Teşbih, Ta’til Ve Tenzîh Akîdeleri Üzerine…

Allah’ın sıfatları ile ilgili yapılan tartışmalar sonucunda İslâm toplumu içerisinde belli başlı fikir akımları ve taraftarları ortaya çıkmıştır.

Bu bağlamda Allah’ın zat, sıfat ve isimleri hakkındaki düşünce ve telâkkîlerinin, kendilerine isim olarak verilmesine sebep olan belli başlı yaklaşım tarzları da benimsenmiştir. Müşebbihe, Mücessime gibi isim almış gruplara, teşbih ifade eden nasslara yaklaşımları neticesinde bu isimlerin görüş sahiplerine verilmiş olduğu görülmektedir. Bunlarla birlikte yine Allah’ın sıfatlarını nefyederek ta’til yolunu benimseyen Cehmiyye, Mu’tezile (muattıla) gibi fırkalar/ekoller de ortaya çıkmıştır.

Allah Teâlâ’nın sıfatları konusunda teşbih ve tecsim’e kayanlar, Kur’ân’ın teşbih izlenimi veren ayetlerindeki üslûbunu ya tam olarak anlayamadıklarından veya anlamak istemediklerinden ya da bu hususta şu noktaları gözden uzak tuttuklarından teşbih fikrine sarılmışlardır:

a- Kur’an’da teşbih izlenimi veren ifadelerin hemen arkasından tenzîhe vurgu yapılmaktadır.

b- Kur’ân’da vârid olan haberî sıfatlar, nasslarda değişik muhtevalarda yer alırlar, ancak mahlûklar hakkında beklenen vasıflarla birlikte vârid olmamışlardır.

c- Kur’an’da zikredilen vasıflar yanında, zikredilmeyenler de vardır. Zikredilenlere kıyasla zikredilmeyenlerin de var olduğu şeklinde bir çıkarım yapılmamalıdır.

d- Teşbih izlenimi veren Kur’ân lafızlarından kelime türetimi de yapılmamalıdır.(1)

Yani, Kur’an’ın ulûhiyeti tanıtma üslûbundaki bu özellikleri göz önünde bulundurmayan ve teşbih izlenimi veren bu lafızların ardındaki, Kur’ân ve Sünnet’in tamamına hakim tenzîh esasını hissedemeyenler, teşbih hatasına düşüp bu yolu izleyerek bu meselede ifrat’a düşmüşlerdir. En önemlisi de İslâm’ın ve Kur’ân’ın tevhiddeki tenzîh vurgusunu görmezden gelmeleri ve bunu anlamak istemeyişleridir. Bunun en önemli sebeplerinden birisi de Kur’ân’da ve Sünnet’te “mecaz” olduğu hakîkatini kabul etmemeleridir. (Bu mesele ile ilgili Hüseyin Avni Kansızoğlu Hocaefendinin “Dilde ve Kur’ân’da Mecaz Yok mudur?” adlı makalesi incelenebilir.)

Bu meselede diğer uç görüşü (tefriti) temsil eden görüş sahibi zümre ise, Allah’ın sıfatlarını nefyederek ta’til yolunu benimseyen Muattıla, Cehmiyye, Mu’tezile gibi fırkalar/ekollerdir.
“O’nun misli yoktur”(2) ,  “Hiçbir şey O’nun dengi olmadı.”(3) vb. tenzîhi ortaya koyan ve vurgulayan ayetleri kendilerine refere eden ve Allah’ın sıfatlarını inkâra kalkışan Mu’tezile’nin sıfatlara yaklaşımı(4) da diğer bir görüşü ifade etmektedir.

Mu’tezile, tevhîd prensibi gereği Allah’a izafe edilen sıfatları inkâr etmiş ve bu sebeple Muattıla ve Ashabu’t-Ta’til (5) olarak isimlendirilmiştir. Onlar “Allah’ın sıfatlarının kıdemini kabul eden, Allah’ın yanında bir başka kadîmi de kabul etmektedir” fikrinden hareketle çeşitli sıfatların Allah’a izafesini, tevhîdi zedeleyen bir telâkkî olarak kabul etmişlerdir. Bu yüzden onlar, özellikle haberî sıfatların Allah’a izafesini kabul etmemişlerdir.

İmam Ebû Hanîfe (rh.a.), bu iki (ifrat ve tefrit) görüşe eserlerinde değinerek; “Bize doğu tarafından iki bid’at görüş geldi. Biri Cehm bin Safvân‘ın ta’tîl görüşü, diğeri Mukâtil bin Süleyman’ın teşbih görüşüdür. Cehm bin Safvân teşbihi nefyde ifrata gitti ve ‘Allah hiçbir şeydir’ demeye kadar işi götürdü. Mukâtil ise Allah’ı mahlûkata benzetmekte (teşbihte) ifrata gitti.”(6)

Bu meselede üçüncü bir görüş ise, te’vil yolunu tercih edenlerdir, bunlar ise Ehl-i Sünnet imamlarıdır. Te’vil, aklî bir metod olarak, dini anlamada ulûhiyete yakışmayacak tasavvurları zihinden uzaklaştırmak maksadıyla kullanılan; Vahy ile sabit olmuş dinî akîdeler ile aklın muktezası arasında yaklaştırıcı ve bağdaştırıcı bir araç olarak fonksiyon gören, nasslara bir yaklaşım tarzıdır.

Diğer bir ifadeyle te’vil, ilahi karaktere uymayan halleri, sıfatları ve tasavvurları zihinlerden uzaklaştırmaya yarayan akli bir metod olarak kullanılmaktadır.(7)

Sözlükte, aslına dönmek manasına gelen e-v-l kökünden türeyen te’vil, döndürmek ve herhangi bir şeyi varacağı yere vardırmak demektir.(8) Bu kök aynı zamanda sözün yerli yerine konulması şeklinde bir anlamı da ifade/ihtivâ etmektedir.(9) Terim olarak ise, herhangi bir lafzı bir karîne(delil)den dolayı zahiri manası dışında bir manaya hamletmek(10) veya bir nassın manasını muhtemel anlamlardan birine yöneltmektir.(11)

Bu noktada Selef-i Sâlihîn’in te’vil yapmadığını iddia eden bazı zümrelerin gözden kaçırdığı (ya da görmezden geldiği) nokta Hakk ve câiz olan Te’vil’in iki türlü olduğudur; İcmalî te’vil (tenzih) ve Tafsilî te’vil. Selef’ten İmam Ebû Hanîfe (rh.a.)’in İcmalî te’vil’i açık şekilde kullandığını gösteren el-Vasıyye adlı eserindeki şu ifadesi dikkate şâyandır;  “Allah Teala Arş’ı, ihtiyacı ve üzerine yerleşmesi/mekân tutması söz konusu olmaksızın istiva etmiştir.”

İmam Mâlik (rh.a.), İmam Şâfi’î (rh.a.) ve Ahmed b. Hanbel (rh.a.)’den de bu minvalde nakiller gelmektedir. Buradaki İcmalî te’vil, haberî sıfatların ilmini Allah Teala’ya havale etmek ve bunu “tenzihi vurgulayıp teşbihten sakınarak ve keyfiyeti nefyederek” yapmaktır. İşârâtu’l-Merâm sahibinin de el-Mevâkıf’tan naklen belirttiği gibi bu, icmalî tevildir. Zira buradaki “el”den, “göz”den, “yüz”den… herkesin bildiği ve söylendiğinde akla başka bir şeyin gelmediği anlamların kastedildiğini söyleyen yoktur. Yani Ehl-i Sünnet’ten hiç kimse, “Buradaki “el”, bildiğimiz organın ismidir; dolayısıyla kastedilen odur” dememiştir.(12)

İslâm dinine mensup muhtelif fırkalar, isim ve sıfatlar konusunda (yukarıda da geçtiği üzre) iki aşırı fikir ileri sürmüşlerdir. Biri Allah’ın sıfatlarını ispatta aşırılığa giderek teşbih ve tecsim yolunu tutarken; diğeri de tenzîh akîdesini savunma gayesiyle aşırılığa gitmiş ve Allah’ın mahlûktan hiçbir şeye benzemediğini söylerken Allah’ın sıfatlarının tamamını inkâr etmiştir. (13) Bu iki görüşe karşılık hem sıfatları kabul eden hem de teşbihten uzak bir i’tikâd oluşturmaya çalışanlar ise, İ’tikâdî Ehl-i Sünnet mezhepleri olmuştur.(14)

Ehl-i Sünnet İ’tikâd İmamlarının, söz konusu edilen teşbih ifade eden nasslara yaklaşımına bakıldığında, onları Selef-i Sâlihîn’e yakın ve daha muhafazakâr bir çizgide olduğu görünmektedir.
Ehl-i Sünnet İmamlarına göre, teşbih ve ta’til endişesi ile hareket ederek teşbih ya da ta’til
fikrini benimsemek zorunluluğu yoktur.(15)

Allah Teâlâ(c.c.) sıfatlarının nasıl anlaşılması ve bu konuda nerede durulması gerektiği hususunda İmam Ebû Hanîfe (rh.a.) bizlere yol gösterici bir açıklama yaparak “Allah’ın varlığı, cisim, cevher, araz, had, zıd, eş ve ortaklardan münezzehtir.” (16) cümlesiyle Allah’ın cisimlikten ve cisimlere mahsus özelliklerden berî ve münezzeh olduğunu vurgulamaktadır.

Yine Ehl-i Sünnet Akâid imamlarından birisi olan İmam Ebû Ca’fer et-Tahâvî (rh.a.) el-Akîdetu’t-Tahâviyye adlı meşhur akâid metninde;  “Vehimler O’na erişemez, anlayışlar O’nu idrak edemez.”(madde 8) ve “O hudud ve sınırlardan, erkan, organ ve araçlardan münezzehtir.”(madde 45) cümleleriyle Allah’ın duyularla idrak edilemeyeceğini ve O’nun varlığı için bir sınırın söz konusu olamayacağını, sınır, organ ve araç gibi beşere mahsus özelliklerden münezzeh olduğunu ikrar ederek, Allah’ın sıfatları konusunda Ehl-i Sünnet’in duruşunu/anlayışını ifade etmektedir.

Tevhid ehli olabilmek için, Allah’ı isim ve sıfatlarında teşbihsiz bir şekilde tasavvur etmek gerekir. Bunun yanında nasslarda Allah’a izâfe edilen isim ve sıfatları teşbih ve tecsime gitmeksizin yine O’na izâfe etmekle mümkündür. Sıfatların Allah’a izâfe edildiğinde teşbih olur endişesiyle, onları nefyetmek gerekmediği gibi, sıfatları vârid oldukları şekliyle anlayarak teşbih fikrini kabul etmek de gerekmez.

Dipnotlar:

1- İmam Muhammed Gazzâlî, İlcâmu’l-Âvâm an İlmi’l-Kelâm, s. 82, (Trc. Metin Yurdagür)

2- 42/eş-Şûrâ, 11.

3- 112/el-İhlâs, 4.

4- İmam Tâcüddîn-i Subkî, Mâturîdî’nin Akîde Risâlesi ve Şerhi (Trc. Saim Yeprem), 21-22.

5- İmam Buhârî, Halku Efâlil-İbâd ve’r-Reddü Ale’l-Cehmiyye, 7-8-21. (Abdulkâhir el-Bağdâdî’nin “Mezhepler Arasındaki Farklar” adlı eserinin Ethem Rûhi Fığlalı Tercümesinden, 158)

6- İmam İbn Hâcer, Tehzîbu’t-Tehzîb, X, 251; (Ebubekir Sifil Hocanın ‘Selef ve Müteşâbihat’ adlı makalesinden iktibasla)

7- İrfan Abdülhamid, İslâmda İ’tikâdî Mezhepler, s. 225- 227. (Trc. Prof. Dr. Saim Yeprem)

8- İbn Manzur, Lisânü’l-Arab, (I-XVII)., XI. 32. (Trc. Prof. Dr. Mehmet Görmez)

9- İbn Manzur, Lisânü’l-Arab, (I-XVII)., XI. 36. (Trc. Prof. Dr. Mehmet Görmez)

10- İmam el-Âmidî, el-İhkâm fi Usûli’l-Ahkâm, III. 59.(Trc. Prof. Dr. Muhit Mert)

11- İmam Suyûtî, el-İtkân fi Ulûmi’l-Kur’ân, II. 1189. (Trc. Ömer Kara)

12- Ebubekir Sifil Hocaefendi, “Haberî Sıfatlar Nasıl Anlaşılmalıdır?” adlı makalesinden iktibasla.

13- İmam Tâcüddîn-i Subkî, Mâturîdî’nin Akîde Risâlesi ve Şerhi (Trc. Prof. Dr. Saim Yeprem), 21-22.

14- Bu hususta Ehl-i Sünnetin yaklaşımını es-Sabûnî; “Bu gibi nassları kabul ve tasdik edip, Allah’ın zatına layık olmayacak şeylerden tenzih etmenin daha selametli yol (selefin yolu), en sağlam yolun ise “bu nasların Allah’ın zatına layık bir şeklide te’vil edilmesi” ve bunun da daha sonra gelen alimlerin (halefin) yolu” şeklinde, Ehl-i Sünnet alimlerinin yaklaşım tarzının ne olduğunu özlü bir ifadeyle ortaya koymaktadır. Bidâye fi Usûli’d-Dîn (Mâturîdiyye Akâidi), (thk. ve trc. Bekir Topaloğlu), s. 25 (72).

15- İmam Mâturîdî, Kitâbu’t-Tevhîd Tercümesi, (trc. Bekir Topaloğlu) s. 38-39.

16- İmam Ebû Hanîfe , el-Fıkhu’l-Ekber, s. 2 (Trc. Y. Vehbi Yavuz)

Şükrü Yaşar
Musellem.net yazarı..