Kur’an ve Sünnet’e Göre Tevessül

Bir önceki yazımda zât ile tevessülün şirk olduğunu iddia edenlerin delillerini ve bu delillerden hareketle yapmış oldukları ihticâcın butlanını izah etmeye çalışmıştım. Bu yazımda da Kur’ân-ı Kerîm ve sünnet-i seniyyede tevessülün meşruiyetini ifade eden delilleri, sahabe-i kirâm ve selef-i salihînden (r.anhüm) tevessülde bulunduklarına dair rivayetleri ve (zat ile tevessüle karşı çıkan zümrelerin başında gelmeleri hasebiyle) Selefilerce muteber addedilen bazı alimlerin tevessül hakkındaki görüşlerini nakletmeye çalışacağım.

 

Tevessülün Meşruiyetine Delâlet Eden Ayeti Kerimeler

1-)يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ وَابْتَغُواْ إِلَيهِ الْوَسِيلَةَ وَجَاهِدُواْ فِي سَبِيلِهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

(Ey iman edenler Allahtan ittika edin,ona yaklaşmaya vesile arayın ve onun yolunda cihad edin ki, kurtuluşa eresiniz….Maide-35)

‘Vesile’ kelimesi kendisiyle başkasına yaklaşılan şey manasına gelmektedir.[1] Ayet-i kerimede zikredilen ‘Vesile arayınız’ emri, umum bir ifade olması hasebiyle -zat ile tevessülde dahil olmak üzere- meşrû surette yapılan her türlü tevessülü tazammun eder. Dolayısıyla tevessülü inkar eden çevrelerin ayetin mefhumunu, salih ameller, esmâü-l hüsna yahut dua ile tevessüle tahsis ederek ‘zat ile tevessülü’ bundan istisna etmeleri isabetsizdir. Zîra ‘Umum ifade eden bir hükmün, delilsiz ferde tahsisinin caiz olmadığı’ usul ilminden biraz haberdar olanların malumudur. Bu sebeple, ayetin mefhumundan istisna edebilmek için zat ile tevessülün gayr-ı meşrû olduğunu gösteren sağlam başka delillere ihtiyaç vardır. Binaenaleyh bu ayetin kapsamından zat ile tevessülü çıkarmanın ilmî hiçbir dayanağı bulunmamaktadır.

Ayrıca şunu da belirtelim ki ayetteki ‘vesile arayınız‘ emrinin zat ile tevessülü de ihtiva ettiği yalnızca lafzın umumu itibariyle verilmiş bir hüküm değildir. Aksine İbn-i Abdilberr’in el-İstiâbındaki, Hz. Ömer‘den (r.anh) nakledilen şu rivayet de kanaatimizi doğrulamaktadır: ”Hz. Ömer, Hz. Abbas’ı vesile edinmek suretiyle yapmış olduğu yağmur duasından sonra ‘Vallahi bu Allah’a bir vesiledir. Ve onun katından bir rütbedir.” buyurmuştur.[2] (Rivayetin tamamı aşağıda zikredilecektir.)

2-)  وَأَمَّا الْجِدَارُ فَكَانَ لِغُلَامَيْنِ يَتِيمَيْنِ فِي الْمَدِينَةِ وَكَانَ تَحْتَهُ كَنزٌ لَّهُمَا وَكَانَ أَبُوهُمَا صَالِحًا فَأَرَادَ رَبُّكَ أَنْ يَبْلُغَا أَشُدَّهُمَا وَيَسْتَخْرِجَا كَنزَهُمَا رَحْمَةً مِّن رَّبِّكَ وَمَا فَعَلْتُهُ عَنْ أَمْرِي ذَلِكَ تَأْوِيلُ مَا لَمْ تَسْطِع عَّلَيْهِ صَبْرًا   

(Duvar ise, o şehirde iki yetim oğlana ait idi. Duvarın altında onların bir hazinesi vardı. Babaları da iyi bir kimse idi. Onun için Rabbin istedi ki o iki çocuk erginlik çağlarına ersinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar. Ve ben bunların hiçbirini kendiliğimden yapmadım. İşte senin sabredemediğin şeylerin içyüzleri budur… Kehf Suresi-82)

Hz. Musa ve Hızır (a.s) arasında geçen yolculuğun hikaye edildiği bağlamda zikredilen bu ayet-i kerimede, Hızır (a.s)’ın yolculukları esnasında karşılaştıkları, yıkılmak üzere olan bir duvarını tamir etme sebebi beyan ediliyor. Ayet-i kerimenin konumuzla alakalı olan kısmı ‘Babaları da salih bir kimseydi. Onun için Rabbin istedi ki..’ ifadeleridir. Görüldüğü üzere Hz. Allah salih bir kulunun hürmetine evlatlarını dünyevî nimetlere mazhar ediyor.  İşte bu ayet-i kerimeden hareketle Hz. Ömer Efendimiz, Hz. Abbas (r.a.) ile tevessül ederken şöyle buyurmuştur: Allahım! Biz Peygamberimizin (s.a.v.) amcası ile sana yaklaşıyor ve onun şefaatçi olmasını diliyoruz. Peygamberin için (hürmetine) onu gözet. Nitekim sen, ana babasının iyilik ve salâhı sebebiyle iki yetim çocuğu gözetmiştin..[3]

Hz. Ömer Efendimizden nakledilen bu rivayet, ayet-i kerimeden zat ile tevessülün caiz olduğu hükmüne varılabileceği hususunda kifayet eder. Şayet böyle bir rivayet olmasaydı bile biz bu ayetin tevessülün cevazına delil olabileceğini söylerdik. Zira, Cenab-ı Hakk’ın salih kulları hürmetine başka kullarını nimetlendirdiği hususu sabit olunca ‘o salih kulların hürmetine’ diyerek dua etmenin meşru sebeplere sarılmaktan başka bir şey olmadığı da zahir olur. Binaenaleyh hem rivayeten hem de dirayeten ayet-i kerime zat ile tevessülün meşrûiyetine delildir.

3-) وَمَا أَرْسَلْنَا مِن رَّسُولٍ إِلاَّ لِيُطَاعَ بِإِذْنِ اللّهِ وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذ ظَّلَمُواْ أَنفُسَهُمْ جَآؤُوكَ فَاسْتَغْفَرُواْ اللّهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُواْ اللّهَ تَوَّابًا رَّحِيمًا

(Biz herhangi bir peygamberi gönderdikse, sadece Allah’ın izniyle itaat edilsin diye gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelip günahlarına mağfiret dileselerdi, peygamber de onların bağışlanması için dua ediverseydi, elbette Allah’ı tevbeleri kabul eden ve merhametli bulacaklardı… Nisa-64)

Ayet-i kerimede nefsine zulmeden günahkarların Rasûlullah Efendimizin (s.a.v) huzuruna gelmeleri ve Efendimizin (s.a.v) de onlar adına istiğfar etmeleri durumunda affolunacaklarının haber verilmesi, tevessülün meşruiyetine hatta lüzumuna apaçık bir delildir.

Ayet-i celîlede mezkur zümrenin irtikâb ettikleri ma’siyetin akabinde yalnızca Cenab-ı Hakk’a istiğfar etmeleri ile iktifa edilmemesi manidardır. Zira, zat ile tevessüle karşı çıkan zümreler ‘Hz. Allah tevvâb ve rahîmdir, allâmu-l guyûbdur, kuluna şah damarından daha yakındır. Allah ile kulu arasına kimse giremez. Tevessüle ne hacet!’ diyorlar. Oysa bu ayet-i kerime ise sanki şöyle bir mesaj içeriyor: ‘Evet Hz. Allah size şah damarınızdan daha yakındır. Mâlik-ül mülk de, günahları affeden de yalnızca O’dur. Lâkin bütün bu hususlar Rabbinizin sizi affetmesine vesile aramanıza mani değildir. Zîra alemlere rahmet olarak gönderdiği, kendisine Kur’an-ı Hakim’in hiçbir yerinde risalet vasfını zikretmeksizin mücerred ismiyle hitap etmeyecek kadar sevdiği Muhammed Mustafa’sının (s.a.v.) onun katında çok kıymetli bir mevkii vardır. Dolayısıyla onun istiğfarı sizin affolunmanıza pek büyük bir vesiledir.’

Buna benzer durumlar Kur’an-ı Hakîmin başka yerlerinde de mevcuttur. Örneğin, Yusuf Suresinin 97 ve 98. ayetlerinde Yusuf a.s’ın kardeşlerinin, babaları Hz. Yakub‘dan, bağışlanmaları için Allah’a istiğfar etmesini istedikleri şöyle hikaye ediliyor:” (Oğulları) dediler ki: Ey babamız!(Allah’tan) bizim günahlarımızın affını dile! Çünkü biz gerçekten büyük günah işlemiştik.(Yakub a.s. da) dedi ki: Sizin için Rabbimden ilerde bağışlanma dileyeceğim. Şüphesiz o çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir…

Şüphesiz oğullarının Hz. Yakub (a.s.)’dan istiğfar talepleri, onun Allah nezdindeki kıymetini bilmeleri ve yapmış olduğu duanın müstecab olacağına olan itikadlarındandır. İşte mü’minlerde ‘Peygamberimizin hürmetine’ diye dua ederken böyle bir mülahaza ile hareket ediyorlar.

Bu ve benzer ayet-i kerimelerin sarahatine rağmen, zat ile tevessüle karşı çıkmaya çalışan kimseler bu ayetlerin ancak dua ile tevessüle delil olabileceğini söylüyorlar. Oysa biraz akıl ve insaf sahibi kimselerin dua istemek ile kendi duasında ‘o kimse hürmetine’ demesi arasında bir fark görmeyeceğini düşünüyorum. Netice itibariyle bizler bir Müslüman kardeşimizden dua istediğimizde de onu Allah-ü Teâlâ ile aramıza vasıta yapmış oluyoruz. Dua istemeyi meşru görüp ‘bir kimse hürmetine’ demenin şirk olduğu hükmüne varanlar hangi mantık ilkelerinden hareket ediyorlar anlamak gerçekten güç. Kanaatimce bu kimseler şayet Peygamberlerden istiğfar talebine delalet eden ayetler olmasaydı, bir kimseden dua istemeyi de ‘Yalnız sana kulluk eder yalnız senden yardım dileriz… (Fatiha Suresi-4)’ ayeti bağlamında değerlendirip meşru görmeyeceklerdi.

4-)وَلَمَّا جَاءهُمْ كِتَابٌ مِّنْ عِندِ اللّهِ مُصَدِّقٌ لِّمَا مَعَهُمْ وَكَانُواْ مِن قَبْلُ يَسْتَفْتِحُونَ عَلَى الَّذِينَ كَفَرُوا فَلَمَّا جَاءهُم مَّا عَرَفُواْ كَفَرُواْ بِهِ فَلَعْنَةُ اللَّه عَلَى الْكَافِرِين

(Kendilerine ellerindekini (Tevrat’ı) tasdik eden bir kitap (Kur’an) gelince onu inkâr ettiler. Oysa, daha önce (bu kitabı getirecek peygamber ile) inkârcılara (Arap müşriklerine) karşı yardım istiyorlardı. (Tevrat’tan) tanıyıp bildikleri (bu peygamber) kendilerine gelince ise onu inkâr ettiler. Allah’ın lâneti inkârcıların üzerine olsun….Bakara-89)

Bu ayet-i celilenin beyanına göre Peygamber Efendimizin bi’setinden evvel Yahudiler, Tevratta vasfını görmüş oldukları ahir zaman Nebisini vesile edinerek, Müşriklere karşı Hz. Allah’tan fetih talep ediyorlardı. Ayet-i kerîmenin ifade etmiş olduğu mananın bu olduğuna dair tefsirlerde ve sebeb-i nüzül kitaplarında hayli beyânât mevcuttur. Sözgelimi; Beğavi[4],Kurtubî[5], Suyûti[6], Âlûsî[7] gibi birçoğu Vehhabilerce de müsellem olan müfessirîn bu ayetin tefsirinde şu rivayeti zikrediyorlar:

“Yahudiler başlarına bir musîbet geldiği,bir düşman kendilerine ansızın saldırdığı zaman:’Ey Allahım! Onlara karşı ahir zamanda gönderilecek olan, sıfatını Tevratta bulmakta olduğumuz Nebî hürmetine bize yardım et.’diye dua ederler ve muzaffer olurlardı.”

Malum olduğu üzere Kur’an ve Sünnette geçmiş ümmetler hakkında zikrolunan herhangi bir hüküm zemme yahut neshe konu olmadığı takdirde ümmet-i Muhammed için de geçerlidir. Binaenaleyh, ehl-i Kitabın Rasulullah Efendimizle istiftah etmesi caiz olunca bizim dualarımızda onu vesile kılmamız evleviyetle caiz olur.

 

Rasulullah Efendimiz ve Sahabe-i Kiramdan Tevessüle Dair Rivayetler

1-) Osman b. Huneyf (r.anh) anlatıyor: Gözleri görmeyen bir adam Rasulüllaha (s.a.v.) gelerek:

-Ya Rasulallah! Gözlerimi iyileştirmesi için Allah’a dua et, dedi. Rasulullah Efendimiz(s.a.v.):

-İstersen dua edeyim, istersen sabredersin! Sabretmek senin için hayırlıdır, buyurdu. Adam:

-Allah’a dua buyur, deyince Rasulullah (s.a.v.) onun güzelce abdest almasını ve şu duayı yapmasını emretti:

“Allahım! Peygamberin; rahmet peygamberi Muhammed ile senden istiyor ve sana yöneliyorum. Ey Muhammed!… Şüphesiz ki ben şu hacetimin giderilmesi hususunda seninle Rabbime yöneldim. Ey Allahım! O’nu benim hakkımda şefaatçi kıl.[8]

İçlerinde Tirmizî, İbn-i Hibban, Hâkim, Taberânî, Ebu Nuaym, Beyhakî, Zehebî ve Münzirî gibi isimlerin bulunduğu sayıları 15’e yakın hadis hafızı bu rivayetin sıhhatine hükmetmişlerdir.[9]Yani rivayetin sıhhatinde şüphe yoktur. Ayrıca Ahmed b. Hanbel’in rivayetinde ‘Adam söyleneni yaptı ve şifa buldu.’ ziyadesi mevcuttur.[10]

Rivayette görüldüğü üzere amâ olan bir Sahabîye, Rasülüllah Efendimiz (s.a.v) kendisini duasında vesile edinmesini tavsiye etmiş, bu tavsiyeye ittibâ eden Sahabî (r.anh) de Allah’ın izniyle şifa bulmuştur. Bu sahih rivayetin zât ile tevessüle apaçık bir delil olduğu ortadadır.

Selefîler de rivayetin sıhhatini itiraf etmektedirler.[11]Yani rivayetin sıhhatinde ittifak mevcuttur. Lakin Selefiler bir takım te’villerle bu rivayetin ancak dua ile tevessüle delil olabileceğini iddia ediyorlar. Bunun zorlama bir yorum olduğu son derece açıktır. Zira, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) dua etmek istese o anda eder, adamı abdest alıp iki rekat namaz kılarak bu şekilde dua etmesi için göndermezdi. Zaten Selefiler de yapmış oldukları te’vilin tutarsızlığının farkındadırlar. Nitekim, Selefî bir alim olan Elbâni de bu rivayeti te’vil etmek için yaptığı zorlama yorumlardan sonra işi biraz gevşeterek şöyle diyor: ‘Şayet ama adam gerçekten Rasülüllah’ın (s.a.v.) zatı ile tevssülde bulundu ise, bu tevessül çeşidi Peygamber’e has bir hüküm olur. Diğer Peygamberler ve salihler bu hükme dahil olmaz.’[12]

Görüldüğü üzere bu rivayetin zât ile tevessül için apaçık bir delil olduğu ortadadır. Elbâni’nin bu rivayeti yalnızca Peygamberimizle(s.a.v.) tevessüle inhisar etmesi de delilden yoksun olmakla birlikte aşağıda nakledeceğim üzere, Rasülüllah Efendimizin (s.a.v.) bizzat kendisinin dahi geçmiş Peygamberlerle ve ümmetin fakirleriyle tevessül ettiğine dair rivayetlerin mevcudiyeti de bu tevili geçersiz kılmaktadır.

Son olarak, Selefiler ‘bu rivayet zat ile tevessüle delil olabilirse bile bu ancak Efendimiz’in (s.a.v.) hayatıyla sınırlıdır.’ gibi bir itiraz da öne sürebilirler. Fakat zikredeceğim şu rivayet onların bu itirazını da cevaplandırmaya kafidir:

2-) (Hz. Osman Efendimizin hilafeti döneminde) Bir adam, bir haceti için Hz.Osman‘a gelir giderdi. Fakat Hz. Osman ona aldırış etmezdi. Derken adam Osman b. Huneyf’le karşılaştı ve durumu ona arzetti. Bunun üzerine Osman b. Huneyf ona şunları söyledi:

– Su kabını getir ve abdest al. Sonra mescide git ve iki rek’at namaz kıl. Sonra da, “Allahım! Peygamberimiz, rahmet peygamberi Muhammed ile senden istiyor ve sana yöneliyorum. Ya Muhammed! Seninle hacetimin yerine getirilmesi için Rabbime yöneliyorum” diye söyle ve ihtiyacını arzet. Sonra bana gel de beraber (Hz. Osman‘a) gidelim! Nihayet adam gitti ve onun kendisine söylediklerini yaptı. Sonra Hz. Osman‘ın kapısına geldi. Kapıcı gelip adamın elinden tutarak Hz.Osman ‘ın huzuruna götürdü ve sergi üzerine Hz. Osman‘ın yanına oturttu. Hz.Osman:

-Nedir hacetin? diye sordu Adam hacetini söyledi ve Hz. Osman da onun işini gördü. Sonra Hz. Osman, şu vakte kadar senin hacetini hatırlamamıştım, bundan böyle bir işin olursa bize gel! dedi Adam Hz. Osman‘ın huzurundan ayrıldıktan sonra Osman b. Huneyf‘le karşılaştı ve ona:

 – Allah seni hayırla mükafatlandırsın (Rabbim senden razı olsun!).Benim hakkımda sen Hz Osman’la konuşana kadar işime bakmıyordu, dedi. Osman b. Huneyf de:

– Vallahi, senin hakkında Hz. Osman‘la görüşüp konuşmamıştım. Ancak ama bir adamın Peygamber’ e (s.av..) gelerek duyduğu rahatsızlıktan şikayeti üzerine Rasulullah’ın ona “Sabreder misin?” dediğine şahit oldum. Adam:

 -Ya Rasullallah! Yanımda (elimden tutarak) beni götürecek kimse yok! Bu ise benim için hakikaten çok meşakkatli olmaktadır, dedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.):

-Su kabını getir ve abdest al. Sonra iki rek’at namaz kıl. Daha sonra da şu şekilde dua et, buyurdu. Osman b. Huneyf diyor ki: Vallahi biz henüz ayrılmamıştık, aramızdaki konuşma uzamıştı. Derken o ama adam geldi. Sanki onda hiçbir rahatsızlık olmamıştı (ve daha önce ama değildi).[13]

Bu hadiseyi Taberânî, Heysemî, Münzirî, Ebu’l Hasen el-Makdisî gibi hadis alimleri nakletmiş ve sıhhatine hükmetmişlerdir. Ayrıca Ebu Nuaym ve Beyhakî’de Delâil‘de sahih senedlerle nakletmektedirler.[14]Binaenaleyh, yukarıda zikrettiğim iki sahih rivayet (gerek irtihalinden evvel gerekse sonra) Efendimiz’in (s.a.v.) zatıyla tevesüsülün meşruiyyetini açıkça ifade etmektedirler.

Bir sonraki rivayete geçmeden önce merhum Bozkırlı Abdullah Fevzi Efendi‘nin tevessül meselesiyle alakalı yazdığı nefis risalesinde Osman bin Huneyf (r.anh)  rivayetiyle alakalı ilmi izahlarından sonra yazdığı şu satırlarını nakletmek isterim: ”Görülüyor ya, ni’met-i ru’yetten (görme nimetinden) külliyen mahrum olan bir a’ma sinedeki nur-i basiret sevkiyle hakikati idrak ediyor da, tevessül-i Muhammedi sayesinde basireti gibi başarı (gözleri) da açılıp aydınlığa eriyor. Vehhabilik alemi ise a’ma kadar bir eser-i irfan gösteremeyerek hala tevessülü inkar veya daire-i şumulunu tahdit suretiyle bir nass-ı sarihi te’vile sataşarak bir a’may-ı mutlak içinde bir bakar-kör halinde bocalayıp kalıyor.”[15]

3-) Enes’ten (r.a.) rivayet edildiğine göre, halk kıtlığa maruz kaldığında Ömer b. Hattab (r.a.), Abbas b. Abdilmuttalib ile istiskada (yağmur duasında) bulunarak:

-Allahım! Peygamberimiz ile sana tevessül ederdik de bize yağmur verirdin. (Şimdi ise) Peygamberimizin amcası ile sana tevessül ediyoruz, bize yağmur ver! derdi. Bunun üzerine yağmur yağar ve halk suya kavuşmuş olurdu.[16]

İmam Buhari‘nin nakletmiş olduğu bu rivayetin de sıhhatine söylenebilecek söz yoktur. Tevesüüle itiraz eden Selefiler de bu rivayetin sıhhatini ikrar etmişlerdir. Fakat, onlar tevessüle karşı çıkmaya azmetmiş olmaları hasebiyle bu rivayeti de şöyle bir zorlama yorumla te’vil ediyorlar: ‘Rivayette geçen ‘Peygamberimiz ile’ ve ‘Peygamberimizin amcası ile’ sözlerinden kasıt ‘onların duası ile’ demektir. Burada ‘dua’ kelimesi zikredilmemişse de muzaaf olarak takdir edilmelidir.’[17]

İşte görüldüğü üzere Selefilerin tevessülü reddedeyim derken düşmüş oldukları trajikomik durum budur. Onların bu tevili kabul edilse dahi bir kimsenin duası ile tevessül etmekle Allah katındaki kıymeti ile tevessül etmek arasında iman ve şirk arasındaki gibi uçurumlar olamayacağı ortadadır. Nitekim, ‘Allahın dualara icabet edeceğini, şah damarından daha yakın olduğunu’ ifade eden ayetler pekala bir kimseden dua istemeyi meşru görenler içinde problem teşkil etmelidir.

Yine şu rivayette kanaatimizi desteklemektedir.

4-) Ümeyye b. Abdillah b. Halid b. Esed diyor ki: “Rasulullah (s.a.v.), muhacirlerin fakirleri ile (Allah’tan) zafer isterdi.[18]

Bu rivayeti Taberâni el-Mûcemü-l Kebîr‘inde rivayet etmiş ve Heysemî’de bu rivayetin senedinde bulunan ravilerin ‘Sahih’in’ ricali olduğunu söylemiştir. İbn-i Teymiye de hadisin Rasül-i ekrem Efendimize(s.a.v.) nisbetini kabul etmektedir.[19]

5-) Enes b. Malik(r.a.) diyor ki: Ali b. Ebî Talib‘in annesi Fatıma bint Esed b. Hişam vefat ettiğinde Rasulullah(s.a.v.) yanına girerek onun başucunda oturmuş ve şöyle buyurrnuştur: “Allah sana rahmet eylesin anneciğim! Sen benim ikinci annem idin. Kendin aç kalır,beni doyururdun. Kendin açık durur, beni giydirirdin. Güzel yiyeceklerden kendini alıkoyar, bana tattırırdın. Böyle yapmakla da hep Allah’ın rızasını ve ahiret yurdunu gözetirdin”. Sonra Rasulullah (s.a.v.) onun üç defa gasledilmesini emretti… Sonra da kabir kazmaları için Üsame b. Zeyd, Ebû Eyyüb el-Ensârî, Ömer b. el-Hattab ve zenci bir genci çağırdı. Onlar kabrini kazdılar .Lahide ulaştıklarında ise Rasulullah (s.a.v) onu eliyle kazdı ve toprağını yine eliyle çıkardı. Kazı işi bittiğinde, Rasulullah (s.a.v.) kabrin içine girdi ve orada yan yatarak şöyle buyurdu: “Dirilten ve öldüren Allah’tır. Hiç ölmeyen diridir O.Rabbim! Annem Fatıma bint Esed’i mağfiret eyle. Hüccetini (kelime-i tevhidi) ona telkin et ve onun kabrini geniş/rahat kıl! Peygamberinin ve benden önceki peygamberlerin hakkı için dua mı kabul buyur. Şüphesiz sen merhametlilerin en merhametlisisin!”. Nihayet Rasulullah (s.a.v.) cenaze için dört tekbir getirdi ve onu kendisi, Abbas ve Ebu Bekir es-Sıddık(r.anhüm) kabre koydular.[20]

Bu hadîsi İbnu Hibbân ve Hâkim sahîh bulmuşlar, Taberânî de el-Kebîr’de ve el-Evsat’da İbnu Hibbân’ın ve Hâkim’in sika kabûl ettiği Ravh İbnu Salâh’ın bulunduğu bir senedle rivâyet etmişdir. Diğer râvîleri de el-Heysemî’nin el-Mecmâ’da ifâde ettiği gibi, Sahîh’in râvîleridir.[21]

Hadisin konumuzla alakalı kısmı Rasulüllah Efendimiz’in(s.a.v.) ‘Peygamberinin ve benden önceki Peygamberlerin hakkı için(hürmetine) duamı kabul buyur’ sözleridir. Rasulüllah Efendimiz’in (s.a.v.) geçmiş Peygamberlerle tevessül etmesi bizim için de bunun meşruiyetine delildir.

Şimdi merfû ve mevkuf rivayetlere burada nihayet verip mezhep imamlarından ve Selefilerce de muteber sayılan bazı alimlerden nakledilen rivayetleri aktaralım.

 

Mezhep İmamlarından ve Selefilerce Muteber Kabul Edilen Alimlerden Tevessülün Meşruiyetine Dair Nakiller

1-) İbn-i Hacer, el-Hayratü’l Hisan adlı kitabında İmam Şafi Bağdat’ta Ebu Hanife’nin (r.a.) kabrine gelip onunla Hz.Allah’a tevessülde bulunurdu.” diyor.[22]

2-) İbn Humeyd‘in bildirdiğine göre, Abbasi halifesi Ebu Cafer Hacc’a gittiği zaman Efendimiz’in (s.a.v.) mezarını ziyarete vardığında, orada bulunan İmam Malik‘e:

-”Ya Eba Abdillah! Yönümü kıbleye dönüp de mi dua edeyim?” dediğine İmam Malik:

-Niçin yönünü ondan çevireceksin? Halbuki o senin ve baban Ademin Allah’a vesilenizdir. Bilakis yüzünü Rasulullah’a dön! Onun şefaatini iste, Allah Teala O’nu senin için şefaatçi kılar.” dedikten sonra, Nisa Suresinin وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذ ظَّلَمُواْ أَنفُسَهُمْ جَآؤُوكَ فَاسْتَغْفَرُواْ اللّهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُواْ اللّهَ تَوَّابًا رَّحِيمًا   ayetini okudu.[23]

3-) Selefilerce muteber sayılan Hanbeli alimi Ebu-l Ferec İbnü’l Cevzi şöyle buyuruyor: Nefsimi terbiye edemedim, bazı salih kişilerin kabrine gidip, onları aracı yapıp düzelmem için dua ettim.[24]

4-) Meşhur müfessir Alûsî de, Ruhu’l Maânî isimli tefsirinde Allah katında üstün bir yeri olduğu kesin olarak bilinen kimse ile tevessül edilebileceğini söylemiştir. Yine o, bir Müslümanın gerçekten Allah’tan geleceğini bilerek salih ve veli bir zat ile tevessül etmesinin, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ile tevessül etmesi gibi caiz olduğunu söylemiştir.[25]

Elbette Rasulüllah Efendimiz’den(s.a.v.) ve sahabe-i kiramdan, tevessülle alakalı nakledilen rivayetler bunlarla sınırlı değildir. Lakin zikretmiş olduğum rivayetlerin samimi müsterşidleri ikna ve irşada kifayet edeceği kanaatindeyim. Konuyla alakalı daha mufassal malumat geçmiş alimlerimizin kaleme aldıkları eserlerinde kayıtlıdır.

Bu yazının, tevessülün dinen merdut olduğunu iddia eden Selefîleri ve mealci güruhu yeniden düşünmeye sevk etmesini; tevessül eden ve fakat bu konuda kafası karışmış olan kardeşlerimizde de itmi’nan hasıl etmesini Cenab-ı Hakk’tan niyaz ediyorum. Muvaffakiyet ve hidayet yalnızca Hz. Allah’tandır.


 

Dipnotlar

[1] Cürcani, Ta’rifat , Beyrut , 1987 ,  s.307
[2] Zâhid el-Kevserî , Mahku’t Tekavvul fî Mes’eleti’t Tevessül , Mektebetü-l Ezheriyye ,  s.4
[3] Zekeriya Güler , Vesile ve Tevessül Hadislerinin Kaynak Değeri , Tasavvuf:İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi , 2003 , s.55

[4] Beğavi , Mealimü-t Tenzil , 1993 ,  c.1 , s.120
[5] Kurtubi , El-Camiu’l Ahkam’ü-l Kur’an , 1967 , c.2 , s.27
[6] Suyûtî , ed-Dürrü’l Mensûr , Kahire , 2003 , c.1 , s.466-470
[7] Alûsî , Ruhu-l Meanî , Beyrut , 1994 ,  c.1 , s.505
[8] Zekeriya Güler , a.g.mkl.  , c.4 ,s.57-58
[9] Zekeriya Güler , a.g.mkl.  , s.93-96 . Zahid el-Kevserî , a.g.e , s.14
[10] Ahmed bin Hanbel , Müsned , Kahire , 1313 , c.4 , s.138
[11] İbn-i Teymiye, Kaide celîle fi’t tevessül ve-l vesîle , Beyrut , 1390 ,  s. 123 , Elbânî , et-Tevessül envâuhû ve ahkâmuh ,  Beyrut , 1406 , s.75-76

[12] Elbânî , a.g.e , s.83
[13] Zekeriya Güler, a.g.m. , s.59-60
[14] Muhammed Zahid el-Kevserî , a.g.e. , s.15-16
[15] Bozkırlı Abdullah Fevzi Efendi , Risaleler , İz Yayıncılık , İstanbul , 2012 ,  s. 81
[16] Buhari , el-Câmiu’s-Sahîh , İstanbul , 1979 , İstiska; 3
[17] İbn-i Teymiye , a.g.e , s.49 , Elbânî , a.g.e. , s.56-57
[18] Zekeriya Güler , a.g.mkl , s.56
[19] Zekeriya Güler , a.g.mkl , s.56-57 , İbn-i Teymiye , a.g.e. , s. 116
[20] Zekeriya Güler, a.g.mkl. s.66
[21] Zahid el-Kevseri , a.g.e. , s.16
[22] Seyyid Ali Hoşafçı , Selefilik Adı Altındaki Görüşlere Ehl-i Sünnetin Cevapları , s. 145.  El-Heysemi, el-Hayratü’l Hisan , s. 94
[23] Kadı İyaz el-Endülüsî , Şifa-i Şerif , Arifan Yayınları , 2011 ,  c.2 , s. 35-36
[24] Ebu’l Ferec İbn-ül Cevzi, Müminlere öğüt , Tevhit Yayınları, 1998 ,  s.99-100
[25] Hasan Gümüşoğlu , Fıkhî Mezhepler Tarihi , Ensar Neşriyat, İstanbul , 2016 , s.79-80