İlim Ehli (!) Kuyumuzu Kazıyor

Günümüzde geniş çapta din ilimlerine vakıf görmediğimiz, seleften kopuk bazı zevatın birçok konuda kalem oynattığı hepimizin malumudur. Ve öyle sanıyoruz ki, Müslümanlar arasındaki ihtilafın önemli sebeplerinden biri de budur. Öyle ya; bilen de bilmeyende konuşursa elbette fikir ayrılığı olacaktır… Şüphesiz din ilimlerini diğer bilimlerden ayıran vasıflardan biri de, onun hakkındaki yanılgının hem sahibine hem de sahibine uyanlara ceza ile karşılık verilmesine hatta helaklerine sebebiyet verebilmesi olsa gerek. İmam eş-Şafii (rh.) meşhur Risalesinde şöyle demiştir: ‘Hiçbir kimsenin bir şey hakkında bu helaldir, bu haramdır, deme yetkisi yoktur. İnsan böyle bir şeyi ancak ilme yani Kitap ve Sünnete dayanarak söyleyebilir.’[1] Şafii, devam ederek bilip bilmeden konuşmanın da mazeret sayılamayacağını belirtmiştir: ‘Yanlışı ile doğruyu ayıramadığı yerde konuşan bir kimse, mazur olamaz.’ [2]

Maalesef herkes kendi bildiğini okumaya devam ediyor ve korkarız ki devam edecek. Zira günümüzde sözlerde olmasa da özlerde / nefislerde ( karganın kılavuzluğu misali ) kendi aklı ve bilgisini yeterli görmek hastalığı alabildiğince yaygınlaştı. Bir başka deyişle; herkes hoca oldu…

Burada hemen bu söze, ecdadımızın ‘efradını camii’ metoduyla birçok hakikati bir cümlede toplayan şu sözüyle mukabele edelim: ‘Yarım doktor candan, yarım hoca da dinden eder.’

Zannımızca, değerli âlimlerden Üstad Bediüzzaman (rh)‘ın ‘Fırtına ve zelzele zamanında değil ictihad kapısını açmak, belki pencereleri bile kapamak maslahattır.’ deyip ictihadın ‘uhrevi eksenli’ olduğunu beyan ederken[3]; üstadın zekât ve cihadı örnek gösterip ‘Hayr-ı kesir için ( Allah rızası ) şerr-i kalil ( zahiren zekât sebebiyle eksilmiş görünen mal ) işlenir.’[4] sözünü evirip çevirip kızlar hizmet için başlarını açabilir, hatta açmalıdır, yoksa şerr-i kesir işlenmiş olur [5], sözlerine dayanak yapanlar da bu ‘yarım hoca’lardandır.

Bu konuda, Mecelle’de bulunan ve herkesin lastik gibi bir tarafa çektiği şu meşhur ‘Zaruretler haramları mübah kılar.’[6] kaidesi de kullanılmaktadır. Hoş… Tabi ki de bu kaideye bakarak; bir hadis uydurmacısı dinin salahı, için dini konularda sıkıştığı zaman Peygamber adına hadis uydurmayı mubah görebilecek veya her işçi çalışmakta ibadettir diyerek işini bahane edip farz namazlardan kendini muaf tutabilecek veya düşman tarafından hezimete uğramış herkes her yerde canlı bomba olmayı mübah görebilecektir! Vs. vs. Örnekler çoğaltılabilir ve konumuza daha yakın örnekler bulunabilir…

Yukarıdaki kaideye yakın olarak Hindistan ulemasından Şah Veliyullah ed – Dihlevi’nin şu sözü tam yerindedir : ‘Her zorluk ve sıkıntı, ruhsat sebebi değildir. Çünkü zorluk yönleri o kadar çoktur ki, her zorluğun bulunduğu yerde ruhsatlara gidilecek olsa, o zaman tüm taatlerin ihmali gerekir.’[7] Bu konuda insanın vicdanına dönüp kendi kendini bir muhakeme etmesi gerekir;

Yaptığımız doğru mu?

Yaptığımız bu işi bizden önce yapanlar var mıdır?

Muteber kimselerden bunun için bir örnek gösterilebilir mi?

Bu işten sırf niyetin halis olması ile de sıyrılamayız. Zira niyetin halis olması şart olduğu gibi, Kitap ve Sünnete uygun olması da şarttır. Yoksa herkes niyetinin halis olduğuna kaniidir. Mahmut Toptaş Hoca bir yazısında şunları söylemişti :

‘Tarihe mal olmak yerinde sebat etmekle mümkündür… İnsanların gönül ufuklarını kapatan ve bundan ilersine gidemezsiniz, hatta hayal bile edemezsiniz diyen putları yere seren Hz. İbrahim (as) hakkında Kur’an’da feta / yiğit kelimesi kullanılmış [8], Şehirde insanlara kan kusturan kralın zulmüne seyirci kalmamak için mağarada yaşamayı tercih eden yedi delikanlıya da feta’nın çoğulu fitye / yiğitler kelimesi kullanılmış. Ve dünya güzeli bir kadın kapıları kapatıp, ‘hadi gel’ dediğinde ondan kaçan Hz. Yusuf (as) için de feta kelimesi kullanılmış. ‘Mısırın krallığı Züleyha’nın yatağından geçiyorsa yatacaksın Allah için, firavunu yere sermek için icabında yaltaklanacaksın ve mağarada yatmayacaksın Allah için, diyenler yiğit olamazlar, yiğ’siz kalırlar.’ [9]

Hem biz öyle kardeşler bilmekteyiz ki, “hizmet etmek adına” başörtüsünü çıkarıp Seracılık, Bahçe Bitkileri, İklimlendirme, Soğutma, Fidancılık vb. bölümlere girmek suretiyle garip bir duruma düşüyor. Bizce bu durum, dini biraz hafife almak olarak okunabilir. Bilmeliyiz ki kişi hangi makam ve mevkide olursa olsun, bu hizmet işi salahiyet ve takva ile alakalı / paralel bir konudur. Bu dine birçok kimsenin yapamadığı hizmeti yapmış nice büyükler var ki, (Timurtaş Hocalar, Çantacı Nemciler örnek gösterilebilir) onlar üniversiteli değildi. Maksat Rızayı İlahi ise, bilinsin ki bazen bir kişinin irşadı, bin kişinin irşadından daha çok celbeder Rızayı İlahiyi…[10]

Hayatta birçok sıkıntıyla karşılaşıyoruz, çünkü dini elde tutmanın zor olduğu ahir zamanda yaşıyoruz. Hepimiz yanlış yapıyoruz, yapabiliyoruz. Fakat bu yanlışlıkların, hiçbir zaman inancımız/ itikadımız haline dönüşmesine izin veremeyiz. Uygulayamasak bile Hakkı Hakk, batılı batıl bilme faziletini kaçırmamalıyız. Yoksa İmam el-Gazali (rh)’nin haber verdiği ürkütücü sonuca düşmek kaçınılmazdır. O şöyle demiştir: ‘Şeriate, şeriat yolunun dışında bir yolla yardım etmek isteyen kimsenin zararı, Şeriate şeriat yoluyla darbe vurmak isteyen kişinin zararından daha çoktur.’ [11]

Allah (cc) yar ve yardımcımız olsun…

Mesut Sezgin


 

[1] Şafii, Risale, 25; Türk Diyanet Vakfı yay.

[2] a.g.e., s.32

[3] Hutbe-i Şamiye, 118

[4] İşaratü’l – İ’caz, s.28 vd.

[5] Dr. Emin ŞİMŞEK; http.gencadam.com’dan

[6] Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye, 21. Madde

[7] ed-Dihlevi, Huccetullahi’l- Baliga, c.I, s.336; Yeni Şafak basımı, Eylül 2003

[8] Enbiya, 60

[9] M.Toptaş, 14.12.2005, Milli Gazete

[10] Lem’alar, 152; Envar Neşr.

[11] Gazali, Tehafute’l-Felasife, Mukaddime, II, s.8; Çağrı yay.

Editör
Musellem.net editörü...