İlim Öğrenme Metodumuz Felakete Sürüklüyor !

Bu çağa “Bilgi Çağı” demek ne kadar doğru olur bilmiyorum ancak “bilgi”ye ulaşmanın kolaylığı yediden yetmişe herkesin istifade ettiği bir gerçeklik. “Bilgi” kelimesini tırnak içine alışım onu vurgulamak maksadını taşımıyor ne yazık ki; tırnak içine alıyorum çünkü ulaştığımız şeylerin tam anlamıyla bilgi olduğunu söylemek epey zor. Doğruya ulaşmanın herkes tarafından kolay olduğunu düşündüren imkânlar bizi bilgi sahibi yapmıyor; duyumdan öte gitmeyen, doğruluğu ya da yanlışlığı tespit edilmemiş bilgi kırıntıları; malumatfuruşluk.

Hangi bilgi dalları bu durumdan etkileniyor diye sormaya da gerek yok. Modern zamanlarda geliştirilmiş ilim dallarından tutun, zaman diliminin söz söylenmiş her anı bu durumdan nasibini alıyor, insanlar onlara dair söylenişlere ulaşıyor, üzerine bir şeyler katarak yeniden pazarlıyor.

Ne yazık ki İslâmi ilimler bu durumdan en olumsuz biçimde nasipdar olan alan. Diğer alanlarda edinilen bilgilere dayanarak o alana ait prensiplere bağlıymış gibi söz söyleme hakkını kendinde bulanlara çok fazla rastlayamazsınız. Ama mesele İslami ilimlere geldiğinde, bu alanın bir ihtisasa ihtiyacı yokmuşçasına bilgi kırıntılarına dayanarak köşeli laflar etme cesaretine kavuşmuş insanları görürsünüz.

Modern zamanlarda İslam’ı yaşamak için gerekli olan bilginin kaynağına dair yapılan propagandalar bu dinin basitçe anlaşılabilir olduğuna insanları ikna edince aksi yöndeki cılız telkinler de işlevsiz kalıyor.

Bu propaganda ve “bilgi”ye kolay ulaşılabilirlik durumu bizim Müslüman kimliğimizi de zedeliyor.

Niyetlerin tashihi

İlim öğrenmenin ilk şartı niyetleri tashih etmek, düzgün bir niyetle yola çıkmak olmasına rağmen bunca kolaylık arasında kimsenin bunu düşünmek gibi bir derde girdiğini görmüyoruz. Öğrenildi zannedilen şeyin başkalarına aktarılmasının getirdiği kolaylık bizi kitlelere hitap ediyor olmanın dayanılmaz cazibesinde boğuyor.  Allah rızası için çıkılması gereken yolculukta beğen butonları, retweetler, methiyeler ve alkışlar her şeyi unutturuyor.

Hak edilmeyen payelerin verildiği insanlar, bu iyi niyetli yaklaşımın altında ezilmek yerine oburlaşmış egolarıyla yolculuğa devam ediyor. Örnekler bir değil belki yüzlerce olduğu düşünülünce problemin büyüklüğü ortaya çıkıyor.

İlim ehline duyulan ihtiyaç

Kolay ulaşılan bilgiler sayesinde artık hakikati söyleyenlerin aranmıyor oluşu ciddi problemlerimizden bir diğeri. Öyle ya, nede olsa herkes o bilgilere kendisi ulaşabiliyor.  Kırık dökük, önü-arkası kesilmiş olsa da önemli değil. Başkasına bağımlı olmamanın cazibesi yeterli! Aynı meseleye dair birbirine taban tabana zıt malumatlarla karışan kafaların herhangi birisini seçerken vicdan azabı çektiğini görmek de nadirattan. Nefse hoş gelen, beyin ve beden konforu hangisine yatkınsa kolaylıkla tercih edilebilir olan da o oluyor.

Ulaşılması kolay kılınan malumat yeterli zannediliyor da 1400 yıllık devasa emeklerin mahsülü müktesebatta gecesini gündüzüne katan kıymetli ilim adamlarının yaptığına hiçbir kıymet atfedilemiyor.  Onlar tarihin karanlıklarında iğne arayan, gerici,  yobaz kimseler olarak telakki ediliyor.

Amele fayda vermeyen ilim

En korkunç ve belki de menfî tesirini en fazla hissettiğimiz husus amellerde kendisini göstermeyen bilgiler. İlim öğrenmenin bizzat kendisinin faydalı bir iş olup olmadığı tartışmaları bir kenara, amele dönüşmeyen, kişinin olgunlaşmasına fayda sağlamayan ilmin zemmedildiği gerçeğine karşı şiddetli duyarsızlık geçiriyoruz.

Günlerce okuyabiliriz, en çetrefilli meseleleri birtakım meclislerde, sanal gruplarda tartışabiliriz, müdafaa edilmesi gereken hususlarda gereken sağlamlıkta müdafaadan da geri durmuyor olabiliriz, ancak kendimize döndüğümüzde tüm konuştuklarımızı unutuyor, “amelsizliğimizle” baş başa kalıyor, adeta felaketimizi bekliyoruz.

“Fayda vermeyen ilimden sana sığınırım” diyen bir peygamberin ümmeti olarak inandığımızdan da öte, savunduğumuz değerlerimizin kendi dünyamızdaki yerini acilen tespite ve eksikleri takviyeye ihtiyacımız var.

Salih Kartal
Musellem.net kurucu yazar...