Tarih boyunca Şîa’nın, Şiî müelliflerin türlü propaganda taktikleriyle karşılaşmamız, bir hakikatin üzerindeki perdeyi aralıyor: Kerbelâ törenleri, “İran İslâm Cumhuriyeti”nin Kudüs mitingleri ve odak noktası Ehl-i Sünnet karşıtlığı (siz bunu “düşmanlığı” olarak da okuyabilirsiniz) üzerinden devşirilen ve nihayet, sürekliliğini bu düşmanlıkta bulan bir lanet ve nefret kültürü! Evet, Şîa, fırsat bulduğunda (Irak ve Suriye’de olduğu gibi) Ehl-i Sünnet’i “vahdet”, “kardeşlik” (!) çatısı altında toplamayı hayatın biricik gayesi hâline getirdiğini ilân ediyor. Hülâgû’yu Bağdat’a girmeye iknâ edeni, Fatimîleri, Şah İsmâil Safevî’nin idâreyi ele alınca yaptıklarını… şöyle bir göz önüne getirmek, bu nefret kültürünün takıyye maskesini aralamak noktasında da mühimdir hiç şüphesiz…
Çeşitli propaganda taktiklerini yıllarca –haklarını teslim edelim; gayet başarılı bir şekilde!- tatbik eden Şiîlerin çok da yeni olmayan bir başka usûllerini neşriyât alanında görüyoruz. Bu sadette, “Seyyid” Muhammed Musavi’nin Peşaver Geceleri isimli kitabı, dile getirilen iddiaların sıhhatinin bu ameliye ile ters orantılı olduğu ve fakat husûsen Ehl-i Sünnet gençlerin zihnini dumura uğratma noktasında tesiri olan bir neşriyât olarak dikkat çekiyor. Öyle anlaşılıyor ki, bir anlamda seyâhatname görüntüsü arz eden bu kitap, okuyucuları bir fikre iknâ etmek için hakikati ters-yüz etme ameliyesini icrâ ediyor ve bu yönüyle, mühim!
“Peşaver Geceleri”ne “İstanbul Celseleri” bize ne diyor?
Peşaver Geceleri’nin müellifinin, Musevi’nin takdimine inanılacak olursa, Hind diyarına seyâhati esnasında Peşaver kentine çağrılan yazar, burada birtakım “Sünnî âlimlerle” (…) münazarasının, mecliste bulunan ve hızlı yazı yazan gazetecilerin ertesi günkü gazete baskılarına yetiştirdiği deşifre metinlerini neşrettiğini ifâde ediyor. Burada hemen bir hususu tespit etmeliyiz: Her ne kadar Musevi böyle diyorsa da, gerek metnin farklı baskılarındaki ekleme-çıkarmalar, gerekse de mecliste bulunduğu iddia edilen “âlimlerin” (!) cılız iddia ve itirazları, bu metnin orada -eğer böyle bir münazara vuku’ bulduysa- bulunanların iddia/itirazlarını esasıyla nakletmekten uzak olduğunu ortaya koyuyor. Hâl böyle olunca, metnin sıhhati de, iddiaları da havada kalıyor!
Hemen söylemek gerekir ki Musevi’nin bu kitabı, Ebubekir Sifil Hoca’nın da ifâde ettiği gibi[1] bir kurgudan ibarettir ve yine eklemeliyim ki bu mizansen, başarılı bir tiyatrodan farksızdır! Zira Musevi bu mizansenin arka planını ne kadar saklarsa saklasın, bu hakikat kendisini aşikâr ediyor. Sözgelimi, muhataplarından Hafız (yani Muhammed Raşid) olarak tesmiye edilen “Sünnî âlim” (!) ile ilgili verilen bilgi (biraz da kötü bir Türkçe ile) şöyle:
“Ehl-i Hadis ıstılahında “Hafız” kelimesi için çeşitli mânâlar söylenmiştir. Mesela “Hafız”, metin ve senet bakımından yüz bin hadise iyice ilmi olan kimseye denir. Yine hafız, Allah’ın kitabını ve Peygamberin sünnetini koruyan kimseye denir. İşte bundan dolayı Şîa ve Sünnî âlimlerinden çoğuna Hafız diyorlardı.”[2]
Esasen bu anlatım, bu hâliyle pek de sırıtmıyor; fakat bu dipnotun verildiği cümlede yazarın, Peşaver’de şahsına “Sahib kâbe” denildiğini, fakat kendisinin bu tâbiri değiştirerek kendisine “Davetçi”, muhataplarından biri olan Muhammed Raşid’e ise Peşaver Geceleri metninde “Hafız” ismini verdiğini söylemesi ve az ileride, yine aynı sayfada yukarıda alıntıladığımız açıklamayı yapması bilhassa alt yapısı olmayan okurun, böyle ilmî derecesi kâvi olduğu söylenen bir kişinin -kitap içerisinde görüleceği gibi- muhatabını ilzâm edememesini, gereksiz ve temelsiz iddia/itirazlarını Ehl-i Sünnet’e mâl edeceği anlamına da gelmez mi? Ve bir diğer soru; zaten maksat da bu değil mi?
Söz buraya gelmişken, –Ebubekir Sifil Hoca’nın sık sık işaret ettiği- telbislerden birine burada temas etmekte fayda mülahaza ediyorum: Kitabın künyesinde, dipnotlara birtakım eklemeler yapıldığını görmek Şiî müelliflerin bu gibi neşirleri nokta-i nazarından bakıldığında pek de şaşırtıcı değil fakat kritik soru şu: Bu “eklemeleri” kim, neden yaptı? Muhataplar karşısında söylenmemiş (ve dolayısıyla “cevapları verilmemiş”) bu eklemelerle yapılmak istenen gayet açık değil midir?
Açıktır ki yazar, bu ve benzeri gayretkeşlikleriyle okuyucu üzerinde psikolojik bir hâkimiyet kurmaya gayret etmekte, fikren ve zihnen okurları bir noktaya sevk etmeye çalışmaktadır. Garip olan ise, Ehl-i Sünnet’in büyük âlimlerinden olduğu iddia edilen bu zâtların bir-iki oturum sonrasında “akıllarının başlarına geldiğinin” ve artık münazaradan çok “hidâyete ulaşmak için” müellifin yanına geldiklerinin ihsas edilmesi (nitekim kitabın sonunda, tövbe ederek Şiî olanlar da olacak)!
Bu büyük âlimlerin ilmî seviyeleri ne kadar yüksektir ki, Peşaver Geceleri’nin yazarının iddialarını tahkik etme gereği duymazlar, onun Ehl-i Sünnet’i ilzâm etmesine medâr olacak gereksiz iddiaları ardı ardına sıralarlar, anlamak güç doğrusu.
Yeni baskısı 800 küsur sayfayı bâliğ olan işbu eser, Âlem-i İslâm’ın dört bir köşesinde propagandist Şiîlerin “başvuru eseri” olma özelliğine sahip ve şüphe yok ki, müellifin iddialarının topluca tahkik ve tenkidinin yapılıyor olması ciddi bir boşluğu dolduruyor ve sevindirici. İşte, Ebubekir Sifil Hoca’nın bu neşriyâtının ehemmiyeti de burada tebârüz ediyor: Bir iddianın “sıhhatinden” ziyâde, literatüre girmiş olması onun çok yönlü olarak da ele alınması gerektiğini ifâde eder, fehvasınca “Peşaver Geceleri’ne Reddiye” derslerine başlayan Hoca’nın, kaynaklarını ve hassas noktalarını göstererek kaleme aldığı İstanbul Celseleri – I, Peşaver Geceleri’nin –cevap verilmeye değer- iddialarını ele alarak mevsukiyetini tahkik, tahlil ve tenkid ediyor; müteakip ciltleri de –nasibse- peyderpey neşredilecek.
Namazların cem’ edilmesinden Hazreti Ali (r.a)’ın kabrinin tespit edilmesi meselesine; Abdullah b. Sebe’ diye birinin tarihte vâr olup olmamasından Ka’b el-Ahbâr ve Vehb b. Münebbih gibi zâtların kim olduklarına; Hilyetü’l-Evliyâ gibi kimi Sünnî kaynaklarda yer alan uydurma rivâyetlerin açıklamasından yine Sünnî kaynaklarda yer alan ve Şîa’nın üstünlüğünü/ayrıcalığını ifâde eden rivâyetlerin sıhhatine… Musevi’nin iddiaları ilmî, ahlâkî sınırlar çerçevesinde sorgulanıyor.
Evet, Musevi’nin müstakil oturumların deşifre metinlerini defalarca gözden geçirerek neşrettiği Peşaver Geceleri, İstanbul Celseleri’nde muhakeme ediliyor, demek doğruya uzak bir kanaat olmayacaktır.
Zihni dumura uğrayan Müslüman gençlerin, böylesine kıymetli bir eseri kütüphanelerinde bulundurmalarının gerekliliğine, eseri mütalaa ettikten sonra karar vereceklerini düşünmemek ne mümkün…
Dipnotlar:
[1] Bkz. Ebubekir Sifil, İstanbul Celseleri: Şîa’nın Peşaver Geceleri İsimli Kitabına Reddiye, Rıhle Kitap, İstanbul 2018, s. 14.
[2] Seyyid Muhammed Musevi, Peşaver Geceleri, terc. Komisyon, Kevser Yayınları, İstanbul 2015, s. 21, 1. dipnot.
Cevapla