Dâr’ül Harp, Banka, Faiz ve Bir Rücû Hikayesi

Süleyman Efendi Hz’lerinin damadı olup O’nun ahirete irtihalinden sonra bânîsi olduğu din hizmetlerini müesseseleştirerek büyüten ve kendi vefatına kadar da bizzat idare eden merhum Kemal Kacar Bey , 1989 yılında Ilıcak’lara ait olup dönemin ana akım gazetelerinden biri olan Tercüman Gazetesinde Nazlı Ilıcak’a verdiği röportajda; kamuoyunda “Süleymancılar” olarak bilinen cemaatin kimliği , din ve tarikat telakkilerinin mahiyeti, hedeflerinin ve ilkelerinin ne olduğu, hizmet usulleri ve bu usulün Türkiye Cumhuriyetindeki siyasi ve idari düzen için tehdit teşkil edip etmediği gibi süallere net, aydınlatıcı, samimî ve dürüst cevaplar vermiştir.

Bu mülâkatta çizilen çerçeve cemaatin millet ve devlet nezdinde tanınmasına vesile olmasının yanında cemaatin kendi müntesiplerinin düşünce, inanç, amel ve aksiyon tarzlarına şekil vermiş ve müridlerin nazarî ve amelî hayatına birebir tesir etmiştir.

Kemal Kaçar Bey

Zîrâ Kemal Bey merhum bu mülâkatta Süleyman Efendiyle tanışması ve O’nun manevî vasıflarından kendi emâretinin mâhiyet ve çerçevesine, Osmanlı’yı yıkan meşrutiyetçi ittihat ve terakkî zihniyetinden,Mustafa Kemal’in şahsiyetine ve Türkiye’deki laiklik uygulamasına, İran’daki Humeyni devriminden , Türkiye’deki rejimin kodlarına ve bu çerçevede cemaatinin cihad anlayışına, müslüman kadının sosyal ve ekonomik hayattaki yerinden, dövülebilmesi problemine, miras hakkına ve çok eşliliğe, Dar-ı Harp meselesinden hareketle faiz, cuma namazı, cihad gibi mefhumlardaki nokta-i nazarlarına ve hatta musikîye bakışlarına kadar geniş bir meseleler yelpazesinde cemaatin telakkîlerini, kıymet hükümlerini, tedeyyün tarzına ve hizmet şekline yön veren prensiplerini câmiânın başındaki kişi olarak kendi zaviyesinden son derece şeffaf bir uslüpta ve hiç çekinmeden ifade etmiştir.

Kemal Bey merhumun bir islâmî cemaat lideri vasfıyla Türkiye Cumhuriyetindeki hâkim rejim ve merî hukuk sistemiyle ilgili değerlendirmeleri ; cemaatin cihad etme usul ve hedefleriyle alakalı ifadeleri konjuktürel olarak ele alınmıştır ki muktezâ-i hale uygun olan bu ifadelerin aksi o günkü Türkiye şartlarında zaten mümkün değildir. Bu sebeple Kemal Bey zikrettiğim meselelerle sınırlı olarak mazür görülmüş verdiği tavizin hizmetin devamı için maslahaten verildiği değerlendirilmiştir.

Fakat Kemal Bey merhumun bu röportajda dâr-ı harp ve dâr-ı harpte fâiz ve Cuma namazı hakkındaki ifadeleri İslami çevrelerde, sâir cemaatlerde hayli şaşkınlıkla karşılanmış ve hatta “Süleymancılar fâize helal diyorlar, Cuma da kılmıyorlar” şeklindeki haksız ithamların mesnedi olmuştur.

Meselenin bu vechesi bir tarafa merhum Kemal Bey’in faiz mevzusundaki bu beyanları cemaatin kendi müntesipleri tarafından da ticarî hayatları, yatırım şekilleri, finansman tercihleri bakımından istismara açık bir dayanak olmuştur.

Çünkü gazete sütununa akseden ifadelerde Türkiye Cumhuriyeti Devletindeki bankalarda faizli muamele yapılabileceği açıkça zikredildiğinden bir cemaat liderinin dudaklarından sâdır olan bu fetva cemaat tabanının ticari ve iktisadî muamelelerine direkt olarak yön vermiş ve belirleyici olmuştur.

Türkiye’nin Hanefî mezhebince kabul edilen dâr-ı islam olma şartlarını taşımaması elbette hanefîliği iltizam edenlerce Türkiye’yi Dâr-ı Harp kabul etme sonucu doğuracaktır ve Kemal Bey Merhum bunu açık yüreklilikle ortaya koymuştur.

Hanefî Mezhebinin kurucusu İmam Azam Ebu Hanife (r.a) ile talebesi İmam Muhammed eş’Şeybânî (r.a) “ Dâr-ı Harpte mümin ile kâfir arasında ribâ yoktur” şeklindeki Hadis-i Şerifi delil ittihaz edip içtihatlarını hadiste ifade buyrulduğu şekilde ortaya koymaları sebebiyle Türkiye’de hayat süren hanefî müslümanlar için banka muamelelerinin cevaz ya da adem-i cevazı tartışma konusu olmuş ve Kemal Bey merhum da bir Hanefî olarak bu kanaatini nakletmiştir.

Faizin tahakkuku için tarafeynin mümin iki gerçek kişi olması ve bankaların hakikî şahıs olmayıp hükmî şahıs olmalarından hareketle verildiği görülen bu fetvanın isâbeti hep tartışılmış, cemaate “faize cevaz verme” yaftası yapıştırılmasına sebep olmuş lakin maalesef bu fetvâ cemaat tabanı tarafından hüsn-ü kabul görmüş, gereğince hareket edilmiştir.

Kemal Bey merhum medâr-ı ihtilaf olan bu meselelerde (Türkiye’nin İslam Darı olmaması , mümin ile harbî arasındaki faizli muamele, bankanın mûdîlerinden kat-ı nazarla hükmî şahıs sayılması) neden farklı mezheplerin ya da Hanefî ekolü içinde yer alan farklı imamların içtihatlarına hiç iltifat etmedi süali elbet haklı bir süaldir.

Zira tasavvuf ve tarikat ehli olmak gibi dinî tecrübeyi takvâ ve ihsan mertebesinden yaşama iddiasında bulunan bir yapının azîmet ve ihtiyat yolunu iltizam etmesi daha münasipken neden böyle bir tercih yapıldı pek anlaşılmamaktadır.

Tavukta kuru yolum hassasiyetini, kırmızı ette “besmele” ile kesilme hassasiyetini ifrat noktalara taşımış ve bu hassasiyetler için özel şirketler kurmuş bir cemaatin , lokmanın helalliği bahsinin en merkezinde yer alan bu mevzuda neden muhataralı bir yöne kaydığı sorusu zihinleri hep meşgul etmiştir.

Dar-ı Harpte faiz meselesindeki nefse hoş gelen bu muhtelefün fih fetvayı alıp “dar-ı harp’te fiilî cihad/kıtal farzdır” hükmünü ve harp dârının diğer ahkâmını hiç gündem etmemek oldukça yaman bir çelişki ve keskin zekânın gözünden kaçmayacak net bir sâmimîyet mîyarıdır.

Hele Süleyman Efendi Hazretlerinin bizzat talebelerinden olan ve fakih yönü tüm ilmî mahfillerde mâruf olan Mehmet Emre Hoca; Hz. Üstaza vadesiz hesaba para koymanın hükmü sorulduğunda “hırsıza merdiven dayamak gibidir evlâdım” şeklindeki ifadesini nakletmişken vadeli hesap hakkında böyle bir yaklaşım nerden ve nasıl zuhur etti anlam verilememiştir.

Cemaate ait yurtların ve şirketlerin, hocaların ve kurs ihvanının birikimlerini faizli bankalarda değerlendirdiğini duyduğumda ve gördüğümde Tercüman Gazetesinde yıllar önce Kemal Abi merhumun ağzından nakledilen bu ifadelerin talihsizliğini ve mânen ağır bir mesuliyet tevlid ettiğini düşünür her zaman çok sevdiğim Kemal Abi merhum adına üzülürdüm. Yer yer yanlış anlaşılarak mı böyle kaleme alındı , bir deşifre hatası olmuş olabilir mi gibi tevillerle kendi içimde bir izah ya da çıkış yolu arasam da bulamamıştım.

Çünkü merhum Kemal Kacar Abi bu röportaj neşredilirken eğer tavzihe ,tashihe ya da tekzibe muhtaç bir cihet görseydi bunu derhal yapardı. Üstelik Ilıcak ailesiyle olan yakınlığı bunu ayrıca kolayca kendilerine iletebilmesine imkan da vermekteydi. Fakat hayli ses getiren bu mülakatın içeriği hakkında yıllarca böyle bir düzeltme lüzumu hissedilmemişti.

Bu hakikatler karşısında söylenebilecek çok bir şey yok diye düşünürken ye’simi umuda çevirecek bir gelişme oldu.

Şöyle ki; bir vesileyle 2017 yılının yaz aylarında , yıllarca Denizli-İzmir-Aydın bölgesinde idarecilik yapmış, Kemal Abi merhumun hep çok yakınında bulunmuş , hususî istişare ekibinde yer almış ve bu vesileyle de şahsını bütün vecheleriyle tanıma ve ondan istifade etme fırsatı bulmuş İhsan Çetiner Abiyi ziyaret etmiştim.

İhsan Abi cemaatin hâl-i hazır durumuna dair değerlendirmelerini arz ederken mevzu mevzuyu açtı ve 1999 yılında ( vefatından 1 yıl önce) Kemal Kacar Abi’nin İzmir-Aydın ziyaretleri esnasında bizzat şahit olduğu bazı hatıraları nakletti.

İhsan Abi, bu Ege seyahati esnasında Kemal Abi’ye Denizli-Aydın-İzmir İllerinin mesulü olarak refakat ederken Kemal Bey Abi’nin İzmir’de zaman zaman ziyaret ettiği, cemaate geçmişte ve hali hazırda fevkalade destekleri olan, İzmir Sebze Meyve Hali’nde uzun yıllar kabzımallık yapmış büyük tüccar Ali Erbayrak Bey (merhum) tarafından evine davet edildiğini ve Kemal Abi merhumun da bu davete yanında Enver Terzi (İzmir ihvanı) , Süleyman Caner (Denizli İhvanı) ve kendisiyle birlikte icabet ettiğinden başlayarak ziyaret esnasında yaşananları şu şekilde nakletmiştir:

“Kemal Abi, Merhum Ali Bey’e hal hatır ettikten sonra işlerinin nasıl olduğunu sordu. Ali Bey de yaşının hayli ilerlediğini ve emekli olduğunu, bu sebeple haldeki işleri cazip bir teklifle devrettiğini, buradan elde ettiği parayı bir bankadaki vadeli hesabında değerlendirdiğini , vadeli hesabın getirisinin bir kısmı ile mutad ihtiyaçlarını karşıladıklarını, bir kısmı ile de hayır hasenat yaptıklarını ifade etti.
Bu cevap karşısında Kemal Abi merhum bir teaccüb yaşadı ve bana dönerek “İhsan, Ali Bey‘in dediklerini sen de duydun mu ben yanlış mı anladım?” dedi ve bu cevabı Ali Bey’den tekrar dinledi. Tekrar bana süal etti. “Benim duyduklarımı sen de duyuyor musun?” Ben “evet efendim gayet açık ve net” dedim. Zirâ faiz mevzusunda cemaat uygulamasının bu şekilde olduğunu bildiğimden istiyordum ki Kemal Bey Abi bu durumu ve bu durumun vehametini idrak etsin, farkına varsın ve yıllar önce gazetede verdiği demeçlere istinaden ihvanın tuttuğu bu yoldan bir dönüş fırsatı zuhur etsin.

Kemal Abi hiç beklemediği bu cevap karşısında irkildi ve “Ali Bey ben 80 küsür yaşında insanım, bu yaşta mideme haram girmesine müsade etmem. Ben bu kahvelerin ücretini ödeyeyim” deyince ev sahibi Ali Bey merhum hayli bozulmuştu ve cevap olarak “Efendim benim de eşim Ayşe Hanım’ın da emekli maaşımız var, mutfak tedarikini onunla yapıyoruz, biz o kazançla midemize bir şey koymuyoruz” şeklinde bir savunma yaptı. Davet sahibinin müşkil bir duruma düştüğünü görünce devreye girme lüzumu hissettim ve bu ikramın Ali Bey’in kesbinin helal kısmından sayılması ve fukahanın bu durumlarda hediye ve ikramın kabulüne cevaz verdiği şeklindeki fetvalarını hatırlatarak bir orta yol bulmak istedim. Kemal Abi merhum “Eh peki İhsan sen de biliyorsun bu mahreçleri” diyerek meseleyi kapattıysa da misafirlikten ayrılıp Bornova kursumuza gelir gelmez , faiz ve banka mevzusunun bu şekilde anlaşılmasından ve uygulanmasından çok rahatsız olduğunu, İstanbul’da derhal bir bölge idarecileri toplantısı tertip edilerek bu meseledeki yanlış telakkîlerin düzeltilmesini istediler. Bizler temsil mevkiindeki bazı mesul Hoca Hanımların çevresinde tesettür hususunda gevşek, hayli makyajlı ve dış kıyafet olarak fazlaca müzeyyen hanımların çoğaldığı, bunun ehâvâtımız ve kız talebelerimiz için menfî örnek teşkil ettiği , bu hususta da bir ikaz gerekeceği tavsiyesinde bulununca, “Ben faiz meselesini idareciler toplantısında konuşayım, diğer meseleyi ise Ümraniye’de kürsüde ele alayım buyurdular.” 

Yine bu Seyahat esnasında Aydın Hacıemin Öğrenci Yurduna geldiğimizde Aydın ihvanı Kemal Abi erhumu mescit ve misafirhanenin olduğu katta karşıladı ve Kemal Abi ihvanımızla tek tek hasbihal etti. Bu esnada orada bulunan kardeşlerimizden biri Mevduat Bankalarından birinin Aydın Nazilli Şubesinde Şube Müdürü olduğunu ifade edince İzmir’de yaşanan hadiselere zihni zaten takılı olan Kemal Abi merhum “ Ne yaparsın sen banka müdürü olarak” diye süal edince o arkadaşımız “efendim şubenin genel idari işlerinden mesulüm” şeklinde cevap verdiyse de Kemal Abi biraz da celallenerek “Desene faiz verir, faiz alırım, sonra da burdan aldığım maaşla çoluk çocuğuma nafaka götürürüm” meyanında sert bir ikazda bulununca ben devreye girdim ve “Efendim kendisi ayrılacaklar lakin yeni bir iş bulana kadar devam ediyorlar” sözlerimle mevzunun hitam bulmasına vesile oldum.

Bu yaşananlara orda bulunan Aydın ihvanı, Aydın mesulümüz Burhan Günay hoca ve diğer hoca efendiler de şahittirler.”

İhsan Çetiner abinin bu nakli karşısında içimde büyük bir rahatlama husûle geldi. Demek ki 1989 yılında yayınlanan mülakattaki ifadeler, İslamî ilimler ve fıkıh bilgisi olmayan Nazlı Ilıcak tarafından hatalı ya da eksik anlaşılmış ve aktarılmış ya da Kemal Abi merhum yıllar içinde banka sisteminin gerçek yüzünü müşahede ettikçe eski görüşünden rücû etmişti.

Çünkü mülakatın naklettiğine göre “İslâmî bankacılığa gerek yok, Türkiye’de bankalardan faiz alınabilir” kanaatindeki bir zatın, on yıl sonra bir banka şubesinde müdür mevkisinde de olsa maaşlı çalışmakta olan kişinin aldığı maaşı neredeyse haram olarak değerlenmesi eski görüşünden net bir rücu sayılmalıdır.

İhsan Çetiner Abi’nin bana ve benim de bu sütundan alakalılarına naklettiğim bu hatıralar , 1989 yılında bir kadın gazeteci tarafından neşredilen mülakat kadar itibar görür mü? Cemaat, Kemal Abi merhumun ahir ömründe Türkiye’deki bankalarda vadeli hesap birikimi yapmanın haram olduğuna kânî olduğunu ortaya koyan bu yaşanmışlıklardan ibret alarak faiz almaktan ve faiz ödemekten içtinab eder mi bilemeyiz elbet. Ama bize düşen en azından bu şahitliği eda etmek ve gazetelerde ilan edilmiş bir yanlıştan dönüldüğünü aynı şekilde ilan etmek.

Belki de İhsan Çetiner Abi’nin bahsettiği bölge idarecileri toplantısında bu mevzu bizzat Kemal Abi merhum tarafından izah edildi ve tüm yurtlara ve ihvana iletildi. Ama nefs-i emmare elbette işine geleni duymaya ve yapmaya meyyaldir. Bu sebeple ikinci beyan ilk fetvanın yayılma ve kabul görme hızına ulaşamamıştır. Netekim maalesef cemaatteki ticari ve iktisadi pratik, faizi en fazla veren mevduat bankalarıyla çalışma yönündedir.

Hele cemaatin bu günkü idarecileri ve idare ettikleri dernek, vakıf ve şirketler itibariyle global kapitalist sisteme tam angaje olunmuş durumdadır.

Bu sebeplerle ve ehemmiyetine binâen bahse konu yaşanmışlıkları yanlış telakkîden münferit dönüşlere vesile olması ümid ve duasıyla tekraren naklettik.Cemaat olarak bu uygulamadan dönmenin ise artık fiilen imkanı kalmamıştır.
İfadeye çalıştığımız hakikatlerin uhrevî endişelerinde ihlaslı olan ihvanımız nezdinde bilinmesi, yayılması, anlaşılması, uygulanması temennisiyle…
Gayret bizden, tevfik Cenâb-ı Haktan’dır.

Burhanettin Çağırıcı
Musellem.net yazarı, avukat