Dirilişin Ruhunu Zamanın Kıymetinde Aramak

İnsanoğlunun en çok zayi ettiği nimetlerden biri de zamandır gibi değeri ve kıymeti indirgeyen bir cümle ile yazıya başlama niyetim yok maalesef. Zaman gibi ulvi bir nimetin zayi oluşundan öte, kimsesiz kalışından, itilip kakılan yetimliğinden bahsedebiliriz mesela. Belki biraz olsun içimizi merhamet kaplar, acırız ona. Elimizden gitmeden değerini anlar, himayemiz altına alırız.

Elimizde bulunan her nimetin koruyuculuğunu yapan bizler; kurtuluş reçetemiz olan zamanı ise israf ediyoruz. Kurban ediyoruz desek; halimizin izahını daha iyi anlatmış oluruz. Hâlbuki zamanımız hayatımızdır. Hayatımızın barındığı evdir zaman. Ebedi yurdu kazanma fırsatıdır.

Dünya hayatı boyunca üç evreden geçeriz. Çocukluğumuzda zamanın ne olduğunu bilmeden yaşarız. Zaman kontrolümüz dışında akıp gider. Büyürüz. Gençleşiriz artık. Zamanın büyük bir nimet olduğunu anlar gibi oluruz. Bu sefer de zaman boşa gider. Türlü çelmelerle yere düşeriz zaman karşısında. Zaman, istenilen şekilde değerlendirilmez. Kalırız ortada. Biçare şekilde çağın oyuncaklarıyla oyalanırız. Hayatımız bahane üretmekle yaşlanır. Yaşlı olunca da derin bir ah çeker, zaman zaman diye geçmişe hayıflanırız. Ve zaman vaadini doldurur. Sessizce  göklere, biz ise yerlere çekiliriz Necip Fazıl’ın zaman şiiri eşliğinde;

Kime kaçsam ondan;
Ha yakın, ha ırak?
Kime kaçsam ondan;
Ya sema, ya toprak…

Şüphesiz ki zamanın en güzel şekilde ifa edilmesi belli bir misyonu yüklenen gençlerin omuzundadır. Beklenen,  hayal edilen bir gençlik. Modernitenin dayattığı zorluklar karşısında, Allah’ı zikirle gün yüzüne çıkardığı değerlerini tepe noktaya taşıyan bir gençlik. Elbette imtihan olacak. Olmalı ki, İslam’ın genç erleri Ashab’ı ahir zamana taşısın. Onların kokusunu Süleymaniye’nin, Selimiye’nin, Sultan Ahmet’in duvarlarına sürsün.

Zamanı yetim bırakan, bizden ayıran sebepleri sayma takatimiz elbette yok. Fakat en tehlikeli olanlara dikkat çekmek amaca yönelik olacaktır. Teknolojinin gelişimi fayda ile beraber yıkımı da getirmiştir. En büyük yıkım operasyonunu zamana yapmıştır. Teknolojik dünyaya ayrılan zaman, ahireti kazanmaya ayrılmıyor. Özellikle sosyal medyaya harcanan zaman, neredeyse günün tamamı. Genelde insanlar özelde gençler, evde, işte, sokakta, alışverişte her dakika sanal âlemde. Türkiye’de Facebook nüfusu yaklaşık 32 milyon. Twitter nüfusu ise 9 milyon civarında. Hissedilen dünyadan hissiz dünyaya beyin göçü de diyebiliriz buna. Şu itirafı da yapmanın tam zamanı; sosyal medya ile asosyal bir neslin ortaya çıkış manzarasını uzaktan değil; yakından inceliyoruz artık.

Zamanımızın boşa gitmesine sebep olan diğer etken; televizyondur. Buna ailece yapılan ‘’zaman kıyımı’’ da diyebiliriz. Sosyal medya belki ferdi bir durumdur. Ailece hep beraber yapılmıyor; ama televizyon ailevi bir vakıa olarak önümüzde duruyor. Zihni uyuşturan ve kullanılmaz hale getiren televizyon; bir takım kişisel bozukluklarına yol açtığı artık bir hakikat. Uyuşturucu ile mücadele eden birimler ve kuruluşlar, televizyonla mücadele adı altında bir hareket başlatmaları artık elzem hale gelmiştir. Düşünelim bir dakika: Zamanının çoğunu zihni formatlayan bir alete harcayan genç; istenilen ve özlenen bir gençliğin saflarında olabilir mi? Buna rağmen zamanı bu tür malayani işlere harcayanların zaman sıkıntısı çekmesi başka bir sorun.  Herkeste bir zaman sıkıntısı.  Zamana karşı bir sitem, bir kusur arayışı. Oysa‘’ Zaman konuşacak olsa utanırız.’’ der İmam-ı Şafii hazretleri. Sosyal medya, televizyon ya da kitle iletişim araçları tamamıyla kullanılmasın diyemeyiz; sınırlı bir şekilde ve faydalı yönüyle, kendi kültürünü unutmadan, görevini aksatmadan, aksiyon gücünü tüketmeden kullanılsın diyoruz.

Zamana verilen önemin bu denli düşük olması belki de okulda Öğretmen tarafından sorulan şu sorudur: ‘’Boş zamanlarınızda ne yaparsınız?’’ Daha o yaştan taze beyinlere boş bir zamanın olduğu söyleniyor. Bunu aklına kazıyan çocuk, kendine boş zaman üretme çabasına giriyor. Dolu zamanın okul ve verilen ödevlerin yapılmasıyla sınırlıyor. Böyle büyüyen bir çocuk, elbette gençliğini zamanın ifa edilmesine değil; boşa gitmesine harcayacaktır. İşte böyle bir ortamda Rabbimizin, zamanın israfını engelleyen ayetlerini hatırlama vakti;

“Onlar boş ve faydasız şeylerden yüz çevirirler.” (el-Mü’minûn, 3),

“…Boş söz ve işlere rastladıklarında vakarla oradan geçip giderler.” (el- Furkân, 72),

“Bir işi bitirince, hemen başka işe giriş, onunla uğraş! Hep Rabbine yönel, (el-İnşirâh, 7-8),

“Bizim sizi boşuna yarattığımızı ve tekrar huzurumuza döndürülüp hesap vermeyeceğinizi mi sandınız?” (el-Mü’minûn, 115)

Hatırda tutulması gereken bir cümle: Boş zaman yoktur. Boş verilen zaman vardır.  Bunu bilmek, buna yoğunlaşmak, boş verilen zamanı dolu hale getirmek tek çaredir. Verilen nimetlerden hesaba çekilmenin bilincine sahip bir insanlık, bir gençlik.  Umutların bağlandığı diriliş sitesinin işçileri olan bir gençlik. Kimi zaman Necip Fazıl’ın hayalinde, kimi zaman Sezai Karakoç’un Diriliş Neslinde yer alan bir gençlik.  Zaman israfına karşı çelik gibi bir irade ile karşı duran ve İmam Gazzali hazretlerinin vakit israfına karşı söylediği şu sözü unutmayan bir gençlik

“Oğul! Farzet ki bugün öldün. Hayâtında geçirdiğin gaflet anlarına ne kadar üzüleceksin. Âh, keşke diyeceksin. Lâkin heyhât!”