Bilimsel Tefsirin Topyekûn Reddinin Oluşturduğu Problemler

BİLİMSEL TEFSİRİN TOPYEKÛN REDDİNİN OLUŞTURDUĞU PROBLEMLER

Giriş

İlmî bir disiplin olup olmadığı üzerinde ittifak bulunmamasına rağmen tefsir; “Kur’an’ın lafızlarını, Arap dili ve edebiyatı açısından tahlil edip kendisiyle kastedilen manayı tespit etmektir.”[1] şeklinde tanımlanmaktadır. Tefsirin tanımına yüklenilen mana ile farklı anlamlara çıkabilecek olan bu alan genellikle ilahi hitabın ilk muhatapları ile kurduğu anlam ilişkisini tespit ve tayin menhecidir diyebiliriz. Birçok tefsir usûlü eserinde de bu durumun teslim edildiğini görebiliriz.[2] Daha sonraki süreçte bu anlam ilişkisini bildirene göre tasniflendirme ve tanımlamalar başlamıştır. Nitekim Mâturîdî’ye göre; “tefsir sahabeye, te’vil fukahaya aittir.”[3] Bu tanım ekseninde tefsir rivayet mihraklı, te’vil ise dirayet mihraklı anlamlandırma faaliyeti olarak belirmektedir. Daha da ilerleyen süreçte ise tefsir sadece rivayet merkezli bir izahat sınırını ifade etmekten bütün izahlandırma gayretlerini kapsayıcı, dolayısıyla te’vilide içerisine alan bir anlama ulaşmıştır. Nihayetinde tefsir, Kur’an metninin anlaşılmasına yönelik rivayet ve dirayet merkezli bütün çalışmaları kuşatıcı bir faaliyet olarak nitelendirilmiştir.[4] Misal Rağıp el-İsfahanî’de tefsirin te’vilden daha genel olduğunu beyan edenlerdendir.[5] Suyutî’nin ‘el-İtkan’ isimli kitabında detaylı bir şekilde bildirdiği üzere Ebu Ubeyd ile bazı zatlara göre tefsir ve te’vil arasında fark yoktur.[6] Kapsayan kapsanan ilişkisi kurulmaksızın maksatları da kendileri de aynıdır. İşte ilahi hitabı, rivayet literatürü ve dirayet metodunun bütün imkânlarıyla anlama ve anlamlandırma faaliyeti uçsuz, nihayetsiz bir derya olduğundan, tefsir müstakil bir ilmî disiplin olarak tanımlanabilir mi? Yoksa tefsir müstakil bir ilim olmaktan ziyade bütün ilimlerin ilahi hitabın anlam derinliğini ve zenginliğini izahlandırmak için kullanıldığı, elden geçirildiği, ilişkilendirildiği bir aktarım sahası mıdır? Bu sualin cevabında da bir mutabakat sağlanabilmiş değildir.[7] Tefsir usûlündeki uzlaşılamamış problemlerin, sınır tayinindeki sıkıntıların ve müfessirlerin sahip olması gereken vasıfların belirlenmesindeki mutabakatsızlığın temelinde de bu belirsizlik bulunmaktadır. Bununla beraber tefsir çalışmaları İslam tarihinde bu belirsizlik ve problemlere rağmen birçok farklı metod savunusuyla, ilahi beyanı anlama ve anlamlandırma faaliyetine devam etmiştir. İşte bu kollardan dirayet tefsirinin alt dalı olarak ilmî/bilimsel tefsir metodu da ilahi hitabı anlamlandırma gayretinde kendi sahasındaki birikimden istifade etmek için çalışmıştır.

Yaratıcının amele, kalbî hassasiyetlere, ahirete, evveliyata ve daha birçok alana taalluk eden bildirmelerinin yanında kevnîyata, yaratılışa, fenne, biyolojiye ve yine birçok ilmî sahaya uzanan, bu sahadaki kavramlarla direk bağlantılı bulunan beyanların neyi ifade ettiği veya insanların bu alanlara dair düşüncelerini besleyecek, şekillendirecek ilahi kaynaklı bildirimlerin olup olmadığını, bu bildirmelerin var olan bulgularla uyuşup uyuşmadığını tespit etmenin sahası olan bilimsel tefsirin, müfessirler arasında Kur’an’ı anlamada ve mesajını aktarmada bir yöntem olarak kabul edilip edilemeyeceği muallâkta kalmıştır. Bir kısım âlimler bu sahanın lüzumlu olduğunu savunurken diğer bir kısım âlimlerse çeşitli gerekçelerle bu alanı reddetmiş ve tabiri caizse onu tefsir çeşidi olmaya layık bulmamışlardır Biz yazımızda genelde bilimsel tefsiri reddedenlerin özelde ise Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ün bilimsel tefsiri reddediş gerekçelerini inceleyip cevap vererek bilimsel tefsirin önemli bir tefsir sahası olduğu ve olması gerekliliğini ifade etmeye çalışacağız.

 Bilimsel Tefsiri Reddetme Gerekçelerinin Yetersizliği Üzerine

İlmî/bilimsel tefsiri reddedenleri yaşadığı en büyük problem bilimsel tefsiri tanımlama problemidir. Nitekim “ilmi tefsir; Kur’an ibaresinde, ilmi ıstılahları hâkim kılan ve muhtelif ilimleri ve felsefî görüşleri ondan çıkarmaya çalışan bir tefsirdir.”[8] tanımı gibi. Tanım çarpık olduğu için böylesi bir tanımdan hareketle ve bakışla varılacak sonuçta elbette çarpık olacaktır. Bilimsel tefsiri, Kur’an’dan ilim çıkarma uğraşısı olarak manalandırmak zaten tefsirin tanımı ve işlevi ile de denk düşmemektedir. Hâlbuki bilimsel tefsir, Kur’an’dan zoraki bir ilim çıkarmaktan ziyade var olan ilmi birikimin ilahi hitapta karşılığının olup olmadığını, uyuşup uyuşmadığını anlama ve tespit sahasıdır. Bunun dışında bir diğer tanımsal problemse bilimsel tefsiri reddedenlerin, reddedişlerini anlamlandırabileceğimiz ‘efradını cami ağyarını mani’ ölçüsünce sınırları çizen bir tanım yapılmaksızın gelişi güzel adeta bilim neyi çağrıştırıyorsa reddeder görünmeleridir.[9] Böylesi bir belirsizlikte reddedilen mefhumun hakikatte reddedenin zihninde neye tekabül ettiği bilinmediği için haklılık-haksızlık, doğruluk-yanlışlık tespiti de kâmil manada mümkün olmamaktadır. Hâlbuki tefsirin tanımını; “tefsir; malum ve mahud bir ilmî disiplin olarak değil, Müslümanların muhtelif bilim ve kültürlere ilişkin müktesebatının teşhir edildiği bir alan olarak değerlendirmek daha doğrudur.”[10] şeklinde veren ve kabul eden kimse için bilimsel tefsiri reddetmenin pek tutarlı olmadığı da aşikârdır.

Bilimsel tefsirin reddi gerekçelerinden bir diğer hatalı saptama ise bilimsel tefsirin Kur’an’dan bilimsel buluş çıkarma çabası olduğunu öne sürmektir.[11] Bu ithamın cevabı bilimsel tefsir metodunun en ciddi yürütücülerinden olan Tantavi Cevherî’nin tefsirinde verilmiştir. O; “Kur’an’da fıkha ait 150 buna mukabil ilim ve fenle ilgili 750 kadar ayet bulunmaktadır. Hal böyleyken Müslüman âlimler fıkıh ilmine ait pek çok eser telif etmişler; ancak kevnî/kozmolojik ayetler üzerinde sanki hiç durmamışlardır. Sayısı az olan ayetlerde derinleşip, çok sayıdaki ayetlerde cahil kalmak doğru mudur? Atalarımız fıkıhta âlim idiler, bizlere de kâinat ilimlerinde mütehassıs olmak yakışır.”[12] diyerek aslında bu metodu müdafaa edenlerin bu menhecten ne beklediklerini ve ne için yöneldiklerini içeriden biri olarak cevaplamaktadır.

Bilimsel tefsiri reddedenlerin kahir ekseriyetindeki ortaklık tarihselci bir Kur’an okumasına sahip olmalarıdır. Çünkü onlara göre; “Kur’an’ın, indiği toplumun kültür düzeyine uygun düşmesi en temel koşuldur.[13] veya yine aynı minvalde; “Kur’an lafızlarına ilk muhatapların bilmediği bir takım manaları yüklemek asla doğru değildir.[14] Hâlbuki sıhhatli bir yaklaşım ile bu reddediş gerekçelerinin kendi iddiaları aleyhine dönen bir söylem olduğunu fark etmemeleri enteresandır.  Çünkü “Herhangi bir dini sistem, kendine taraftar bulmak ve yayılmak istiyorsa bunun belki de en temel koşulu söz konusu toplumun kültür düzeyine uygun düşmesidir. Bir dini öğretinin yaygınlık kazanmayı amaçladığı tarihsel ve toplumsal vasattaki kültür düzeyinin gerisinde kalması ya da tersine bu düzeyin üstünde yer alması o öğretinin tutunma ve gelişip yaygınlaşma şansını ciddi bir biçimde zora sokar.”[15] diyen bir düşünce sahibi için İslam’ın ilk muhatap kitlesinden sonraki süreçte yerleşme ve yayılma gayesinin olduğunu kabul etmek nasıl mümkün olabilir? Çünkü Kur’an ilk muhatapları haricinde gelecek muhtemel muhataplarının hiçbiri ile onların kültür düzeyinde iletişim kuramayacak, bu savunuya göre altında kalacaktır! O zaman söz konusu muhatapların ilk muhataplar gibi aynı düzeyden, aynı sıcaklıkla ve rahatlıkla makul bir bağ kurması nasıl beklenilebilir? Böylesi söylemlerin yaratıcının adalet ve birçok sıfatına, Müslüman’ın zihninde zarar vereceği ve böylesi bir anlayış arazının tarihselci Kur’an okuması ile aşılamayacağı da aşikârdır.

Bilimsel tefsire karşı çıkanların yaptığı en genel yanlışlardan bir diğeri de ilmi tefsirle Kur’an’ın bilime tasdik ettirildiğinin düşünülmesi ve savunulmasıdır.[16] Misal olarak; “Kur’an’da bilimsel gelişmeler bulanlar, onun mucizesini gösterip onu yücelttiklerini düşünürken aslında Kur’an’ı bilime onaylatmakta ve onun altında bir konum vermektedirler.”[17] ifadesi ve benzerleri gösterilebilir. Bu savunuda bulunanların en temel argümanı hep aynı söylemdir fakat ne yazık ki bu söylem hakikati değil ajiteyi çağrıştırmaktadır. Çünkü birinci olarak Kur’an’da bugün var olduğu bilinen bilimsel olgulara dair bir işaret olduğunu ifade edenler bu söylemi Kur’an’ın doğruluğunu bilime tasdik ettirmek niyetiyle yapıyorlarmış şeklinde bir itham bulunmaktadır. Niyet okuması yapmayı bir kenara koyarak yaklaşınca böyle bir iddianın temellendirilmesi mümkün görünmemektedir. İkinci olaraksa bu savunu içerisinde basit bir mantık hatasını da barındırmaktadır. Şöyle ki; mesela Kur’an’da edebi incelikler bulunduğunu söylemenin Kur’an’ı edebiyata tasdik ettirmek olmadığı gibi yine Kur’an’ın birtakım bilimsel hakikatlere işaretlerde bulunduğunu ifade ettiğini söylemekte onu bilime onaylatmak değildir. Bu tarz yaklaşımlar Kur’an’ı ve bilimi birbirinin ikamesi ve rakibi gibi görme hatasını beslemektedir ve birbirlerinin arasını muhatapları açısından açmakta ve derinleştirmektedir.[18]

Bilimsel tefsirin mümkün ve makul olmayışını iki sahanın birbirinden tamamen ayrı olduğuna[19] dolayısıyla hiçbir zaman kesişmeyeceklerine[20] ve ortak paydalarının bulunmayacağına görüşüne hamlederek izahlandırmak, yaratıcının sıfatlarını ve Kur’an’ın insanlarla ilişkisini hatalı şekilde düşündürücü yaklaşımlardır. Böylesi bir iddianın kabulü halinde Müslümanın zihninde şöyle sorular belirebilir; ya Kur’an’da geçen ve bilimin kullandığı kavramlarla buluşan ortak ifadeler, bilim doğruyu hiçbir zaman ve konuda bulamayacağı için doğal olarak bilimle örtüşmez ve dolayısıyla böyle bir işaretin peşine düşmek isabetli değildir ya da bilim de doğru ve hakikatleri içerisinde barındırır (ki Kur’an bizzat âlemi ayet olarak nitelemektedir[21] ve muhatabını ona yöneltmektedir) lakin yaratıcının –hâşâ– hakikati bildirmekten ziyade muhatabını onun kültür sınırları içeride ikna etmek gibi bir muradı var! Bilimsel tefsir metodu ile Kur’an’ın ontolojik ve epistemolojik statüsünün sarsılacağını düşünerek reddedenler[22] aslında böylesi bir düşüncenin Kur’an’ın statüsünü nasıl bozduğunu ve bozacağını da tahayyül etmelidirler.

Öte yandan Kur’an’ın ilk muhatapları açısından müteşabih olan fakat ilerleyen süreçteki bilimsel faaliyetlerin ışığında anlamlandırılan ayetleri de göz ardı edemeyiz. “Birinin suyu tatlı ve kolay içimli, diğerininki tuzlu ve acı olan iki denizi salıverip aralarına da, karışmalarına engel olan bir sınır koyan Allah’tır.”[23] ve “Yarattığı her şeyi güzel yaratan, insanı başlangıçta çamurdan yaratan, sonra onun soyunu, bayağı bir suyun özünden yapan, sonra onu şekillendirip ruhundan ona üfleyen Allah’tır. Size kulaklar, gözler, kalbler verilmiştir. Öyleyken, pek az şükrediyorsunuz.”[24] gibi daha çokça çoğaltılabilecek ayetler bu duruma örnektir. Bugün bu ayetlerin bilimsel bilgilerin sunduğu verilerle daha rahat anlaşıldığı aşikârdır. Bu mutabakat ve zenginlik yalnızca ayetlerin değil hadislerinde anlamını derinliğini pekiştirmeye yaramaktadır. Misal; “Doğrusu yaratılışınız hikmet üzeredir. Sizden birinin yaratılışı annesinin karnında kırk gecede toparlanır. Sonra bir o kadar zaman içinde alaka olur. Yine bir o kadar zaman içerisinde mudga olur. Sonra ona bir melek gönderilir ve o kişinin rızkı, eceli, ameli ve said yahut şaki olduğu şeklinde dört hususu yazması ona emredilir. Ardından ruhu üflenir.”[25] gibi. Bu nassları daha anlaşılır kılan bilimsel verilerin nasslarla örtüşemeyeceğini, ilk muhatapların bu ayetlerdeki aktarımı açık bir şekilde anladığını iddia etmek mümkün görünmemektedir.[26]

Bütün bu reddediş gerekçelerinin dışında, bilimin sürekli geliştiği, kendini nakzetmeye dayalı bir yöntem ile ilerlemesi gerçeğindeki bir saha ile ilahi hitabı ilişkilendirmek doğru olmaz gerekçesidir. Tarafımızca diğerlerine kıyasla daha makul bir gerekçedir. Fakat bir müfessirin var olan bilimsel müktesebatı ilahi hitap ile ilişkilendirirken isabetli olamama ihtimali veyahud bu ilişkilendirmenin muhtemel yeni bir çalışma ile değişebileceği ihtimaline sığınarak bilimsel tefsiri reddetmek doğru kabul edilemez. Çünkü bu durum birçok tefsir metodu için mümkündür. Örneğin bir tasavvufî tefsirde müfessirin işaret ettiği mana başka bir müfessirin tasavvufî metodu, mertebesi vb. sebeplerle nakzedilebiliyor olmasından dolayı tasavvufî tefsiri red mi edeceğiz? Bu misaller çoğaltılabilir. Sözün nihayetinde bilimsel tefsir özellikle kendi sahasına taalluk eden kavramlarla ilgili arka planı gün yüzüne çıkarması, fark edilmeyen hikmetleri göstermesi ve birçok açıdan mühim bir tefsir dalıdır.[27] Kur’an’ı ve bilimi iki rakip gibi anlama duygusunu besleyen ilmî tefsirin reddi söylemi hatalı tanımlama, niyet okuma veya Kur’an’a kısmî yaklaşma veyahud tarihselci okumanın zorunlu sonucudur ve çokta sağlam gerekçelere yaslanmış değildir.

Bilimsel tefsirin topyekûn reddi, onun tefsir metodolojisi içerisindeki konumu ve reddinin doğuracağı problemlerin haricinde ve buna artı olarak felsefi ve ahlaki problemlere de gebe bir durumdadır. Şöyle ki bilimsel tefsiri reddeden bakışın en önemli gerekçesi “Kur’an’ın ilk muhataplarını aşan bir beyanda bulunmayacağı[28] ön kabulüdür. Dolayısıyla bugün bilimle ilişkili olarak anlamlandırdığımız ayetler aslında ilk muhatapların algısında ne anlama geldiyse o ayetten mana olarak alınabilecek olan odur, ne eksik ne fazlasıdır. Çünkü ayetlerin ‘apaçık’[29] olduğu bildirimi ancak ilk muhataplarıyla olan ilişkisine göre tasdik edilebilir. Böyle bir ilişki yoksa hitap nasıl muhkem olabilir veyahud Ashabın Kur’an’ı tam manasıyla anlamış olduğundan nasıl söz edilebilir! Mesela; “Kur’an’da tasvir edilen evren modeli aslında ilk hitap çerçevesindeki insanların kozmoloji tasavvurlarını yansıtmaktadır. Hâlbuki gerçekte gökyüzü ne bir çatı gibi tepemizde durmakta, ne de bir bedevi çadırı gibi dünyanın üzerini örtmektedir.[30] ifadeleri bu düşünce savunusunun bir neticesidir. Bu düşüncede ilk göze çarpan kusur, aşkın bir ilah kabulünden ziyade sınırlı, kısıtlı bir Rab tasavvurunun böylesi bir savunuyu destekleyebileceğidir. Çünkü beyanını muhtemel muhatapları içerisinden yalnızca ilk muhataplarına uygun bir formda gönderen, bütün muhataplarını ihata edici bir beyan şekli olmayan bir ilah nasıl aşkın ve bütün kâmil vasıflara haiz bir ilah tasavvuru olabilir? Öyle ki bu yaratıcıyı bütün vasıflarıyla kabul eden bir ‘içten’ okumanın değil de arızalı, eksik bir ilah düşüncesinin neticesi olarak doğabilecek ‘dıştan’, İslam harici bakıştan türemeye daha müsait görünmektedir. Nitekim Montgomery Watt’ın konuya ilişkin şu ifadeleri savımızı destekler niteliktedir; “Her dini metin gibi Kur’an da ilk muhataplarına kendi dilleriyle, kendi gelenekleriyle ve onların dünya görüşleri ile hitap eder. Eğer Kur’an –tesadüfen dahi olsa- yeryüzünün güneş etrafında dönüyor olduğunu söylemiş olsaydı, bu, o zamanki Araplar için inanılmaz bir şey olacaktı ve düşmanlarına Kur’an’ı reddetmek için ekstra bir gerekçe sunacaktı.”[31]

Hâlbuki Kur’an’ın, muhataplarının kültür ve algılarıyla paralellik yakalama kaygısı taşımaktan ziyade ilk neslin kültürel ve pratik kabullenişlerini alt üst eden bir devrim yaptığını söylemek ve onların kabullerini birçok konuda yerle yeksan ettiğini belirtmek daha isabetli olacaktır.

Bilimsel tefsir metodunun karşısına tarihselci Kur’an okumasını koyarak reddetmenin doğurduğu kabul edilemez başka bir yakışıksız neticesi daha bulunmaktadır. Şöyle ki faraza bugün Müslüman olacak olası bir Avrupalıya, Amerikan vatandaşına veyahud kendi coğrafyamızdaki birisine bizim önce şunu telkin etmemiz gerekmektedir: “Bu ilahi hitapta karşılaşacağın bilimsel kavramlar ve aktarımlar bugün bildiğin verilerle örtüşmez fakat sen bunlara takılma çünkü bu ifadeler ilk muhataplar içindi.” Şimdi ne kadar tuhaf ve hazin bir tablonun ortaya çıktığı umarım görülmüştür. Hâlbuki Kur’an’ın bilimsel tefsire uygun olmadığını tarihselcilik ile çürütmeye çalışan grubun argümanları da tam burada kendi aleyhlerine bir hüccet haline dönmektedir. Nitekim “Bir dini öğretinin yaygınlık kazanmayı amaçladığı tarihsel ve toplumsal vasattaki kültür düzeyinin gerisinde kalması ya da tersine bu düzeyin üstünde yer alması o öğretinin tutunma ve gelişip yaygınlaşma şansını ciddi biçimde zora sokar.”[32] Bu ifadeleri müdafaa eden kimseler için galiba Kur’an’ın ve İslam’ın ilk muhatapları haricindeki muhatapları nezdinde tutunma ve yaygınlaşma muradı yok. İlk muhatapların kültür düzeyinin üstünde olduğu için Kur’an’da bugün bulanan veya gelecekte bulunacak bir şeyin yer almasını makul bulmayanlar, bugünün Müslümanları için –onlara göre– kendi bilimsel seviyelerinin altında kalan bir hitapla muhatap olmasını nedense garipsememektedirler. İlk muhatap neslinden bugüne ‘müteşabihat’ tasnifi ile gelen ayetlerin varlığı da bizlere, ilk muhatapların bütün ayetleri ‘apaçık’ bir şekilde anlamadıklarının en somut ve tevatüren delilidir.

Bilimsel tefsirin topyekûn reddinin doğurduğu en ciddi ve itikadi problem ise Cenabı Hakk’ın dolaylı yoldan ‘yalan-yanlış haber veren’ olarak düşündürülmesi ve sunulmasıdır. Misal olarak; “Kur’an’da, dünyanın döndüğüne dair herhangi bir beyan bulunmadığı gibi, yuvarlak olduğuna ilişkin bir işarette yoktur. Hatta denilebilir ki yeryüzünün adeta bir döşek ya da halı gibi serildiğini belirten ayetlerden hareketle Kur’an’ın evren modeline göre dünya düzdür.[33] Bu kabule göre –haşa– Allah kullarına hakikati bildirmekten ziyade onların anlayacağı dilden konuşarak tabiri caizse kandırmaktadır. Böylesi bir olası tenkide karşı; “Kur’an’ın bilimsel verilere aykırı beyanlar içermesi onun değerini düşürür mü? Kesinlikle, hayır! Çünkü Kur’an ne ilk ne de müstakbel muhataplarının idrakine bilimsel bilgiler sunma iddiasında değildir.”[34] diyerek peşinen cevap vermeye çalışanlar –ki ne yazık ki- “Allah’ın beyanıyla muhatabına bilimsel bilgi sunma iddiası olmadığı sürece hakikati söylememe ve adeta onu kandırmasını” anlaşılan gayet tabiî görmektedirler.

Bu bakış, Cenabı Hakkın, el-Mü’min, el-Kuddûs, el-Hakem ve el-Adl gibi isimlerini hiçe saymakta ve zincirleme olarak bütün vasıflarını fasit duruma düşüren şirazesiz bir tavırdır. Allah, muhatabına –kültür düzeyinde hitap etmek için dahi olsa– hakikat dışı konuşma yakıştırmasından münezzehtir. Bu düşünceyi besleyen en güçlü gerekçe “ilk muhatap kitlenin düzeyini aşan hakikatlerden bahsedilmesinin o dönem kime ne faydası olabilir” düşüncesidir.[35] Hâlbuki Kur’an ilk nesle; “Allah bir sivrisineği, hatta üstündekini örnek vermekten sıkılmaz. İman edenler bunun Rablerinden bir gerçek olduğunu bilirler. Kâfirler ise: «Allah böyle bir örnek ile ne demek istemiş?» derler. Evet! Allah onunla birçoğunu da şaşırtır, yine onunla birçoğunu yola getirir. Onunla ancak fasıkları şaşırtır.”[36] ayeti ile onların anlayamayacağı, rahat bir şekilde kavrayamayacağı, ayetlerin yalnızca ilk muhatapların faydasına sunulmadığı misaller ve anlatımlar olduğunu ve bu ayetlerle ilgili hikmeti bildirmiştir.


Melikşah Sezen


[1] Zürkanî – Mehânil, c. 1, syf. 471; Demirci, Muhsin – Tefsir usûlü, syf. 20
[2] Demirci, Muhsin – a.g.e., syf. 20
[3] Öztürk, Mustafa – Tefsir tarihi araştırmaları, syf. 15
[4] Demirci, Muhsin – Tefsirde metodolojik sorunlar, syf. 201
[5] Bilmen, Ömer Nasuhî – Tabakatü’l-Müfessirin, c. 1, syf. 138
[6] Bilmen, Ömer Nasuhî – a.g.e., c. 1, syf. 138
[7] Demirci, Muhsin – Tefsirde metodolojik sorunlar, syf. 205; Öztürk, Mustafa – a.g.e., syf. 16-17
[8] Zülaloğlu, Fevzi – Temel kaynağımız kur’an, syf. 149
[9] Öztürk, Mustafa – Kur’an, tefsir ve usûl üzerine, syf. 29
[10] Öztürk, Mustafa – Tefsir tarihi araştırmaları, syf. 13
[11] Öztürk, Mustafa – Kur’an, tefsir ve usûl üzerine, syf. 29; Zülaloğlu, Fevzi – Temel kaynağımız kur’an, syf. 149
[12] Cevherî, Tantavi – el-Cevahir fi Tefsiri’l Kur’an, c. 25, syf. 53; Şeker, Mehmet Emin – Kur’an-ı kerim için bilimsel yorumun gerekliliği, syf. 316
[13] Öztürk, Mustafa – a.g.e., syf. 55-56
[14] Şeker, Mehmet Emin – a.g.m., syf. 317; Zehebî – et-Tefsir ve’l-Müfessirün, c. 2, syf. 491
[15] Öztürk, Mustafa – a.g.e., syf. 55-56
[16] Öztürk, Mustafa – a.g.e., syf. 57
[17] Gezer, Süleyman – Kur’an’ın bilimsel yorumu, syf. 17
[18] Şeker, Mehmet Emin – a.g.m., syf. 318
[19] Öztürk, Mustafa – a.g.e., syf. 57
[20] Öztürk, Mustafa – a.g.e., syf. 58
[21] Fussilet – 37, 53; Casiye – 3; Şura – 29
[22] Öztürk, Mustafa – a.g.e., syf. 57
[23] Furkan – 53
[24] Secde – 7-9
[25] en-Nevevî – Sahih-i Muslim bi Şerhi’n-Nevevî, Kader, 6390
[26] Bilimsel tefsirin tıbbi içerikli ayet ve hadislerle olan izahı ve derin uyumu için bknz; Özdemir, Merve – Hayatın başlangıcı ve sonu, İsar
[27] Demirci, Muhsin – Konulu tefsire giriş, syf. 70
[28] Şeker, Mehmet Emin – a.g.m., syf. 317; Zehebî – et-Tefsir ve’l-Müfessirün, c. 2, syf. 491; Öztürk, Mustafa – Kur’an, tefsir ve usûl üzerine, syf. 55-56
[29] Hacc – 16; Nur – 1; Bakara – 99, gibi toplam 18 ayette Kur’an’ın apaçık bir ilahi beyan olduğu ifade edilmektedir.
[30] Öztürk, Mustafa – Meal kültürümüz, syf. 63
[31] Öztürk, Mustafa – a.g.e., syf. 63-64
[32] Şâtıbî – el-Muvâkafat, c. 2, syf. 380-381
[33] Öztürk, Mustafa – a.g.e., syf, 62
[34] Öztürk, Mustafa – a.g.e., syf. 62
[35] Öztürk, Mustafa, a.g.e., syf. 67
[36] Bakara – 26


Melikşah Sezen
Muhasebe ve Finansman öğrt. ile İlahiyat fakülteleri okudu. Bunun haricinde muhtelif hocalardan akaid, kelam ve mantık dersleri aldı.