“Abdullah Gül İle 12 Yıl” Adlı Sevimsiz Kitap Üzerine

Ahmet Sever’in “Abdullah Gül İle 12 Yıl (Yaşadım-Gördüm-Yazdım)”
Adlı Sevimsiz Kitabı Üzerine

Ahmet Sever’in naçizane değerlendireceğimiz kitabı henüz basılmamış durumda, yazım aşamasındayken muhalif medya tarafından haberlere hararetle konu edinilmişti.[1] Üzerinde çok duruyorlardı ve kitap nihayet çıktı. Muhalif medya ya da nâm-ı diğer okyanus medyası kitap satışa sunulur sunulmaz üzerine pervasızca abanıverdi. İlgililerinde, kitap içerisinde bilinmeyen ya da kapalı kapılar ardında kalmış olan birçok sırrın ifşa edileceği zannı ve beklentisi oluşmuştu. Oysaki son on iki yılda şahit olunmuş gelişmeleri (hatta geri beslemelerle yirmi-yirmi beş yıla kadar çıkarabiliriz bu süreyi) yakından takip etmiş olanların ‘’yeni’’ olarak karşılayabilecekleri pek bir şeyin yer almadığı görülmüştür kitap ele geçtiğinde. Zaten muhalif medyanın Abdullah Gül ile Recep Tayyip Erdoğan’ın ayrı düştüğü -ya da düşürüldüğü-[2] birkaç husus dışında kitap üzerinden haber yapamayışı da kitabın muhalefet için malzeme niteliği taşıyan pek veri içermeyişinden kaynaklanmıştır.

Eserin Hitap Ettiği Kitle

Kitap daha çok yakın tarihe vakıf, son yıllardaki gelişmeleri en azından haber bültenleri seviyesinde de olsa sıkı takip etmiş kimselere hitap etmektedir. Dolayısıyla her okuyucunun sırası geldikçe anlatılan her olay karşısında özellikle son yirmi-yirmi beş yıla ait haber birikimini, dağarcığı doğrultusunda yoklaması, haber arşivleri ve internet arama motorlarına sık sık başvurması içeriğin anlaşılması açısından önemli gözükmektedir.

Her ne kadar gündemi yakından takip etmiş olanlar için kitap sıradan olsa da, derinlemesine mukayeseli takipten uzak kimseler için önemli bazı ayrıntılara da sahiptir. Gül’ün dış ilişkilerdeki başarısı, atmış olduğu önemli adımlar, öncülük ettiği gelişmeler[3] bu noktada örnek olarak zikredilebilecek bazı hususlardır. İddia edildiği gibi, Cumhurbaşkanlığı görevini ifa ettiği esnada, noter gibi çalışmak yerine, ağırlığını zaman zaman hissettirmiş olmasına dair örnekli beyanlar,[4] Recep Tayyip Erdoğan etrafında hareket eden propagandist bazı yazar-çizer taifesinin ortaya attığı ve epeyce yayılmış olan birtakım iddialara karşı tekzipli hatırlatmalar, [5] gündemi derinlemesine takip etmeyenlerin kaçırmış olabileceği türden önemli detaylardır. Bu tür detaylara yer vermiş olması, kitabı okunabilir kılan temel unsurların başında gelmektedir.

Teknik Açıdan Dil, Anlatım ve Tasnifteki Başarı

Kitabın muhabirlikten gelme, tabiri caizse çekirdekten yetişme, ulusal gazete ve televizyonların beynelmilel temsilciliği görevlerinde bulunmuş usta bir iletişimci, tecrübeli bir gazetecinin kaleminden çıktığı açıkça belli olmaktadır. Elimdeki sürümü, hemen ilk baskı olmasına rağmen kitabın teknik açıdan neredeyse sıfır hata ile yazılmış bir kitap olduğu söylenebilir. Başlıkların tasnifi, isabetli ve doğru bölümleme, dil ve anlatımdaki sadelik, siyaset alanında yazılmış kitaplarda eşine az rastlanır bir düzeyde sunum sağlamıştır.

Yakın Tarihe Objektif Bir Şahitlik Mi Yoksa Gül Güzellemesi-Erdoğan Antipatisi Mi?

Önceki satırlarda da ifade etmiş olduğumuz gibi kitap yazılı, görsel, dijital ve sosyal medyada adeta ‘’kral çıplak’’ biçiminde bir haykırışı sahneye koyacakmış gibi pazarlanmıştır. Fakat muhtevanın söz konusu pompalamaya karşın; ‘Gül güzellemesi-Erdoğan antipatisi’nden öteye geçemediği okuyanların ortak tespiti olmuştur.

Sayın Abdullah Gül’ün meşrebinin ve  (siyasi) mezhebinin genişliğinin kitapta ortaya, demokratlık ve hoşgörü şeklinde sürülmesi, yazarın deyimiyle kendisi gibi; o mahalleden[6] yani muhafazakâr cenahtan olmayan kimseler için olumlu olsa da, AKP tabanı açısından olumsuz bir hal oluşunun önemli bir itirafı gibi yansımaktadır.

Gül güzellemesine karşın Erdoğan antipatisini misyon edinmişçesine kitapta Sayın Gül’ü; ufku alabildiğine geniş, uzlaşmacı, akıl ve mantık düzleminden asla kopmayan bir şahıs şeklinde takdim eden bir anlatım hakimken, Erdoğan’ı ise; ufku dar, uzlaşmadan uzak, çoğu zaman öfkesine yenik düşen, gaza çabuk gelen, bir diktatörden farksız, bencil ve en önemlisi de vefasız bir şahıs şeklinde takdim eden bir anlatım hakim olmuştur.

Ahmet Sever’e göre; Sayın Abdullah Gül’ün Başbakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı döneminin Türkiyesi; Dış İlişkilerde önemli atılımlar yapıp çokça yol kat eden, AB ve Avrupa Parlamentosu nezdinde hiç olmadığı kadar muteber bir konuma yükselen bir ülke olmuştur. Onun döneminde; barış, demokrasi ve özgürlükler noktasında önemli adımlar atan ve adeta altın çağını yaşayan bir ülkeyken, Gül’ün köşke çıkıp da pasifize olmasından sonra, kazanmış olduğu bu birikimleri pervasızca harcamak suretiyle büyük bir hızla kaybetmeye başlamış bir ülke vaziyetine bürünmüştür.

Kitap, misyonu üzere ilerledikçe, Gül-Erdoğan mukayesesindeki vakıayla çelişen orantısızlık da yükselmiştir. ‘’Bir sokakta iki kişi kavga ediyorsa Erdoğan o kavgaya girer, Gül ise kavgayı ayırır’’ şeklindeki mukayese, Gül Güzellemesi-Erdoğan Antipatisinin kitaptaki doruk noktası olmuştur. [7]

Abdullah Gül ve Cemaat

Fihriste bakıldığında göze çarpan en önemli başlık şüphesiz bu başlıktır. Başta muhalif medya olmak üzere habercileri heyecanlandıran bu başlığın altındaki malumatta da muhalifler, kitabın genelinde olduğu gibi umduklarını bulamamışlardır. Yazar, Abdullah Gül’e bizzat sorulan soru üzerine: ‘’Cemaatçi değil, Büyük Doğucuyum. Benim dünya görüşümün oluşmasında Cemaat’in hiçbir etkisi yoktur. Cemaat, Türkiye’deki çok sayıda sivil toplum örgütünden biridir. Benim Cemaat’e özel bir ilgim söz konusu değildir.’’ [8] deklarasyonunu kaydetmiştir kitabına. Bu ifadeleri, Abdullah Gül’ün, Gülen Cemaatine yakın olmayıp bilakis cemaatin hukuk alanındaki mensupları başta olmak üzere diğer kanatlarının da bazı faaliyetlerinden duyduğu rahatsızlığa dair somut bazı örnekler takip etmiştir.

Kitabın İtiraf Ettiği Endişe Verici Arka Plan

Ahmet Sever’in bu kitabının bence en önemli yanı; devletin mühim kademelerinde görev yapan devlet adamlarının etrafına çöreklenmiş kurmay, yardımcı, muavin ya da danışman vd. sıfatlarla vazifeli bulunan şahısların zaman zaman -hatta çoğu zaman- görevlendirilmiş oldukları pozisyonları ziyadesiyle aşarak bizzat yönlendirici ve belirleyici bir kimliğe bürünmeleri yönündeki itiraf niteliğinde anlatımlar içermiş olmasıdır.

Aslında bu farklı unvanlarla alt pozisyonlarda bulunanların bağlı bulundukları makamlarda yer alanları yönlendirmeleri, danışmanlık-bürokratlık yapısına mahsus bir durum da değildir. Dikkat çekmeye çalıştığımız bu problemin benzer örneklerini, Padişah/Sultan-Vezir, Kral/Naip vb. gibi bilgi-fikir paylaşımının söz konusu olduğu hemen her yönetim sisteminde rahatlıkla görebilmek mümkündür.

Dönemin Cumhurbaşkanı ve Başbakanı arasında ortaya çıkmış olan ihtilafların her iki makamın danışmanlarının mübalağa etmesi sonucu[9] ciddi bir boyuta vardığı anlatılanlardan açıkça anlaşılandır. Memleketin tepesinde bulunan bu iki önemli şahsın böylesine ucuz manipülasyona defalarca maruz kalmış olmaları da maalesef son derece düşündürücü ve ilerisi için endişe vericidir.

Gül Güzellemesi-Erdoğan Antipatisinin Sebepleri Üzerine

Peki, bu Gül Güzellemesi ve Erdoğan antipatisinin sebebi ya da sebepleri ne/neler olabilir? Bunu sadece Ahmet Sever’in, danışmanlığını yaptığı süreçteki Abdullah Gül’e olan muhabbeti ve hayranlığıyla açıklamak takdir edersiniz ki, gereksiz bir iyimserlik olur. Zira bu kıvamdaki insanlardan böyle bir muhabbet-hayranlık yollu değerlendirme beklemek, her şeyden evvel onların birikim ve ciddiyetlerini yok saymak ve kendilerine haksızlık etmek olur. Ahmet Sever acaba muhtemel siyasi bir Abdullah Gül yapılanması içerisinde siyasete atılmayı mı amaçlamaktadır? Erdoğan’ın evvelden danışmanlığında bulunmuş olanların ilerleyen dönemlerde milletvekilliği hatta Bakanlık-Başbakan Yardımcılığı makamlarına gelmiş olmaları onun amacını mı şekillendirmiştir? Erdoğan’ın etrafındaki politbüroyu aşamayacağını düşündüğü için keseri hep Gül tarafına yontmak suretiyle, kendisine böylece yer mi yapmak istemiştir?

Ahmet Sever’ in ortaya sunmuş olduğu bu Abdullah Gül portresinin sebebi hayranlık ya da siyasette aktif rol almaya kapı aralama/yer yapma olup olmadığı yönündeki sorgulama elbette önemlidir. Bu sorgulamanın yanı sıra yapılması gereken en doğru ve sonuç verme ihtimali en kuvvetli sorgulama; Doğan Medya ile yıllarca devam etmiş olmakla birlikte, emekliliğinden sonra da muhtemelen devam edecek olan bağlantısı olmalıdır. Üzerinde durmakta olduğumuz, Ak Parti çevrelerini rahatsız etmiş olan bu kitabın basımının Doğan Yayıncılık tarafından gerçekleştirilmiş olması ve sözünü ettiğimiz propagandanın daha çok bu grubun yayın organları tarafından başlatılıp sürdürülmüş olması da irdelenmesi gereken bir durumdur. Zikretmiş olduğumuz ayrıntıların yanı sıra; YTP[10] serüveni bağlamında İsmail Cem, Hüsamettin Özkan vd. şahıslarla siyasete girip kendi ifadesiyle ‘’boyunun ölçüsünü alması’’[11] bu yapının (YTP’nin kuruluş serüveni ve misyonu) amaçlarıyla amaçlarının örtüşüp örtüşmediği meselesi ve Ruşen Çakır’a verdiği yankı uyandıran röportajdaki[12] tavrıyla, katılmış olduğu bir TV programında[13] ses getirmiş tutumu olmalıdır.

Recep Tayyip Erdoğan Ahmet Sever’i Kovdurtmak İstedi Mi?

Yukarıda zikretmiş olduğumuz meselelerden sonra, üzerinde durulması gereken bir mesele daha vardır ki, o da; Recep Tayyip Erdoğan’ın, Ahmet Sever’in görevden alınmasını isteyip istemediği, istemişse hangi sebebe binaen istemiş olduğuna dair iddiaların değerlendirilmesidir.

Ahmet Sever’in kitapta iddia ettiğine göre; Ruşen Çakır’a vermiş olduğu röportaj Recep Tayyip Erdoğan’ın aşırı derecede sinirlenmesine sebep olup kendisinin görevden alınmasını istemesi boyutuna kadar varmıştır. Görevden alınma isteğini Recep Tayyip Erdoğan’a yakın kaynaklar da doğrulamaktadır fakat sebebi, Ahmet Sever’in kitapta iddia ettiği meseleden ötürü olmayıp, Ahmet Sever’in alkolü fazla kaçırdığı bir barda polislere; ‘Cumhurbaşkanı Başdanışmanı’ olduğunu da ifade ederek hönkürmesi, böyle bir garabetin müsebbibi olmasıdır.[14] Bu iddiaların açıklığa kavuşturulması, Ahmet Sever’in samimiyetinin anlaşılması açısından önemlidir.

Son Söz

Kitap, yakın tarihi şöyle bir hatırlamak ve yakın siyasi tarihle ilgili hafıza tazelemek isteyenler için dil ve anlatım sadeliği yönüyle tercih edilebilecek bir kitap. Fakat objektiflikten yoksun bir şekilde, belli bir misyon doğrultusunda yazılmış olma ihtimali sebebiyle güven vermekten uzaklaşmış bir kitaptır. Ayrıca, yazarın kapalı kimliği ve dünden bugüne münasebet içerisinde bulunduğu kişi ve yapıların karanlık kişiliği, değerlendirmede üzerinde durduğumuz şekilde bir sorgulamayı da haklı kılmaktadır. Eseri okuyacak olanların bu hususları dikkate almaları mutedil bir değerlendirme noktasında faydalı olacaktır.

Ahmet Sever’in önümüzdeki süreçte gerçekleştireceği faaliyetlerle sorgulama kısmında yöneltmiş olduğumuz sorularımıza açık bir şekilde cevap bulunacağını tahmin ediyoruz. . Sever’in bundan sonraki hayat serüvenini –Allâh’ın (Celle Celâluhû) dilediği bir müddetçe- hep birlikte takip edip göreceğiz…


Dipnotlar

[1] Kitabın basıldığı Doğan grubunun medya organlarından Hürriyet’in gerek gazetesi gerekse de internet sitesi ve sosyal medya hesapları, yine muhaliflerden Oda TV’nin internet sitesi ve sosyal medya hesapları hakeza Sözcü gazetesinin internet sitesi ve sosyal medya hesapları, kitabın basılacağına dair haberlerin pompalanması konusunda öne çıkan platformlar olmuştur. Kitabın, kitapçılara düşmüş olduğu 14-15 Haziran tarih kesitine bahsi geçen platformların arşivinden göz gezdirildiği takdirde, söz konusu pompalama ve köpürtme rahatlıkla görülebilecektir.

[2] Yazara göre Gül ile Erdoğan’ın ters düştüğü birçok mesele vardır. Bize göre bunlardan bazıları, aynı dünya görüşüne sahip kimselerin de zaman zaman ihtilafa düşebileceği, bakış açısı farklılığına dair meselelerken bazılarıysa aslında görüş ayrılığı olmayan fakat gerek Gül’ün gerekse de Erdoğan’ın çevresinde bulunan kesimin köpürtüp abartarak görüş ayrılığı olarak lanse ettiği meselelerdir. Gül ve Erdoğan’ın görüş ayrılığı yaşamış olduğu meselelerden birkaçı şöyledir:

-1 Mart Tezkeresi,

-17-25 Aralık operasyonu vetiresindeki gelişmelere ve tutuma yönelik bakış açıları,

-Twitter, Youtube vd. sosyal medya organlarına getirilen yasaklar,

-Adalet Bakanının yetkilerini artıran HSYK yasası,

-Gül’ün görev süresi ve yeniden adaylığına yönelik belirsizlik,

-Gezi Parkı olaylarına bakış açısı,

-Yolsuzluklarla mücadele vd.

[3] Kitapta, Sayın Abdullah Gül’ün sıra dışı birtakım hamlelerine örnek olarak kaydedilmiş olan hususlardan birkaçı şöyledir;

-Kıbrıs konusundaki stratejik önemi haiz hamleler,

-Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’e, Irak’ın işgali öncesi uyarı mektubu,

-Suriye sorunun başlangıcı döneminde yaptığı barışa yönelik telkinler,

-İsrail-Filistin meselesi bağlamında Hamas’a önemli uyarılar.

-Avrupa Parlamentosuyla geçmişten gelen dostluğun da vesilesiyle yaşatıldığı belirtilen Türk Baharı,

-Yüksek tansiyona rağmen milli maçı fırsata çeviren Erivan ziyareti,

-MGK oturma düzeninde asker-sivil karşıtlığı pozisyonunu gideren değişiklik,

-Ahmet Kaya’ya ödül, Sebahattin Ali ve Yaşar Kemal’e iade-i itibar.

-Devlet Denetleme Kurulu’nun (DDK) harekete geçirilip yoğun bir şekilde çalıştırılması vd.

[4] Muhalif medya Sayın Gül’ü her ne kadar Ak Partinin noteri olarak tanımlamışsa da, hakikat aslında bunun zıddınadır. Gül, her ne kadar veto edilmesi gerektiği kamuoyu tarafından dile getirilmiş yasaları veto etmemişse de, aslında Hükümet’le olan yakın irtibatını kullanarak, veto edilmesini gerektiren problemleri, önüne gelmeden değişiklik yapılması talebiyle yasalardan çıkarttırmıştır. TİB’in yetkilerini düzenleyen internet yasası ve HSYK yasası bu konuya örnek teşkil eden, kamuoyunda en çok yankı bulmuş iki yasadır. Bkz. Ahmet Sever, Abdullah Gül İle 12 Yıl, Doğan Yayıncılık, İstanbul, 2015, s.149-154

[5] Mit Müsteşarı Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılması meselesi üzerine, Hükümet’e yakın medyanın Abdullah Gül’ü hedef tahtasına oturtan maksatlı birtakım haberleri söz konuşu olmuş ve bu haberler hayli yayılmıştı. Söz konusu iddialara göre; ‘Hakan Fidanın, Sayın Erdoğan’ın ameliyatı esnasında alınması planlanmıştır. Fidan Erdoğan’ı arar ve ulaşamaz. Daha sonra Gül’ü arar. Gül ise kendisine, ifade vermeye gitmesini söyler. Daha sonra aksaklık sebebiyle Erdoğan ameliyata alınmaz ve devreye girerek Fidan’ın gitmesini engeller. İddialara göre; Fidan’ın gitmiş olması durumunda gözaltı gerçekleşecek ve iş, Erdoğan’ın ameliyat masasında kelepçelenmesine kadar gidecektir.’ Kısaca özetlemeye çalıştığımız bu saçmalıklar maalesef Türkiye Gazetesi ve muhtelif ajanslarla bu kurguyu onlardan aşırmış olan internet sitesi ve sosyal medya hesaplarında manşet seviyesinde yer bulabilmiştir. İddialar için bkz. Tıklayınız Öyle ki bu fantastik anlatım video paylaşım siteleri üzerinden de pompalanmıştır, bkz. Tıklayınız

Ahmet Sever’in anlattığına göre, Fidan’ın ifadeye çağrıldıktan sonra Gül ile görüştüğü doğrudur ve görüşme köşkte yüz yüze gerçekleşmiştir. Bu görüşmede Sayın Gül, Fidan’a, ifade vermeye gitmemesini telkin etmiştir. Daha sonra bu haber için tekzip de yayınlanmış fakat ülkemizdeki haberciliğin seviyesizliği burada da kendini göstermiş, manşetlerden verilen haberler küçük köşelerde tekzip edilmekle kalınmıştır. Maatteessüf bu kurgu, hâlâ paylaşılmaya ve yayılmaya devam etmekte, bu algı operasyonu ihanet söylemleri boyutunda sürdürülmektedir. Detaylar için, age, s.120-121

[6] Yazar birkaç yerde bu mahalle-o mahalle şeklinde bir tasnife gitmektedir. Burada mahalleden maksat; siyasi yelpazede konuşlanılan konum ve seçilen taraftır. age, s.181-182.

[7] Cengiz Çandar’ın Amerikalı bir gazetecinin mukayeseye dair sorusu üzerine vermiş olduğu cevabın Ahmet Sever tarafından Gül’e aktarılışı ve Gül’ün müdahale ederek tashih edişine dair böyle bir anlatım nakledilerek, Gül güzellemesi-Erdoğan antipatisi adeta doruk noktasına çıkartılmış olunuyor.  Age, s.107

[8] Age, s. 115

[9] Danışman savaşları, bunlara bazı mevcut ve eski milletvekilleriyle gazetecilerin de dahil oluşu olayların büyümesine, ihtilafların köpürtülerek mübalağa edilmesine sebep oluyor. Ortalık yok yere yaygaraya veriliyor, birbiri ardına yapılan açıklamalar ve verilen demeçlerle iş iyice sarpa sardırılıyor. Yalçın Akdoğan, Şamil Tayyar, Hüseyin Çelik vb. gibi şahıslarla Gül’ün etrafındaki kimselerin ve ona yakın; Fehmi Koru, Cengiz Çandar, Ruşen Çakır, Hasan Cemal vd. gazetecilerin tavrı bazen çok çirkin seviyelere tırmanabiliyor.

Bu suni problem, Mehmet Barlas’ın: ‘’Gül’ün çevresinde AKP hücreleriyle uyumsuzluk söz konusudur’’ sözleriyle kitapta açık bir beyan olarak kaydedilmiştir.

Fatih Tezcan vb. gibi propagandist yazarların tavrı ise gündeme bile getirilmeyecek kadar sığ, bir kaşık suda fırtına koparmaya yönelik, sadece yaygaradan, höykürmeden ibaret tavırdan öteye geçmekten uzaktır. Ahmet Sever’in naçizane değerlendirmekte olduğumuz kitabının 3/1’lik kısmını henüz okumadan, yemeden içmeden eleştirmek maksadıyla bir TV programına katılmış olması da onun (F. Tezcan) ne derece bir psikolojik vaka olduğunun işaretidir.

Yaşamları boyunca birçok birlikteliğe ve en kadim dostları kıskandıracak nitelikte bir duruşa imza atmış böylesine iki şahsiyetin etrafında kümelenen grupların bu derece etkin ve etkileyici olmaları, üzerinde durup düşünülmesi gereken bir problemdir. İki danışman ordusunun, iki şahsiyetin üzerinden birbirlerine savurmaları, her iki tarafın etrafında da kümelenmiş ayrı ayrı medya mensuplarının onları medya malzemesi, propaganda aracı kılabilmeleri, medya ve basın açısından çirkinliğin, rezilliğin ve de kokuşmuşluğun ilanıdır.

[10] Yeni Türkiye Partisi sonradan kapatılmış eski partilerden biridir. Ecevit’in DSP’sinden Hükümette bakanlık yapan; İsmail Cem, Hasan Hüsamettin Özkan ve Kemal Derviş gibi isimler tarafından Ecevit’e kazık atarak kurulmuş, Kemal Derviş’in bu oluşumu terk edip CHP’ye geçmesiyle hemen kuruluşunda kazıklanmış, seçimlerdeki başarısızlık sebebiyle pek çok kimsenin boyunun ölçüsünü almasına sebep olmuş, sonradan Hüsamettin Özkan tarafından da terk edilmiş, İsmail Cem’in hastalığı sebebiyle nihayetinde CHP’ye katılmış bir partidir.

Partinin DSP’den kopuş daha doğrusu koparılış süreci ve başını çeken isimlerin şahsiyetiyle siyasi kimlikleri irdelenmeye muhtaçtır. Hangi vaatlerle bu ayrılığı gerçekleştirmişlerdir, kimlerin amacına hizmet etmişlerdir bunlar ayrı ayrı sorgulanmalıdır. Ecevit’in hastalığı ve seçimlerdeki başarısızlık sebebiyle bu mesele önemsenmemiş, dolayısıyla bu hususlar üzerinde özellikle durulacak bir değerde görülmemiştir. Yakın siyasi tarihe dair yazıp çizmek isteyenler için YTP kurucularının DSP’den kopuş ve yeni partileşme süreci, siyasi kimlikleri dikkat çekici bir kitap olabilir.

[11] Ahmet Sever anlatıyor: ‘’2002 seçimleri öncesinde ben ve Ruşen Çakır rahmetli İsmail Cem’in daveti üzerine Yeni Türkiye Partisi’ne katılmıştık. Eskiden çalıştığım CNN TÜRK bir jest yaparak, bizim partiye katılışımızı canlı yayınlamıştı…

… YTP seçimlerde başarısız olup ben boyumun ölçüsünü alınca…’’ age. s.16.

[12] Ahmet Sever’in Ruşen Çakır’a vermiş olduğu 30 Temmuz 2012 tarihinde yayımlanmış olan röportaj için: ‘’Cumhurbaşkanı Pekala Yeniden Aday Olabilir’’ bkz.  Tıklayınız

Konunun Ahmet Sever tarafından takdimi ve röportaja karşı gelen tepkilere dair değerlendirmeleri için bkz. age. s. 192

[13] Ahmet SEVER’in katılmış olduğu CNN Türk/Her Şey Programı için bkz. Tıklayınız

[14] Age, s.128. Yeniakit gazetesi vd. gazetelerle muhtelif internet siteleri ve sosyal medya hesaplarında yer alan konuya dair haberlere bir örnek için bkz. Tıklayınız

Yücel Karakoç
Musellem.net yazarı, yazı işleri...