Şia ile Siyaseten Birliktelik Derken?

Yukarıdaki tweeti, attığım günlerde bir başka sosyal medya ağı üzerinden bu paylaşıma yorumlar gelmişti.  Açıkçası sevindirici yorumlardı, ama cevapları tek tek vermek yerine “kısmet olursa -kısa da olsa- bir yazıyla niyetimi açıklarım” demiştim. Eleştiri diyebileceğimiz yorumlarda çok net bir şekilde “onlarla siyasi birliktelik bile olmaz” deniliyordu.

Evvela, Şia‘nın, tarih boyunca Ehl-i Sünnet Müslümanların yanında olduğu vaki değildir. Ehl-i Sünnet ile münasebetinde siyaseten de olsa sadık olmadığı gibi, fiili olarak da arkasından vurmuştur.

Hem Şia’nın ahlaki bir takım problemleri de vardır. İran Şii yayılmacılığını bir devlet politikası olarak yürütmektedir. Şiileştirme çabalarında ahlaki ilkelerin onlar adına hiçbir kıymeti de yoktur.

Onlar itikadî açıdan da çok derin arızalara sahiptir.  Ashab-ı Güzin’in büyüklerine karşı olan tutumları, Müminlerin annesi Hazreti Aişe’ye karşı tavırları, hakaretleri, iftiraları… İmamların masumiyetine ve onların “vahiy” aldığına olan inançları gibi bu yazının konusu olmak bakımından çok geniş yer tutacağı için detayına giremeyeceğimiz problemler vardır.

Şia dışında olan Müslümanlara bakış açısı da malumdur. Şii kaynakalar üzerinde yapılacak çalışmayla görülecektir ki, Şii olanların dışındakilere sapkın, hatta gayr-i müslim birer necis gözüyle bakmaktadırlar..

Tüm bunların yanında onların “takıyye” olarak bilinen, itikadî bir “yalan söyleme” inançları da vardır. Tehlikeli gördükleri tüm anlarda, kendileri dışındakilere yalan söylemek onların için sadece müsaade edilmiş bir durum değil, itikadî bir zorunluluktur.  Öyle ki, on iki imamdan herhangi birisi, fıkhî ya da itikadi bir meselede, günümüz Şia inançlarına muhalif bir davranışta bulunmuş ya da söz söylemişse, o imamın da takıyye yaptığını, etrafındakileri kandırdığını, yalan söylediğini iddia ederler..

Şimdi tüm bunlar ortadayken nasıl oluyor da Şia ile, siyaseten de olsa birlikte olunabileceği söylenebiliyor? Müsaadenizle nasıl şartlar altında birliktelikten söz edilebileceğini ifade edeyim;

Öncelikle bu birlikteliğin, ikili siyasi ilişki şeklinde devam etmesi mümkün değildir.  Bu bakımdan itirazlar yerindedir.  Oysa benim işaret etmek istediğim siyasi birlik ancak ve ancak onların mecbur kalarak dahil olmak istedikleri bir siyasi birlik olabilir.

Bir gün, Ehl-i sünnet Müslümanlar dirayete kavuşur, Şia’nın iç yüzünü hakiki manada keşfe muvaffak olur ve birleşirlerse…

Siz buna ister Ehl-i sünnet birliği deyin, ister “Birleşmiş Müslümanlar Topluluğu” deyin farketmez..  Bir birliktelik zuhur eder de dünya devletleri nezdinde söz ve güç sahibi olduğunu göstermek fırsatını yakalarsa, o vakit Şiiler bu birliğe dahil olmaya kendilerini mecbur hissedecektir. O zaman mezkur Müslüman topluluğa Şia’nın gücünden istifade etmek kalacaktır. Yani söylediğim şey onların bir takım mecburiyet sebebi ile Ehl-i Sünnet’in gücüne yanaşmak isteği üzerine siyasi birliğin kurulabileceğidir.

Akla Osmanlı’nın böyle bir birlikteliğe neden gitmediği sorusu geliyor olabilir. Bildiğim kadarıyla zamanın İran’ı bir birliktelik kurmak istemiş değildi. Bununla beraber, örneğin Yavuz Sultan Selim döneminde fetih müessesi de şimdiki gibi çalışmıyordu. İpe sapa gelmeyen Şiiler için yapılacak şey belli idi..

Acziyetin kabul edilerek İslam Birliği içinde yer almak isteyen “günümüz İran devleti” teorik olarak mümkün. Tartıştığım şey, pratikte olup olamayacağı değil. Pratikte mümkün olur ve acziyet kabul edilirse “birliktelik” ancak mümkün olacaktır.

Aksi halde Şia ile yakınlaşmanın vukuu mümkün değildir.  Ehl-i Sünnet ile Şia arasındaki uyuşmazlıkların bireysel ilişkiler zemininde giderilmesi ve yakınlaşmanın sağlanması ancak iki taraftan birinin kırmızı çizgilerini silmesi ve diğerine benzemesiyle mümkündür. Zira onlarla bizim aramızda feda edilebilecek bir inanç farklılığı ya da ” buluşulabilecek orta nokta” mevcut değildir.  

Hal böyleyken, sizce kim bu işten karşı çıkar ve diğerini inançlarından taviz vermesi hususunda ikna eder ya da kandırır?

Salih Kartal
Musellem.net kurucu yazar...