Son birkaç aydır dünyanın genelinde yaşanan sıkıntılı dönemin etkilerini, cemiyetin hemen tamamı hisseder oldu. Maddi imkânları yerinde olup çarkı dönenler, kârlarından feragat ederek bu sıkıntılı dönemi bir nebze olsun rahat geçiriyorlar. Ancak, toplumun belli bir çoğunluğu, fakr u zaruret içerisinde hayatlarını idame ettirmeye çalışıyorlar. Şehir içlerine kadar giren alışveriş marketlerinin ve son dönemde neredeyse her sokakta biten zincir marketlerin istilası arasında, dar gelirli insanların imdadına, mahalle bakkalları yetişiyor. Zira onların da sayısı gitgide azalıyor.
Uzun süredir devam eden ekonomik sıkıntılar üzerine, bir de salgın günleri birçok insanın muhtaç duruma düşmesine sebep oldu. İşini kaybeden veya işyeri kapanan insanlar, çareyi bakkal amcanın oldukça kalın ve çok kullandığından dolayı eskimiş veresiye defterlerinde bulmaya başladı.
Hem mübarek Ramazan ayında bulunmamız, hem de bu ekonomik darlığın devam ettiği bir dönemde, ecdadın muhteşem bir incelik ve hassasiyetle koruduğu bir gelenek tekrar hatırlanır oldu. Malumunuz Osmanlı devleti muhtaç insanlara yardım ederken onların gönüllerini incitmemeyi esas alan “insanı yaşat ki devlet yaşasın” geleneğinin hâkim olduğu ve insana değer verilen bir medeniyetti. Bu medeniyette; alan el ile veren elin kesinlikle birbirlerini görmemesi ve muhtaç insanın ezilmemesi ölçü alınıyordu. Sadaka taşları bu konuda eşsiz bir örnek olarak tarih sayfalarımızı süslemektedir.
Ecdadımızdan kalan bir diğer miras ise son zamanlarda, özellikle salgın döneminde meydana çıkan ve bazı belediyelerinde öncülük yaparak tekrar gündeme getirdiği “Zimem Defteri” geleneğidir. Zimem; lügatte zimmetler, borçlar manasında zimmetin çoğuludur. Zimem defteri; uygulama olarak, şu anda bakkallarda bulunan veresiye defteri ile aynı fonksiyonu ifa etmekteydi.
Osmanlı döneminde yaygın olan bu gelenek, özellikle Ramazan ayı geldiği zaman uygulanırdı. Devrin zengin olan insanları, Ramazan ayının gelmesi ile kendi muhitlerinin dışında farklı mahallelere gider, o mahallelerde bulunan bakkal, manav veya kasapları ziyaret ederler ve esnafa “Zimem Defteri var mı?” diye sual ederlerdi. Daha sonra, maddi durumlarına göre bazen defterin tamamını, bazen de defterin başından, ortasından veya sonundan belli bir sayıda sayfanın koparılmasını talep eder, bu sayfalarda yazılan meblağı hesaplatarak öder ve o sayfaları satın alırlardı. Tanınmamak için tebdili kıyafet ile gelen bu insanlar, isimlerini bile vermeden o muhitten ayrılırlardı. Bu şekilde ödeyen kimin borcunu ödediğini, borcu ödenen ise kim tarafından borcunun ödendiğini bilmeden birbirlerine dua ederlerdi.
Zimem Defteri geleneği, Osmanlı döneminde yardımlaşmanın ve ictimaî dayanışmanın dünyada eşi benzeri olmayan ve parmakla gösterilen bir uygulamasıydı. Varlık sahibi olanlar, kendilerine verilen bu imkânların kalıcı olmadığını, ellerindeki varlığın birilerinin işine yaramadığı zaman heba olacağına inanırlardı. Bu şekilde bugün yaşadığımız gibi cemiyetin alt kesimindeki yoksullarla zenginler arasında derin uçurumlar oluşmaz, yoksullar zenginlere ve onların sermayelerine düşman olmazdı.
Millet olarak hassas gönüllü bir milletiz. Nerede boynu bükük birisini görsek, yüreğimiz burkuluyor. Onun sıkıntısını gidermek için hemen harekete geçiyor, konu komşu toplanıp el birliği ile hallediveriyoruz o problemi. Bu özellik, hem inancımız gereği yerine getirmemiz gereken bir vazife, hem de ecdadımızdan bize kalan özel bir miras.
Bugün, ekonomik zorluklarla boğuşan milletimizin devletten yardım beklemesi yerine gerek belediyelerin tamamı gerekse esnaf ve ticaret odaları bu geleneği yaygınlaştırmak için elbirliği ile hareket edip, bu geleneğin bir müessese haline getirilmesini ve devam etmesini sağlasalar ne kadar güzel olur. Buna örnek olacak bir uygulama, birkaç sene kadar evvel ülkemizde, faaliyet gösteren bir iş adamı derneği tarafından başlatılmış ve gayet güzel neticeler alınmıştı. Bunun için devasa bütçeler ayırmaya lüzum yok. Özellikle belediyelerin Ramazan ayında verdikleri toplu iftarlar veya Ramazan etkinlikleri adı altında harcadıkları paralarla bu geleneğin sürdürülmesi için yeterli kaynak olur diye düşünüyorum.
Sağlıklı bir cemiyetin tesisinin, o cemiyetin en altındaki yoksul insanlarla, en üstünde yer alan zengin insanların irtibatının olması ve birbirlerine el uzatmaları ile mümkün olacağını kanaatindeyim. Veren; verebildiğine şükretmeli ve alanlara teşekkür etmeli. Alan ise hazıra alışmamalı, dua makamında olduğu için evvela dua etmeli, sonra da veren el olmaya gayret etmelidir.
Allah Teala cömert zenginlerimizin sayılarını artırsın, memleketimizde muhtaçların sayılarını azaltsın. Bizlere infak etmenin hazzını vermenin lezzetini tattırsın.
Cevapla