Sâbûnî, Revâiu‘l-Beyân Tefsiru Âyâti’l-Ahkâm, 2/380.

[28] Bkz. Said Şimşek, Günümüz Tefsir Problemleri, Kitap Dünyası, Konya 2008, s. 304.

[29] Yahya YAŞAR, KSÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, “Ahzâb Sûresi 59. Âyetin Sebeb-i Nüzûl Rivâyeti Üzerinden Tarihselliği Meselesinin Analitik Tahlili (Kur’an Yolu Tefsiri Özelinde)”, s. 104, (89-128), 24 (2014).

[30] Sâbûnî, Revâiu‘l-Beyân Tefsiru Âyâti’l-Ahkâm, 2/379

[31] Muhammed es-Seyyid Tantavî, et-Tefsîru’l-Vesît, 7/275, (Daru’l- Maarif, Kahire 1993).

[32] Müslim, “Libas”, 53.

[33] Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Şeref b. Mürî en-Nevevî, Şerhu Sahihi Müslim, 7\363, (nşr. Daru’l-Hadis, Kahire, 1994).

[34] İbn Abidin Muhammed Emîn b. Ömer b. Abdilazîz el-Hüseynî ed-Dımaşkî, Reddu’l-Muhtar ala Durri’l-Muhtar, 9\604, (thk. Abdulmecid Ta‘mah Halebî, Daru’l-Marife, Beyrut, 2011).

[35] Ebu Davud, “Libas”, 34.

[36] Sâbûnî, Revâiu‘l-Beyân Tefsiru Âyâti’l-Ahkâm, 2\374.

[37] Ahmed b. Muhammed es-Sâvî el-Mâlikî el-Halvetî, Haşiyetu’s-Savi ala Tefsiri’l-Celaleyn, 3\318, (nşr. Daru’l-Hadis, Kahire, 2011).

[38] Sâbûnî, Revâiu‘l-Beyân Tefsiru Âyâti’l-Ahkâm, 2\385.

[39] Abdurrahmân b. Muhammed b. İvaz el-Cezîrî, el-Fıkhu ala Mezahibu’l-Erbaa, 1/ 153 (Darü’l-Hadis, Kahire, 2004).

[40] Sâbûnî, Revâiu‘l-Beyân Tefsiru Âyâti’l-Ahkâm, 2\385.

[41] İbni Abidin, Reddu’l-Muhtar, 2\97.

[42] Mehmed Zihni Efendi, Nimet-i İslam; sf : 987, (Huzur Yayınevi, 2012)

[43] Mehmed Zahid Kotku, Nefsin Terbiyesi, s. 352, (Server İletişim)