İran’ın Vahdet Oyunu – Serdar Demirel

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez Hoca, geçen hafta İran’ın tertiplediği 29. Uluslararası İslâmî Vahdet Konferansı’a katıldı. Orada İran’ın siyasi ve dinî rehberi Hamaney ile de bir görüşme yaptı.

Bunu haber yapan kimi İran yanlısı siteler, Görmez Hoca’nın Kum kentinde Şiî alimlerle görüştüğünü, İranlı alimlerin İslâm dünyasının sorunlarına mezhep açısından bakmadığını öğrendiğini söylediğini yazdılar. Bu haberi de; “İran, İslâm dünyasının sorunlarına mezhep açısından bakmıyor” başlığıyla verdiler.

İran gezisinde Görmez Hoca’ya eşlik eden bir dostu arayıp bu haberin doğru olup olmadığını sordum. Böyle bir ifadenin kullanılmadığını ve bu habere şaşırdığını söyledi.

İran, Müslüman coğrafyada vahdetin ırzına geçerken dahi vahdet toplantısı tertipleyebilecek kadar rahat bir ülkedir. Bunu da muhaliflerin sevgisini kazanmak için takıyyeyi caiz gören fıkhının sunduğu imkânlarla yapıyor.

Aslında İran Ümmet için büyük hayâl kırıklığıdır. Bunu anlamak için yakın tarihe bakmak yeterlidir. Ümmet, Osmanlı sonrası büyük bir travma yaşadı. Ulus devletlere bölündü. Ulus devletlerin batılılaştırma dayatmalarının nesnesi oldu. “Bir daha İslâmî toplum ve devlet yapısına dönüş ve eski ihtişamlı günleri inşa etmek mümkün olacak mıydı?” sorusu bir arayışın da ifadesiydi.

Bu travmanın epey derinleştiği bir dönemde İran İslâm Cumhuriyeti kuruldu. Dünya Müslümanları genel manada sevindi, bayram yaptı. İhtiyatla yaklaşan, yanılma payı bırakanlar da vardı. Zafere susamış Müslümanlar mezhep farklılığına rağmen İran tecrübesi başarılı olsun istiyorlardı.

Devrim 3 yaşında iken Suriye’de, 1982 yılında baba Esed, Hama’da 30 bin Müslümanı katletti. İran katliamı destekledi. Ancak geniş kesimler bunu tevil etmeyi tercih etti. Devrimin yaşaması için İran’ın müttefiklere ihtiyacı vardı. Devrimin hayatta kalması için 30 bin Müslümanın kanı ödenmesi gereken bir bedel olarak görüldü. Sünnî dünyada insanlar vicdanlarından yükselen itiraz seslerini böyle bastırma yoluna gittiler.

Daha sonra Azarbaycan-Ermenistan savaşı, Afganistan işgali, Çeçenistan ayaklanmasında da Ümmeti hayâl kırıklığına uğratacaktı İran. Kendi içindeki Ehli Sünnet’e karşı ötekileştirici politikalar da vicdanlarda derin yara açacaktı. Maliki döneminde İran’ın Irak politikaları mızrağın çuvala sığmadığı dönem olacaktı.

Ama asıl büyük kırılma Suriye’de kendisini gösterecekti. İran yanına da beslemesi Hizbullah’ı alarak nusayrî Esed rejimini korumak bahanesiyle Suriye’yi işgal etti. Sonra Yemen’i karıştırdı. Sünnî coğrafyalarda başkentleri bir bir ele geçirme mücadelesine girişti. Elinden gelse, ki bu bir İran hayâlidir; Mekke ve Medine’yi de işgal edecektir.

Sünnî dünyada hem misyonerlik faaliyetleriyle hem agresif emperyalist politikalarla kendine sürekli alan açmaya çalıştı. Bunu yaparken de Rusya ve bazen de ABD ile ortak hareket etti.

Bu yazdıklarım elbette bir sır değil. Eğer bugün Irak, Suriye ve Yemen’de bir mezhep savaşı yaşanıyorsa bunun birçok sorumlusu vardır ama en büyük sorumlusu İran’dır. İran’ın Tahran’da vahdet toplantısı tertiplemesi bu acı gerçeklerin üstünü örtemez.

Burada adâletten, hak ve hukuktan yana olan Şiîlere önemli bir çağrı yapmak istiyorum: İran’la aranıza mesafe koyunuz. İran’ın ulus devlet çıkarları için Şiîleri cepheye sürmesine yüksek sesle itiraz ediniz. İran’ın, lâyüs’el olmadığını, yanlış yaptığını açıkça söyleyiniz. Zira bu ateş hem Sünnilere hem Şiîlere dokunmaktadır.

Serdar Demirel

Editör
Musellem.net editörü...