Mülteci Kazası ve İnsan Kanı İçen Çağdaşlaşmış Avrupa, Uygar Batı!

Her Gün Ölüm Saçıp İnsan Kanı İçen Çağdaşlaşmış Avrupa, Uygar Batı! [*]

Bütün tezlerini evrimsel uygarlık süreci üzerine kurmuş ve insanın ilkellikten kemâle doğru zamana bağlı bir yolculuğa çıkmış olduğunu savunan Batı’nın geldiği nokta tam bir güneşin batış, gömülüş, insanlığın karanlığa mahkûm oluş noktası. 2. Dünya savaşı sürecindeki insan kıyımının rakamlarını aşan toplu ölümlerden, gözünü dahi kırpmayan, insanlık tarihinin başlangıcından bugüne dek, bu tarihe sürülmemiş kadar büyük bir lekeyi süren 21. Yüzyılın sözde kemâle ermiş Batı’sı…

Bu tarihi seyirden anlaşılan o ki; insanın kemâlatı, yoksulluğa, açlığa ve çaresizliğe insan mahkûm etmek, insanları göçe, ilticaya zorlamak, onların hayatına kastedip her gün ölüm saçmak, oluk oluk insan kanı içmek ve sebep olanlar bir yana, diğerleri için en azından böyle acı bir tabloya seyirci kalmak imiş. Hepimizin gözü önünde işte, Batı’nın geldiği uygarlık seviyesi, çağdaş düşünce ve yaşam anlayışı…

Son aylarda mülteci vakalarında asrın büyük bir artış söz konusu oldu. Toplu ölümler olmadıktan sonra bu mesele bir-iki beynelmilel kuruluşun ve irili ufaklı lokalize birkaç derneğin dışında hiç kimsenin umurunda bile değil!

Dün, Bölgeleri, Ülkeleri ve kıtaları sömürgeleştirip yer altı ve yer üstü kaynaklarından insan gücüne ve bedenine kadar sınırsız bir şekilde sömürüp sanayi inkılabı sonrasında insan gücüne ihtiyacı kalmadığında onları posası çıkmış bir şekilde ortada bırakanların, bugün bu tabloya seyirci kalmalarında şaşılacak bir şey yoktur elbette.

Toplu halde yüz binleri, milyonları kıyan, zürriyetleri kesip soyları kıranların bugün yüzlerce mültecinin suda boğulması karşısında çözüm adı altında hiç utanmadan ortaya attığı kepazeliklere şaşmak akıl kârı değil. Ne bekliyordunuz ki?

Hâlbuki vaktiyle o kanlı ve kirli ellerini o toprakların, o insanların üzerinden çekmiş olsalardı, onlar kendi mücadelelerini yine kendi içlerinden çıkaracakları oluşumla verecek, devletlerini kuracak, topraklarını imar, ihya edeceklerdi.

Bunun böyle olabileceğine soğuk savaş döneminde şahit olmuştuk. Birbirine düşen Batı’nın mücadelesinde, o topraklarda yaşayan mültecilerin zarar görmesine rağmen, kendi derdine düşen Batılı Devletlerin bir süreliğine boş bıraktığı sömürge memleketler bağımsızlık mücadelelerine ve gelişim yönünde kıpırdanmaya başlamışlardı.

Çözümü Üretecek Kafa!

Pervasızca, sonunun ne olacağını düşünmeden, hiç endişe etmeden günahın her türlüsünü işleyenlerden bihakkın günah çıkarma samimiyetini bekleyemezsiniz. Asırlarca çaresiz bıraktıkları insanlar, sınırlarını aşarak kendilerine iltica ettiğinde, onlara en kötü muameleleri yapan ve bunu da insanlık adına yaptıklarını iddia edenlerden…

Mülteci kamplarında onları esirlerden daha aşağı, daha düşük bir ahvale maruz bırakırken bunu, insaniyet namına yaptıklarını savunanlardan, bu ölümlere, bu drama son verecek önleyici bir çözüm bir hal çaresi ortaya koymaları yönünde küçük bir ümit beslemek dahi hayalperestlikten öte bir şey olmayacaktır.

 Gelinen noktada sorumlu tutulan Avrupa! Onların ürettiği çözüm ise trajikomik. Vaktiyle sırf bu iş için kurmuş oldukları UNHCR (Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği) örgütünün kuruluş mantığı ve yöntemi dahi baştan problemli. Sömürülenlere haklarını iade etmek, yapılmış hataları bir nebze de olsa telafi etmek, açılan yaralara merhem olmak değil de amaç; sadece geri dönmek isteyen mültecilerin geri dönüşünü sağlamak.

 Dünden bugüne Batı’nın bu iş ürettiği çözüm, mültecilerin o sömürülmüş topraklarına geri dönüşlerini sağlamak ya da kalanlara mülteci kampında tabiri ve tarifi mümkün olmayan muamelelerde bulunmak.

 Geçtiğimiz günlerde Libya’dan İtalya’ya gitmekte olan mültecileri taşıyan teknenin batması sonucu 400’ü aşkın insanın ölümüne sebep olan hadise sonrasında Avrupa’nın üzerinde konuştuğu çözüm, güvenlik önlemlerinin artırılması, mülteci göçünün önlenmesi ve benzer deniz kazalarının yaşanması durumunda çok sayıda mülteciyi kurtarabilmek yönünde.

 Bıçak kemiğe dayandığında dahi hala bencil olan hala kendini düşünen bir Batı… Birileri insanlık aklıyla, insanlık tarihiyle Uygarlık adına, Çağdaşlaşma adına, Modernizm adına hiç utanmadan dalga geçiyor.

Meselenin Halli

Günahın, zulmün ve ayıbın mana bulup tecessüm etmiş olduğu Batı’nın bu meseleyi çözeceği de çözmek istediği de yok. Bu iş; tecrübeyle sabit, medeniyet ustası, bu işi maharetle, terennümle dün gerçekleştirdiği gibi yarın da –Allah Azze ve Cellenin izni ve inayetiyle- gerçekleştirecek olan Müslümanların işi. Bunun dün böyle olduğu gibi yarın da ancak Müslümanların mantığı ve dünyaya, eşyaya ve maddeye bakış açısıyla gerçekleşebileceğini Batı da çok iyi bilmektedir. Mültecilerin problemleriyle ilgilenen bir başka beynelmilel kuruluş olan UNESCO’nun 2006 yılını adına tahsis ettiği İbn Haldun’un İlm-i Umran’ı, Kitâbu’l-İber’i hatta onun mukaddimesi bile bu problemin kökten çözümü için yeter de artar.

Çözüm; o toprakların insanlığın izzetinin ve şerefinin, her şeyden evvel Allah Teala’nın buyruğu, insanlığın yaratılış gayelerinden (“…sizi yarattı ve yeryüzünü imara memur etti…”[1]) birinin gereği olarak, harabe bulunmuş o yerlerin baştan imar edilip mamur kılınması, maddi-manevi insanların anavatanlarında hayatlarını hiçbir güce muhtaç olmadan idame ettirebilecekleri desteğin en azından kendi ayakları üzerinde durabilecekleri bir noktaya kadar sağlanmasıdır.

Bahsetmiş olduğumuz bu imaret; bir lütuf bir ihsan olmayıp bilakis Allah Teala’nın boynumuz üzerine yüklediği bir borç, terk ettiğimiz takdirde üzerimize yüklenmiş bir vebal, insanın hilafetinin lüzumudur…

 [*] Genel bir perspektif sunulmak istenmiştir. Rakamlar ve detaylar için arama motorlarının sadece birkaç tıklamayla sağlayabileceği resmî veriler araştırmacılar için ziyadesiyle yeterli olacaktır.


Yücel Karakoç

[1] 11/Hûd 61.)

Yücel Karakoç
Musellem.net yazarı, yazı işleri...