Necid Depreminin Türkiye Sarsıntısı

Sene 1100 lü yıllar. Vahhabiliğin kurucusu olduğunu söyleyebileceğimiz Muhammed b. Abdülvahhab’ın mezhebini yaymakla iştigal ettiği yıllar. Riyat yakınlarında bulunan Diriye civarlarında “Uyeyne” köyünde Dünya’ya gelen Muhammed b. Abdilvahhab hayatının ileri safhalarında Basra’da bulunur ve oradaki âlimlerle bir takım münazaralar yapar. O yıllarda tevhid konusu üzerinde ısrarla duran İbn Abdilvahhab görüşleriyle iyiden iyiye etrafındakilere zararlı olmaya başlar.

Bir İbn Teymiye okuyucusu olarak ondan etkilenen İbn Abdilvahhab ilk şiar olarak insanların dinlerini doğrudan Kur’an ve Sünnet’den almaları gerektiğini savunur. [1] Riyat yakınlarındaki “Huraymile” isimli yere göçen Muhammed b. Abdilvahhab burada on dört yıl gibi uzun bir zaman zarfı içerisinde “Kitabu’t-Tevhid”ini yazar. [2] Bununla artık İslam tarihinde Müslümanların altı asır boyunca akidevi anlamda büyük bir sapkınlık içre olduklarını(!) ispat etmiş olur. [3]

İbn Abdilvahhab için geriye en önemli diyebileceğimiz bir faktör kalmıştır şimdi: Devlet kurmak. Tez elden çalışmalara başlayan İbn Abdilvahhab Der’iyye’de bulunan Muhammed b. Suud ile akraba olur ve böylece Suud devletinin temellerini atar. İbn Suud’dan sonra yerine Melik Abdülaziz geçer ve henüz temelleri atılan Vahhabiliğin kelimenin tam manasıyla şövalyesi oluverir.

Şimdi sıra kabirlere gelmiştir. Mezhebinin devlet ayağını oluşturmakta başarı sağlayan Muhammed b. Abdilvahhab işe Uyeyne bölgesinin yakınlarındaki “Cebile” köyünde bulunan Zeyd b. Hattab’ın kabriyle başlar. Ve o bölgedeki tüm şehitlerin kabirlerini yerle yeksan ettirir. Sahabe’nin içtihadıyla yükseltilen kabirleri de tarumar ettirir. [4]

Bahsini yaptığımız bu yıkıcı tutum sonraları da devam edecektir. Osmanlı devletinin bu mezhebe karşı arap yarımadasında yürüttüğü engelleme faaliyetleri de pek sonuç vermez. Tarihi süreç 1802’lerde aşure günü Vahhabilerin yaptığı “Kerbela baskını” ve Hz. Hüseyin’in kabrinin yağmalanmasıyla devam eder. Bir yıl sonraki Taif baskınıyla önüne gelen Müslüman öldürülür ve cesetler sokaklarda bırakılır. İbn Abbas’ın da kabrini yıkmaya çalışan Vahhabiler kabirden güzel bir kokunun çıkmasıyla “burada şeytan-ı kebir” yatıyor olmalı derler ve yatırı yakmaya karar verirler. Ateşi yakmaya muvaffak olamayınca türbeyi tarumar ederler.

İdeolojik fikirlerinin temerküzü için ne yapmadılar ki? Mekke’ye saldırdılar, Medine’yi istila ettiler. İbn Suud Mescid-i Haram’a geldiğinde orada bulunan müezzinlerin salatü selam getirip ashab-ı kirama dua ettiklerini görünce “Bu Allah’a karşı en büyük şirktir” diyerek bu adeti kaldırır ve akabinde orada Muhammed b. Abdilvahhab’ın “Keşfu’ş-Şubuhât” ının okutulması hususunda talimat verir. Sonraları Medine istila edilir ve Baki’ kabristanlığında büyük yıkımlar gerçekleştirilir. [5]

Ve daha niceleri…

Sözü uzatmadan sadede gelelim. İfade etmek istediğimizi Hz. Peygamberin dilinden anlatacak olursak şöyle söyleyebiliriz: Efendimiz bir kısım hadislerde Necid’den bahsetmekte ve o beldeyi yerici ifadeler kullanmaktadır. Söz gelimi: bir gün Fahr-i kâinat Efendimiz “Allah’ım! Şam’ımızı ve Yemen’imizi bereketli kıl” buyurmuşlar. Bunun üzerine Sahabe “Necd’imizi de (zikretseniz)” deyince “Orada zelzele ve fitneler olacak. Şeytanın boynuzu da oradan doğacak” buyurmuştur. [6]

Başka bir rivayet şöyledir: İbn Ömer der ki: Hz. Peygamberi eliyle doğu tarafına işaret buyurarak “Uyanık olun! Fitne orada, fitne orada Şeytanın boynuzunun doğduğu yerdedir” derken işittim.[7] Bütün bunlar bize Yemen’i imanın merkezi olarak gösteren Hz. Peygamber’in Necd’i fitnenin menbaı olarak tayin ettiğini göstermiyor mu?

Bizse bu gün Hadiste Necid’de olacağı bildirilen zelzelenin sarsıntılarıyla günden güne zedeleniyor, çatlıyor, onması ve onarılması zor bir yaralanma ve kırılma süreci içerisinde bir köşeden yekdiğerine savruluyoruz. Necid’de başlayan hissi deprem anidir belki, olur ve biter o kadar. Ama orada başlayan manevi ve akidevi depremle [8] ümmetin halen başı büyük dertte. Mustafa Sabri’lerin ve Zahid el-Kevseri’lerin görüşleriyle yoğrulmuş bu toprakların insanlarından gelen yeni nesil ya Vahhabî’liği ya da Şiiliği tercih ediyor nedense? Nedir bu etkileşim ve nereye gidiyoruz beyler?

Eyvah ki bu baziçede biz yine yandık
Kaybettiğimiz ortada, bilmem ne kazandık?

ÖMER FARUK KORKMAZ
————————————–
[1] İbn Abdilvahhab’ın bir İngiliz casusu olan Hamper tarafından nasıl ayartıldığının mazisi “İ’tirafatu’l-Casusi’l-İngilizi” isimli eserden okunabilir. Hakikat yayınevi, İstanbul
[2] Bu esere daha sonra müellifin kardeşi tarafından yazılan bir cevapla reddiye yapılmıştır.
[3] İbn Abdilvahhab’ın fikri dünyasını yansıtmaya yönelik yazılmış eserlerde bu görüşte olduğu belirtilmektedir. Ancak bizatihi kendisinin yazdığı mektup mahiyetindeki bir risalede kendisine nispet edilen bu görüşlerin bühtan olduğunu kaydetmektedir. (Bkz. Muhammed b. Alevi el-Malikî, “Mefâhim yecibu en Tusahhah”, s. 17, Daru Cevamii’l-Kelim, Kahire) Ancak olayın pratiğine indiğimizde tarihte yapılan fiiliyatın böyle bir zihni algıyı yansıttığını çok net bir şekilde söyleyebiliriz.
[4] Bütün bunlar ve daha fazlası için Eyüp Sabri Paşa’nın “Tarihu’l-Vehhâbiyyîn” i okunabilir. Kırk Anbar Matbaası, İstanbul, 1296
[5] Suud ailesinin genel anlamda Hicaz bölgesi ve özel anlamda da Baki’de yaptıkları yıkımlar Mühendis Yusuf el-Hacirîin kaleme aldığı “el-Bakî’” isimli eserden mutlaka okunmalıdır. Müessesetü’l-Baki’ li ihyai’t-Türâs, Lübnan, Beyrut, 1990, B.I
[6] Buhari, “Kitabu Bed’i’l-Halk”, No: 3279,
[7] Buhari, “Kitabu Bed’i’l-Halk”, No: 3302 [Hasan b. Ali es-Sekkâf, “es-Selefiyyetu’l-Vehhâbiyye”, s. 158 vd. Daru’l-İmami’r-Revvâs, Beyrut]
[8] Ali el-Kari, hadiste geçen depremi hissi ve manevi deprem olarak tefsir eder. Bkz. Ali el-Kari, “Mirkatu’l-Mefâtîh”, XI/403, Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut-Lübnan, 2012, B.III