Bilgi

Tefekkür; düşünmek, derin düşünmek. Bilinenden yola çıkarak bilinmezden hisse yakalamak üzere düşünmek veyahud doğru düşünce faaliyeti.

Bilinenden yola çıkmak için zaruri olan şey ‘bilgi (ilm)’. “Bilgi, bilinmezden devşirilen”[1] şeklinde çerçevelendiğinde bilgi için zaruret, bilinmezin sınırlarını ve mahiyetini anlamaktır. Bilinmezlik dairesi ‘bilinmeyen’ ve ‘bilinemez’ olan hakikatlerden teşekkül. İkisi de Kur’an’la sabit hakikat.

“Muhakkak ki Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir.”[2]

Gayb; gizlenmek, görünmemek, uzaklaşmak, hazırda bulunmayan şey.[3] Bilfiil olarak bilinmeyen fakat bilkuvve olarak bilinmeye müsait, mümkinat dairesinde olan. Bu misal ‘bilinmeyen’ hakikatine hüccet.

“De ki; Onu (Kur’an’ı) göklerin ve yerin sırlarını bilen (Allah) indirdi…”[4]

Sır; bir kimsenin sadece kendisinin bildiği başka kimse ile paylaşmadığı şey.[5] Bilfiil olarak bilinmeyen bilkuvve olarak da bilinmesi tasavvur edilemeyen. Bu misalde ‘bilinemez’ kavramının hakikatine hüccet.

Bilinmeyen olmasa bilgiden söz edilemez. Çünkü bilgi, bilinmeyenden çıkarılır bilinemezden değil. Akıl için sınır, bilgiyi nereden devşireceğini bilmektir. “Evet, her şey, akılla anlaşılmak işidir; anlamanın esası da anlamadığını anlamak ve Allah’ın sınırına baş eğmektir.”[6] Hz. Ebubekir’in; “İdrak, idrakin aczini idraktir.”[7] ifadesi bu hakikatin en güzel ölçülendirmesidir. Anlamadığını yine akıl anlayacak ancak bilinemez hakikatini tespit ile. Bu hudud dairesi içinde tefekkür İmam Rabbanî’nin tarifi ile; “elde edilmek istenen bilgi için iki ilmin arasını birleştirmektir.”[8]

“İnsan aradığının ne olduğunu bilmeden bulduğunun da ne olduğunu bilemez.”[9] hikmeti benzerince ‘İnsan nerede arayacağını bilmediğinde nerede bulacağını da bilemez’ denilebilir. Felsefenin ‘bulamayışını’, acziyeti idrak edememek ve ‘bilinmeyen’ ile ‘bilinemez’ ayrımını tesis edememek olarak resmedebiliriz. ’Felsefe, hakikati başıboş bir merkezden yola çıkarak, sayılar boyunca ‘bir çok’da aramanın; din ise; onu, tam bağımlı olarak ‘tek’i bulduktan sonra ‘bir çok’da tefekkür etmenin müessesi… Bu bakımdan din ve felsefe, biri şimâle ve öbürü cenuba doğru iki zıt hareket… Ve elbette ki, İslamiyet’çe kıymet hükmü bu… Felsefe, hakikati bulmanın değil, ancak birbirinin yanlışını bulup çıkarmanın ve ebediyen hakikatten mahrum kalmanın aleti.’’[10] Çünkü bilgi için doğru düşünce, doğru düşünce içinse doğru düşünme menhec ve zemini elzem.[11] “Doğru düşünce olmadan, doğru düşünce faaliyeti olmaz.”[12] lakin doğru düşünce içinse bilgi’nin keyfiyetini kavramak zaruret.

Bilginin(ilmin) unsurlarını irdelemek keyfiyetinin idrakine vesile. İlk unsur bilgide hakk (gerçek) oluş, ikinci unsur ise adl (adalet) vasfına haiz olma.[13] Lakin bu unsurları tesis ve muhafaza insan vasfının üstündedir. İmam Maturîdî bu zarureti; “İnsanın beşeri yapısına öyle baskın nefsanî istekler yerleştirilmiştir ki… mutlaka birbirleriyle çekişirler. Eğer onların yaratılmalarıyla sadece fena bulmaları murad edilseydi mevcudiyetlerini sürdürmeye yarayan nesnelerin meydana getirilmesine ihtimal kalmazdı. Bu doğruluk ortaya çıktığına göre, insanları uzlaştıracak, çöküşe ve yok oluşa sebep olan çekişmeye ve ayrılığa düşmekten alıkoyacak bir ‘asl’ın mevcudiyeti kaçınılmaz olmuştur.”[14] ifadeleri ile beyan etmiştir. İşte bu ‘asl’ mutlak bilgi, mutlak fikirdir.

Mutlak fikir; “varlık ve oluş, süreklilik ve süreksizlik, ideal ve gerçek, teori ve pratik, değişme ve değişmezlik şeklindeki bütün zıt kutuplar arası muvazenenin üstün nizamı olarak, sırra giden yolun mutlak hakikati.”[15] Bütün zikredilen esasların nihayetinde bilgi, tefekkür ve mutlak fikir bağlamında şu ölçü çerçevelenmelidir: “İlmin, mücerret fikrin görünür nisbetler içinde kalıplaştırılması işi olması, mücerret fikir olmadan ilmin doğmayacağına ve mücerret tefekkürden suyu kesik ilmin, giderek kuru kalıp tekrarlarına döneceği ve hayata ters bir donmaya varacağını anlarız.”[16]


 Dipnotlar

[1] Salih Mirzabeyoğlu – Madde nedir?, syf. 19; İman ve Tefekkür, syf. 62
[2] Hucurat – 18
[3] İlyas Çelebi – ‘Gayb’ maddesi, DİA, c. 13, syf. 404
[4] Furkan – 6
[5] Rağıp el-İsfahâni – el-Müfredat, ‘Sır’ maddesi; Mustafa Çağrıcı – ‘Sır’ maddesi, DİA, c. 37, syf. 114
[6] Necip Fazıl Kısakürek – İdeolocya Örgüsü, syf. 184
[7] İmam Gazalî – Mişkatü’l-Envâr, çev. Cüneyd Köksal, syf. 59; Hayrettin Orhanoğlu – Beslendiği kaynaklar itibariyle sembolik metinlerin ışığında mesnevilerde gerçeklik tasavvurları, Divan edebiyatı araştırmaları dergisi, s. 13, syf. 106
[8] Salih Mirzabeyoğlu – İman ve Tefekkür, syf. 60
[9] Salih Mirzabeyoğlu – Dil ve Anlayış, syf. 67; Bütün Fikrin Gerekliliği, syf. 139
[10] Necip Fazıl Kısakürek – O ve Ben, Syf. 47
[11] İmam Gazalî – Mi’yâru’l-İlm, çev. Ali Durusoy, syf. 32 vd.
[12] Salih Mirzabeyoğlu – Dil ve Anlayış, syf. 67
[13] Şakir Kocabaş – İslam’da Bilginin Temelleri, syf. 16
[14] İmam Maturîdî – Kitabü’t-Tevhid, çev. Bekir Topaloğlu, syf. 41
[15] Salih Mirzabeyoğlu – Bütün Fikrin Gerekliliği, syf. 175
[16] Salih Mirzabeyoğlu – Bütün Fikrin Gerekliliği, syf. 140

Melikşah Sezen
Muhasebe ve Finansman öğrt. ile İlahiyat fakülteleri okudu. Bunun haricinde muhtelif hocalardan akaid, kelam ve mantık dersleri aldı.