Hezeyanın sidre-i müntehasında bir grup: meâlistler

Bu yazıda size, ilki hiç olmazsa biraz daha mutedil, fakat ikincisi artık, tabir yerindeyse, yeni bir din icad ve ihdas etmiş olan meâlist “kardeşlerle” [ikincisine, “kardeş” dememeli miydim?] aramda geçen konuşma/diyaloglardan yola çıkarak bir kaç mülâhazamı arz etmek istiyorum. Meâlist deyişimi belki farklı mütalaalarla tenkit edecek olanlar çıkabilir ve fakat aşağıda böylesi bir tenkitin haksızlığı tebellür edecektir.

Humeynî’yi savunup Hazret-i Muaviye’ye ta’n eden, bütün sermayesi ceketinin iç cebine koyduğu meâlden alakâlı alâkasız birçok âyet “meâlini” peşisıra muhatabına okuyup sözüm ona “Kur’ân müslümanlığını” tervic(!) ettiğini söylediği hâlde, kendisine tevcih sûallere “bence” demek sûretiyle cevap veren filanca zâtın hezeyanlarını başka bir yazıya havale edelim. İhtimâl mezkûr zâtın da te’sirinde kalarak “meâlde din aradığı” intibaını tevlid eden hareketleri ile dikkat çeken bir Müslümanın hezeyanlarını anlatmak istiyorum evvelâ…

Bir mecliste, haftanın belirli günleri toplanıp evvelce belirlemiş olduğumuz filanca kitabı mütalea ediyorduk -belki üzerine “kendimizce” konuşuyorduk da denilebilir- ki ben, açıkça söylemeliyim, kitapları program bitiminde hediye ettikleri için ve orada “meâlin” nasıl “Kur’ân” gibi savunulduğunun, evvelce tanıdığım birkaç kişinin şahsında müşahhaslaştığını görmek, yeri geldiğinde ise, müdafaa sadedinde irâd-ı kelâm etmek için gidiyordum oraya.

Lafı pek uzatmayayım, bir gün yine toplanmış, Sezai Karakoç‘un “İnsanlığın Dirilişi” nâm kitabı üzerinde konuşuyorken, (samimiyetinden şüphe etmediğim hoca/muallim olan) bir zât, konunun da dağılması ile birlikte, “Fatih devrindeki (ve sonradan da gündeme gelmiş bulunan) kardeş katli mes’elesini”[1] anlayamadığından bahisle, moderniteye kapılan çoğu kardeşte kolaylıkla görebildiğimiz “asrın idrâkine nasıl söyleyeceğiz?” evhamını da gösteren birkaç itâle-i kelâm eyledi… Bunun üzerine, mes’elenin dinî veçhesini/hükmünü bir kenara bırakıp, Fatih’e, bu işi yapmayı intac eden âmilleri tadad etmek istediğimi söyledikten sonra, durumu izâh sadedinde birkaç kelâm ettim.

Bunun üzerine meâlist diye tâbir ettiğimiz o kardeş, gayet kendinden emin, gerile gerile konuşmaya başladı ve; “Öyle şey mi olur? Kur’ân’a göre böyle şey olmaz, olamaz!” sadedinde laflar söyledi; niyetim zaten “Bu olsun, bu olsun!” demek değil; hâdisenin, vuku’ bulduğu yüzyılın şartları ve başlıca âmiller gözönünde bulundurulmak sûretiyle konuşulması/tahlil edilmesi gerektiği idi. Ne ki, Kur’ân’a dayanıyorum edasıyle, bu kardeş konuştukça konuşuyordu…

Allah’ın hikmetine bakınız ki aynı hoca biraz sonra Hayrettin Karaman‘ın “Faiz ile alakâlı” fetvasını kabul etmediğini, edemediğini söyleyince, o meâlist kardeş;

“Şimdi, bir bakmak lazım, niye böyle bir fetva vermiş?” demesin mi? İnsanın aklına, Zaten içinde, “Ehli Sünnet ve’l-Cemaat”e karşı çıkma hastalığı bulunan kimseler arasında, kendisiyle çelişmeyen kimseyi görmedim.”[Nüzul-i İsa (Aleyhisselam) Meselesi, s.52] diyen merhum Kevserî’nin sözü geliyor doğrusu…

Tabiî, biraz önce o “mâlumatfuruş”luk taslayan kardeş, ihtimal Hayrettin Karaman‘ın da kendisine yakın bir fikrîyata sahib olduğunu düşünerek “müdafaa”ya başladı… Bunun üzerine bu müstekbire, “Kardeşim, Kur’ân-ı Hakim; “Ribâ (faiz) yiyenler, (kabirlerinden) ancak kendisini şeytan çarpmış (cin tutmuş, delirmiş bir) kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu (ceza) onların: “Alım satım da (zaten) faiz gibidir.” demelerindendir. Halbuki Allah, (hilesiz ve aldatmasız yapılan) alışverişi helal, faizi haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt gelir de (faizden) vazgeçerse geçmişteki (haram olmadan evvel aldığı) onundur ve (affedilme) işi Allah’a aittir. Kim de tekrar (faize) dönerse onlar ateş ehlidirler ve hep orada kalacaklardır. [Bakara Sûresi/275.Ayet] buyuruyor, Fatih dönemi kardeş katlini “Kur’ân’a uymuyor!” diyerek hemen reddederken, Allah Azze ve Celle’nin kesin olarak haram kıldığı faiz/ribâ hususunda neden müdafaa durumuna geçtin, dedimse de, o, sadece gülerek cevap verdi…

“Kem, küm, ııı, şey…”

İşte dostlar, meâlist olmaya görsün insan, hemen, “bence” diye başlayan cümlelerini “meâl” ile bir de te’kid etmeye çalışır, garipçe; kendi fikriyatını savunmak için onca sarih/kat’i hükümlere karşı gelebilir, garipçe…

Bu hatıra, meâlist diye tâbir ettiğimiz “topluluğun” hezeyanlarından sadece biri; belki, biraz sonra nakledeceğim “hezeyanlara” kıyasla çok daha ehven olanı…

Gelelim diğerine…

Kendisiyle mütemadiyen fikir teatisinde bulunduğum, fikirlerini büyük bir dikkatle dinlediğim, sürekli “aynı zeminde” duruyoruz diye düşündüğüm bir hocam (Allah selamet versin. Amin) merhûm Osman Turan‘ın vefatının 38. sene-i devriyesi münasebetiyle merhûmun şahsiyetini ta’dil ve bahusus Selçuklu Tarihi sahasında bir “otorite” olduğunu ihsas eden paylaşımlar yapmıştı sosyal medyada.

Evet, iş buradan sonra başlıyor. Şöyle ki, paylaşım(lar)ın altında, acaba Turan ile alakâlı müstefîd olabileceğim bir yorum, iktibas var mıdır, düşüncesiyle bakarken; “ama Kur’ân’a uymadı…” şeklinde ucu tamamen açık bir yorum gördüm. İlerledikçe daha galiz yorumlar da görsem de, mezkûr yorumu yapan zâta arkadaşlık istediği gönderip “Acaba başka ne fecaatleri var?” merakımı tatmin etmek istedim. Lafı uzatmayayım; bu beyfendiye, mezbur yorumunun esbâb-ı mucibesini sordum.

Kendisi, Kur’ân-ı Hakim’de, Maun süresinde;

“Vay haline! (Şöyle) namaz kılanların ki onlar, namazlarından (onun öneminden, gayesinden ve vaktinin geçtiğinden) gafildirler. Hem de onlar gösterişçidirler.
İyi tanınmak veya çıkar sağlamak için namaz kılarlar.
[Maun, 4-5-6.] ifade edilen, tehdidvâri âyetlerin Osman Turan‘ı da “içine” aldığını, zira onun “Kur’ân’a uymadığını” söyledi. Bunun üzerine merakım biraz daha arttı ve “Acaba kendisini yakinen tanıyor musunuz, bir münasebetiniz oldu mu?” diye sordum, “hayır” cevabını aldım.

Açıkça söylemeliyim ki, meâlistlerin “dünyasını tanımak”, kendilerince dahi olsun, bir “usûlleri” var mıdır, neyi, neye göre söylerler, bir tutar yanları var mıdır düşüncesiyle takip etmeye çalışıyorum rast geldikçe… Amma gördüğüm fecaatlerle her geçen gün “Bu kadar da nasipsizlik olur mu yahu?!” (da) diyorum kendi kendime…

Osman Turan‘ı tanımayan, eserlerini olsun, okumayan bir zât; “… Ama Kur’ân’a uymadı” diyebiliyor merhûm için. Delili ne? Maun süresinde (4.5.6. âyetler) ifade edilenler. Allah aşkına bir bilen varsa beri gelsin; bu ne demek? Tanımadığınız biri hakkında irâd-ı kelâm eyliyorsunuz, kendisinin “Kur’ân’a uymadığını” da ekliyorsunuz, bir siz ve sizin gibi düşünenleri (onların kaç kişi olduğu da Allah’a malum…) “Müslüman” addediyorsunuz…

Bir kaç hususu da konuştuktan sonra -ki o meseleyi müstakil bir yazıya havale edelim- bu beyfendi “irşad” niyetiyle neler neler dedi[2];

– bizim kurani namazımıza katılmak ister misin ?? hiç olmadık bi, bilgi edinmek için..

– O nasıl oluyor? Anlatabilir misiniz?  (Mesajını olduğu gibi dercediyorum)

– örneğin kurani akşam namazımız.. isra 78 de: dulukiş şems: güneşin ufukta kaybolmasından
gasakil leyl: gecenin oturmasına kadar güzelce namaz kıl= salat yap= duanı yap = kuranlı isteklerini yap der.. bu güneşin batmasından itibaren 70 dakikadır.. gecenin oturması= yıldızların tam çıkması halidir.. ve cemaatle kılınır.. akşam ezanından 30 dk. önce güneş ufukta kaybolmaktadır.. biz , abdestimizi alır- kıbleye döner, mutlaka cemaati oluşturur ( gelmeyen kardeşlerimizi arar ve zorlarız) kuranı anladığımız dille- güvenli bi mealden ( çantayın mealinden ) allahtan indiği sırada okuruz.. her ayetten sonra – o ayete uygun istekte bulunuruz.. ve o ayete uygun, övgü -saygı yaparız.. bu 70 dk. sürer.. yıldızlar tam çıktığı için namazdan çıkarız.. ve bakara 187 ye göre gece oturduğu için orucumuz açarız ve namazdan çıkarız..
sabah namazı da bunun simetriğidir.. isra 78 e göre.. sabah ezanında başladığımız namazımız, 70 dakika sonra namazdan çıktığımızda- güneş ufukta burnunu göstermektedir..
gece namazı , ferdi kılınan namazdır.. günümüz için en az 3, 5 saattir.. müz. 20.. kuranda , başkaca sınırları verilmiş olan ve adı anılmış olan namaz yoktur..
muh. ve ashab ı böle kılmıştır.. furkan 5- isra 78 le örtüşür . ayrıca müz 20.. zekeriya böle namaz kıldı:: 19/ 4 ve 11 davut böle namaz kıldı:38/ 18

Üslup ve yazının mahiyetine dair söylenecek söz çok olup, sahibini şiddetle te’dip etmek gerekirse de, Kur’ân “tek delil”dir dediği halde; “Muhammed ve Ashabı (Radıyallahu Anhum) da böyle yapardı” derken Kur’ân’dan gayrı hangi kaynağa itibar ediyor bu beyfendi, diye soralım biz! Üstelik, nasıl ki Kur’ân’ı bize bir nesil -gerek hafızasıyla, gerekse de metin halinde- “nakletti” ise, namazı, namazla alakâlı rivayetleri de onlardan ahzetmedik mi? Kur’ân’a göre konuşuyorum, demek kendi indî, zorlama yorumlarını kabul ettirmenin bir gerekçesi olabilir mi?!

Sonraları, bu beyefendiyi uzunca zaman takip ettim. Ne görsem beğenirsiniz? Kur’ân’a sonradan eklemeler yapıldığını, bunun ise bir takım matematiksel hesaplamalar neticesinde ortaya çıktığını ve kendisi ve cemaatinin bunu bildiklerini, Allah Teâla’nın ise mezbur matematiksel işlemlerle bu “eklemeleri” ifşa ettiğini gördüm mezkur mülhidin paylaşımlarda…

Şimdi sual şu; Kur’ân’ın etrafını (sünnet, sahabe kavli, müçtehid imamlar ilh…) tabir caiz ve yerinde ise türlü operasyonlarla “budadığınız” vakit, Kur’ân’da bir takım eklemeler (yahud çıkarmalar) bulunduğunu iddia etmenin önünde hangi engel kalır? Zira Kur’ân’ın muhkem ayetlerini dahi (hiçbir usüle dayanmadan) “bence” demek suretiyle izah ve tefsir eden bu gibi zevat da “Kur’ân” okuyor?

Üstelik Din-i Mübin-i İslâm’dan çıkarak…


Dipnotlar:

[1] Bu mesele ile alakalı faideli bir yazı için bak; https://www.musellem.net/siyasi-hukuki-ve-vicdani-yonleriyle-osmanlida-kardes-katli-uzerine/
[2] İktibaslara hiçbir şekilde müdahalede bulunmadım. Muhatabın gönderdiği mesajlar olduğu gibi nakledildi.