Eşari ve Maturidi Ekollerinin İrade Görüşlerine Dair Mülahazalar

Eşari ve Maturidi Kelam Ekollerinin İrade Görüşleri Hakkında Mülahazalar  

Hz. Allah, insanoğlunu akıl ve  irade ile techiz ederek sair bütün mahlukata mümtaz eylemiş, semavat ve arzdaki her şeyi, bu irade ile tasarrufta bulunmak üzere onun emrine musahhar kılmıştır. Bu imtiyazlar  mukabilinde ise kendisinden sadece hayrı bil ihtiyar tercih etmesini  talep buyurmuş, mezkur hayrın ne olduğunu ise rasüllerine inzal buyurduğu kitaplar ve onların sahih sünnetleri ile beyan etmiştir.

Kaleme aldığım bu yazı hayrı kendi ihtiyarıyla tercih etmesi talep edilen insanın iş bu tercihindeki hürriyeti ve hürriyetin sınırlarıyla alakalıdır. Daha mufassal ifade ile, irade sıfatının insandan nefyi yahut insan için ispatı cihetinden teşekkül etmiş mezheplerin ne olduğuna ve bunlardan Maturidi ve Eşari kelam alimleri arasındaki ihtilafın lafzi mi asli mi olduğuna dair mülahazaları ihtiva etmektedir.

Bunu yaparken tarafların kendi görüşlerini istinat ettirdikleri nasların ne olduklarına, delalet vecihlerine, bu nasların mesele hakkında delil oluş cihetlerine girmenin benim gibi bir mübtedinin haddi olmadığını gayet iyi bilmekteyim. Bu sebeple ben işin bu kısmına dalmadan artık çoktan tekemmül etmiş görüşlerin mahiyetini anlamaya ve mevcut ihtilafların lafzi mi asli mi olduğu noktasındaki kanaatlerin haklılık paylarını değerlendirmeye çalışacağım.

Malum akide meselelerinin usulünde ihtilaf yani mezhepleşme olmaz. Zira Hz. Adem’den bil itibar mütekadat-ı islamiyenin (İslam Akaide esaslarının) zaruratı sarihtir, muhkemdir ve aynıdır. Lakin füruunda az sayıda da olsa bazı ihtilaflar söz konusudur ki bunlar imanın özüne taalluk etmeyen ve esasında çoğu itibariyle lafzi ihtilaflardan ibarettir. Bu sebeple İslam akidesinin muhkematı, Ehl-i Sünnet Akaid Esasları üst başlığında belirlenirken, iş bu ehl-i sünnet çerçevenin içinde bazı feri meselelerdeki farklılıklara nazarla Maturidi ve Eşari itikat ekolleri teessüs etmiştir. Her ikisini de Ehl-i Hak ve Ehl-i sünnet mefhumunun muhtevası dahilinde gördüğümüz bu iki ekol mensupları da bu sebeple birbirlerini hiçbir zaman ehl-i bidat ya da ehl-i dalalet olmakla itham etmemişlerdir.

Yukarıda zikrettiğim bağlamda kelam alimlerince insan iradesi ve fiilleri ele alınırken mühim ve üzerine çok söz söylenmiş bir ihtilaf göze çarpmaktadır ki o da şudur: Kader/Kaza meselesi ve irade bağlamında Maturidiler Tefviz-i Mutavassıta[1] kail olurken, Eşariler Cebr-i Mutavassıta[2] zahip olmuşlardır. Bu ihtilafın tahlil edilip hak tarafın tespite çalışıldığı bazı eserlerde Eşarilerin tercihinin cebr-i mutlaka müncer olacağından bahisle Eşariliğin ağır bir tenkide maruz bırakıldığı görülmekte, mesele lafzi ihtilafın ötesinde çok derin bir asli ihtilafmış gibi takdim edilmektedir. Her iki taraf muhakkik alimleri bu  ekollerin teşekkül aşamasında birbirlerini asla bidat ve dalalet ehli olmakla itham etmedikleri halde sonradan bu noktalara varan ayrışmanın vakıa mutabık olup olmadığı, yahut ihtilafı asli görenlerin haklılık payının bulunup bulunmadığı gündeme gelmiştir. Bu tartışmanın içeriğine girmeden evvel meselenin daha net anlaşılabilmesi için kader/kaza ve efal-i ibad meyanında vücut bulmuş 4 ekolün ne olduğunu ön bilgi olarak  hulasaten izah etmek isterim.

  • Bu 4 ekolden biri Cebriye ekolüdür ki; Cehm bin Saffan’ın dile getirdiği görüşü ifade eder. Cebriye taraftarları kulun iradi fiillerinde de ızdırari (mecburi) fiillerinde olduğu gibi hiçbir hürriyetinin söz konusu olmadığına, tüm fiillerinde icbar edildiğine zahip olmuşlardır. Bu görüş kelam ıstılahında Cebr-i Mutlak olarak tesmiye edilmiştir.
  • Diğer bir görüş ise Mutezili kelam ekolünün taraftar olduğu Kaderiye görüşüdür ki onlar kulun tüm iradi fiillerinde mutlak manada hür olduğunu, Hz. Allah’ın kullarını kendi fiilini yaratabilecek bir kudret ve iradeye malik kıldığını, ihtiyari fiillerinde işi kula tefviz ettiğini söylemişlerdir. Bu sebeple bu görüş kelam ıstılahatında Tefviz-i Mutlak diye tesmiye olunmuştur. Kul için kendi sunundan başka makdurat olmadığını dillendiren ve dolayısıyla kaderi inkar anlamına gelen bu görüşe makus bir tesmiye de olsa Kaderiye de denmektedir.
  • Ehl-i Sünnet/Ehl-i Hakkı temsil eden Eşariye ve Maturidiyye ise bu iki ifrat görüş arasında orta bir yol tutup “Ne mutlak cebir ne mutlak tefviz vardır, belki ikisinin ortası bir şey vardır” diyerek ve “Kul fiilinde sadece kasiptir, fiili halk eden ise Hz. Allah’tır” şeklinde formülize edilen kesp teorisiyle  naslarda varid olan zahiri tearuzun cem ve telifine yönelmişlerdir. Meselenin bu vechesinde ittifak etmelerine rağmen Maturidiler ile Eşarilerin bu orta yolun keyfiyeti, hususiyle kesb’in mahiyeti hakkında uzlaştıkları  söylenemez.

İşte bu ihtilaf tahlil edilirken bir grup ulema bu ihtiafın irade, kudret, meşiet, kesp gibi meselenin temel taşını oluşturan mefhumlara taraflarca yüklenen faklı anlamlardan neşet ettiğini, nasları yorumlamadaki farklılığın mezkur mefhumları tarif etmede farklılığa dönüştüğü, tariflerdeki farklılığın ise bu tariflere dayalı olarak varılan neticelerdeki ihtilafa sebebiyet verdiğini ifade etmektedirler ki; Ahmet Cevdet Paşa, Ali Haydar Efendi, Manastırlı İsmail Hakkı, İzmirli İsmail Hakkı, Harputlı İshak Efendi, Babanzade Ahmet Naim, Ömer Nasuhi Bilmen gibi son dönem Osmanlı kelam alimlerinin değerlendirmeleri hep bu yönde olmuştur.

Yine bazı alimler Eşari ekol ile Maturidi ekolü, klasik Eşari görüşü bazı tashihlerden geçiren Ebu İshak İsferaini veya Kadı Ebubekir Bakıllani’nin sözlerine indirgemek suretiyle uzlaştırma gayreti içinde olmuşlardır. Hüseyin Avni Arapgirli ve Abdullatif Harputi  gibi alimlerin eserlerinde bu mütalaayı bulabilmekteyiz. Bu iki grubun ihtilafı cüzi ve lafzi gördüğü aşikardır.

Bu ihtilafı asli gören ve hatta Kader/Kaza meselesinde Cebr-i Mutavassıtı Cebr-i Mutlaka  Tefviz-i Mutavassıtı ise Tefviz-i Mutlaka irca ederek meseleyi iki görüş meyanında ele alan ulema da olmuştur. Seyyit Bey, Kazanlı Musa Carullah Bigiyef, Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi, Mehmet Vehbi Efendi, Muhammet İhsan Oğuz, Mehmet Şemsettin Günaltay, İzmirli İsmail Hakkı*, Kazanlı Yusuf Akçura, Yusuf Ziya Yörükan ve bazı modernist İslam düşünürleri gibi. Bu alimler Osmanlı topraklarında esen modernist cereyanların da tesiriyle Eşariliğe ve tasaavvufa karşı keskin bir tavır almışlar, hususiyle tasavvuf meşreplerinin fiiliyatta paralel durduğu kaderci! Eşari tavrı atalete, tembelliğe dolayısıyla batı medeniyeti karşısında mağlubiyete sebep olarak görmüş ve göstermişlerdir.

Her iki tarafın bu noktadaki makaleleri ve telifatını incelediğimde ihtilafın lafziliği noktasında görüş beyan eden âlimlerimizin mülahazalarının daha fazla ilmi endişe ile kaleme alındığını, ihtilafı asli görenlerin bu tutumunun ise daha ziyade modernleşme tesiri altında ve siyasi amaçlar takip edilen değerlendirmeler olduğu kanaati bende oluştu. 19.yy dini düşüncesinde Modernizm etkisinin Osmanlı dışındaki coğrafyalarda selefilik ve itizal fikirleri, Osmanlı coğrafyasında ise Maturidilik /Hanefilik fikirleri üzerinden çıkış araması bahsettiğim 3. Grup âlimler tarafından Eşari çizginin neden mahkûm edildiğini izah etmektedir. Ve elbette bu mesele başlı başına ayrı bir araştırma gerektirecek çapta bir mesele olarak önümüzde durmaktadır.

İrade, kudret, kesp gibi tarafların kendi metodolojileri çerçevesinde tarifi yapılmış mefhumlara müşterek manalar vermeye çalışmadan da bu meselenin halli ve ihtilafın lafzi olduğunu söylemek mümkün görünmektedir. Zira şahsen kaynaklardaki cebr-i mutavassıt ve tefviz-i mutavassıt tarifleri tetkik edildiğinde aynı madalyonun farklı yüzlerine bakan ve bu iki farklı bakış açısına göre de meseleyi iki farklı zaviyeden tasvir ve tarif eden bir yaklaşım tarzıyla karşılaşılmaktadır. Madalyonun bir yüzü diğer bir yüzünü nasıl gerektirmekte ise bu iki mutavassıt yüz de birbirini öylece gerektirmektedir. Yani esasında bunlar bir bütünün birbirini tamamlayan ve birbirini icap ettiren iki yüzüdür.

Meselenin akla yaklaştırılması için şöyle bir teşbih yapmak da mümkündür. Yarısı dolu bir su bardağına bakan farklı mizaçta iki kişiye bardağın hali hazır durumu sorulduğunda bunlardan pozitif seciyede olanı “yarısı dolu ” diyorken obsesif karakter özellikleri gösteren diğer kişi “bardağın yarısı boş” diyebilmektedir. Fakat her iki söz için de hatadır denememektedir.

Meselenin akla yaklaştırılması için şöyle bir teşbih  yapmak da mümkündür.Yarısı dolu bir su casino bardağına bakan farklı mizaçta iki kişiye bardağın hali hazır durumu sorulduğunda bunlardan pozitif seciyede olanı “yarısı dolu ” diyorken obsesif karakter özellikleri gösteren diğer kişi “bardağın yarısı boş” diyebilmektedir.Fakat her iki söz için de hatadır denememektedir.

Maturidiler ve Eşariler bu meselenin halli noktasında Kuran-ı Mübin’e ve Sünnet-i Sahiha’ya baktıklarında kendi meşrep ve zaviyelerine göre bir okumada bulunmuşlardır.  Maturidiler bardağın dolu tarafını önceleyerek ve fakat boş tarafını da inkar etmeden hem iradeyi ispat etmiş hem de buna “mutavassıt” kaydı koyarak Halik Teala’nın meşieti munzam ve tevfiki yar olmadan sadece beşer iradesiyle muradın vukua gelemeyeceğine işaret etmişlerdir.

Eşariler ise bardağın boş tarafını önceleyerek fakat dolu tarafını da inkar etmeksizin; kul müdahil olamadığı saikler ve şartlar muvacehesinde icbari bir konumdadır diyerek cebri ispat etmiş ve fakat kulun bu ictimai vasatı aşabilecek ve bu sebeple de hesaba çekilebilecek bir irade ile techiz edildiğini  de reddetmeyerek mezkur cebre “ mutavassıt”  kaydını koymuşlardır.

Maturidiler insana tefviz edilen irade karşısında icbari vasatın zayıf kaldığını, Eşariler ise insanı kuşatan sevaik (saikler) ve devai(davet ediciler) karşısında irade kuvvetinin  zayıf kaldığını düşünerek kendi zehaplarını müdafaa etmişler, muhaliflerini de reddetmişlerdir.

Zira nassların siyak/sibak,sebeb-i nüzül /sebe-i vürud müvacehaesinde çeşitlilik gösteren yapısı her iki  görüşün de rahatlıkla  kendine referanslar bulabileceği keyfiyettedir.

Maturidiler ezelde müsebbeplerin rabdedildiği esbaba (neticelerin bağlı kılındığı sebeplere) tevessül edene Hz Allah’ın adeti gereği  tevfik vereceğinin vaat edilmiş olmasını iradenin müessiriyeti için yeterli görmüş ve hür iradeyi ispat etmiş iken, Eşariler bu tevfike muhtaciyeti  iradeyi tesirsiz bırakan bir durum olarak görmüş ve iradeyi ancak  bu zayıf seviyede ispat eylemişlerdir.

Peki taraflardaki bu bakış açsının gayi bir sebebi var mıdır diye düşünüldüğünde ise mesele şöyle ele alınabilmektedir. Maturidiler iradenin gücüne vurgu yaparak sebeplere tevessülde ihmalkar olunmaması gayesini tahsile ,Eşariler ise meşiyet-i ilahi’nin istiklal-i mutlakası karşısında beşeri  tedbire aşırı itimad edilmemesi gayesini tahsile  yönelmiş olabilirler.

Maturidilerin nokta-i nazarı kulun  imtihanı ve hesaba çekilmesi çerçevesinde teklifi abes olmaktan çıkartıp,adalet sıfatının Allah’a isnadını  tam anlaşılır kılarken,Eşarilerin nokta-i nazarı uluhiyetin “La Yüsel’liğini , Malik’in mülkünde dilediği gibi tasarrufta bulunabileceği esasını ve kulun muvaffakiyette O’nun meşiet ,tevfik ve nusretine olan ihtiyacını tespit etmektedir.

Tüm bu izahlar gösteriyor ki her iki tarafın söylediği doğrudur. Hususiyle irademize konu efalimiz tek tek tahlil edildiğinde bazı tercihlerimizde iradenin azadeliği, bazı tercihlerimizde icbarın boyunduruğu hissedilmektedir.Mesele nasıl ele alınırsa alınsın Adil-i Mutlak Hz.Allah kulunu kuşatan icbari vasat ile ona ihsan buyurduğu irade kuvvetini ; kulun hesabının miyarını belirleyecek nisap açısından belirleyici kılacaktır.Sualin mazhar olunan nimet miktarı olacağına dair nasları da bu çerçevede ele almak mümkündür.Dolayısıyla muhasebe edileceğimiz ölçüler  tüm ümmet için umumi olan vahyin mutlak ölçüsüyle ,her fert için ayrı ayrı tahakkuk etmiş olan iş bu şahsi nisap ölçüsüdür.Kula imtihan anında kendi belirleyiciliği söz konusu olmaksızın düşen şahsi avantaj ve dezavantajların nazardan dün edilerek hesabın sadece vahyin mutlak ve umumi ölçüleriyle vuku bulacağını söylemek kader/kaza ve adelet-i ilahiyi izah noktasında bizi zor durumda bırakacaktır.

Eşari ve Maturidi ekolün muhakkık âlimleri bu iki görüşün birbirini ikmal ve itmam eden ve aynı hakikati farklı zaviyelerden izah eden görüşler olduğunu bildiklerinden bir birlerini ehl-i sünnetin dışına çıkmakla asla itham etmemişlerdir. Sonradan bu mesele üzerine kalem oynatan ilim adamlarının yukarıda bahsettiğim; taraflardan birinin neticede mutlak cebre diğerinin ise mutlak tefvize varacağı yönündeki değerlendirmelerinin tarafların ne demek istediklerini tam anlamamaktan yada esen modernist rüzgarın taht-ı tesirinde Eşarilik karşısında Mutezili ekole daha yakın olan Maturidiliğe alan açma çabasından kaynaklı bir arıza olduğunu, dolayısıyla sıhhatli olmadığını ve vakıayı yansıtmadığını düşünmekteyim.

Hz. Allah En iyisini bilendir.


 Dipnotlar

* İzmirli İsmail Hakkı isminin her iki tarafta yer alması ,farklı yazılarında her iki kanaati de taşıdığına işaret eden ifadelerinin olmasıdır.Ayrıca o Eşariliği, Cebr-i Mutlaka varma noktasından değil de selef çizgisinden uzaklaşma noktasından ele alarak diğer Eşari tenkitçilerinden ayrılmaktadır.

[1] Tefviz-i Mutavassıt:Kulun mahluk olmayan  (nefsin ,fiil ve terkten birine taalluku olarak tarif edilen) bir  irade-i cüziye   ve efalde müessir bir kudet ile ittisafıdır.Dolayısıyla Maturdilerin kesp’den kastı; kudret-i abdin efale müessir olarak taallukudur.

[2] Cebr-i Mutavassıt:Kul un  mahluk olan  (nefsin, fiil ve terkten birine meyl ve iştiyakı olarak tarif edilen) bir  irade-i cüziye  ve  efalde tesirsiz bir kudret ile ittisafıdır ki bu durumda Eşarilere göre kesp; kudret-i abdin fiile tesirsiz iktiranından ibarettir.

Burhanettin Çağırıcı
Musellem.net yazarı, avukat