Ağzımıza girenler ve ağzımızdan çıkanlar

Yaşamımızı devam ettirmek için beslenmeye, diğer insanlarla iletişim kurmak için konuşmaya ihtiyacımız var. Bizi başkalarına karşı sorumlu hale getiren, günah veya kusur işlememize sebep olan en önemli etkenlerden ikisi; ağzımıza girenler ve ağzımızdan çıkanlardır.

İnsan düşünen bir varlık olması dolayısıyla düşündüklerini söylemesi, derdini anlatması normal bir durum elbet, hatta zorunlu bir hal. Ancak dikkat edilmesi için önde gelen hususiyetlerden. İnsanın düşünmesi onu sorumluluk altına sokmaz iken düşündüğünü söylemesi, söylediği sözün hükmüne göre ya mükafat veya mücazat ile muamele görmesine sebep olmaktadır.

İnsanın beslenmesi zorunlu, ancak her gördüğünü, bulduğunu yemesi insanın sıkıntıya girmesine, sıhhatinin bozulmasına sebep olmaktadır. Yani  yapması gereken bu iki ameli ölçüp biçmeden, nefsine göre hareket etmesi halinde insanın başına dert olması işten bile değil. Bu iki amelin birbiri ile olan ilişkisine bakarsak insanın beslenmek için yediği şeylerin düşüncelerine, sözlerine ve amellerine sirayet ettiğini  de görürüz.

Bununla ilgili Yusuf Hemedani (r.aleyh) şöyle buyuruyor:

Lokma yemek, tohum ekmek demektir. Tohumu feyizli bir idrak içinde ve uyanık olarak atmak gerekir ki gıda taate dönüşsün

İbadetlerimizi ağzımızdan giren besinlerden vücudumuzun sağladığı güç ve kuvvet ile yapıyoruz. Helâl ve temiz gıda, bünyemize feyz verirken haram ve şüpheli gıdalar ise kasvet verir. Tasavvuf erbabı, hem sıhhatin hem de manevi hallerin muhafazası için iki hususa dikkat çekerek:

“Yerken ağzınıza girene, konuşurken ağzınızdan çıkana dikkat edin, bu hususta titiz davranın!” buyururlar.

Bu hassasiyeti taşıyan büyüklerimizden Hz. Ebubekir (r.a) efendimiz bir gün kendisine kölesinin ikram ettiği bir yiyeceği yemiş, kölesine bu ikramın kaynağını sormayı unutmuştu. Daha sonra hatırlayınca kölesine bunun kaynağını sormuş, kölesi ikram ettiği bu yiyeceği cahiliye zamanında falcılık yaptığı sırada bir kişiden alacağı olduğunu, o ücreti şimdi ödediğini, ikram ettiği yiyeceği onunla satın aldığını söyleyince Hz. Ebubekir (r.a) derhal iki parmağını ağzına sokarak yediği bütün yiyeceği çıkardı. Kölesi bu duruma üzülüp neden böyle bir şey yaptığını sorunca:

-Yazıklar olsun sana! Neredeyse beni helak ediyordun! dedi.

Kölesi:

-Bir lokma için bu kadar eziyete değer miydi ? deyince

-Canımın çıkacağını bilseydim, yine de o lokmayı çıkarırdım. Zira Resûlullah (s.a.v)’den

Haramla beslenen vücudun müstahak olduğu yer, cehennemdir !” buyurduğunu işittim. (1)

Yine tasavvuf erbabından Bahaüddin Şah-ı Nakşibend (r.aleyh) hazretlerinin helale riayet hususunda çok ihtimam gösterdiğini görüyoruz. Şüpheli şeylerden kaçındığını ve sohbetlerinde sürekli olarak “ İbadet on kısımdır; dokuzu helal rızık talep etmek, biri ise diğer amellerdir(2) hadis-i şerifini okur ve muhtevası ile amel etmeyi emir buyururdu. Hazret kendi yiyeceğini ziraattan elde eder, ziraat yaparken kullanılan hayvanların, tarlanın, tohumun ve suyun helal olmasına azami gayret gösterirdi.

Yediği gıdaların insanı nasıl etkilediği öğrenmek için Ubeydullah Ahrar (r.aleyh) hazretlerinden gelen şu güzel uyarıya dikkat edelim:

Bir gün talebeleri ile yemek yiyecekken Hazret, “Bu yemek hazırlanırken ihtiyatlı davranılmamış bir araştırın” emrini verir. Talebeleri araştırınca yemeğin piştiği ocakta şüpheli bir odunun olduğunu fark ettiler. Bunu öğrenen Ubeydullah Ahrar (r.aleyh) şöyle buyurdu:

– Maneviyat yolunda işin temeli gıdaya dikkattir. Buna çok ehemmiyet vermek zaruridir. Zira insanın bedenine giren şeylerin tesiri, onun zahirinde görülür. Gördüğünüz bütün bu zevksizlik ve perişanlıklar, çoğu zaman şüpheli gıdalar yemekten kaynaklanır. (3)

Gönül dünyamızın büyüklerinden Abdülkadir Geylani (k.s ) helal lokmanın kalbin tasfiyesindeki ehemmiyetine şöyle dikkat çeker:

“Bak evladım! Haram yemek kalbi öldürür. Lokma vardır, kalbini nurlandırır; lokma vardır, onu karanlığa boğar. Yine lokma vardır, seni dünya ile meşgul eder; lokma vardır, ukba ile meşgul eder. Lokma vardır, seni her iki dünyanın da zahidi yapar, gönlünü dünya ve ahiretin Halik’ına yöneltir. Haram yemek, seni dünya ile meşgul eder ve masıyetleri sana sevimli gösterir. Mubah yemek, seni ahiretle meşgul eder ve taatleri sana sevdirir. Helâl yemek ise kalbini Mevla’ya yaklaştırır. Yiyeceklerin keyfiyeti ve tesiri ancak marifetullah ile bilinebilir. Marifetullah ise kalpte olur, kitap ve defterde değil. Marifet-i ilahiye, Halik’tan kalbe ihsan edilir; mahlûktan değil. Bu ise tevhidi ilâhîyi tasdik ve ilâhî ahkâmla amel ettikten sonra tahakkuk eder.”

Bugün geldiğimiz noktada gerek gıdaların yapılarıyla oynanması gerekse üretildiği yerlerin ve ortamların güvenilirliği ortada ve maalesef hiç iç açıcı değil. Teknolojinin gelişmesi ile birlikte gıdaların genleriyle oynanması çağın en büyük hastalıklarına sebep olmaktadır. İnsanı hem sıhhati hem de manevi dünyasını  muhafaza edebilmesi için insanın yediği her lokmaya dikkat etmesi artık zaruri bir hal almıştır.

İnsanın sıhhatine ve maneviyatına sirayet eden helal lokma, elbette o insanın lisanına da sirayet etmekte, helal lokma yiyen o lokmanın gereği helal kelam konuşmakta, haram ve  şüpheli lokma yiyen ise o lokmanın gereği olarak haram ve malayani şeyler konuşmaktadır.

O halde, evvela gönül dünyamızın kapısı olan kalbimizi her türlü haramdan koruyarak, hem sıhhatimizi hem maneviyatımızı muhafaza etmeye çalışalım. Ağzımızdan çıkanlara sahip olmak için evvela ağzımızdan girenlere çok dikkat edelim.

Son olarak Ahmed Faruki Sirhindi (İmam Rabbani) (r.aleyh) hazretlerinin güzel bir nasihati ile yazımıza son verelim.

İmam-ı Rabbani (r.aleyh) buyurur:

Size nasihatim, yediğiniz lokmaya dikkat etmenizdir. İnsanın, nereden gelirse gelsin, haram mı, helal mi olduğunu düşünmeden her bulduğunu yemesi doğru değildir. Zira insan, dilediğini yapmak üzere başıboş bırakılmamıştır. Bilakis onun bir Mevla’sı vardır. O, insanoğluna bir takım emir ve nehiylerde bulunmuştur. Alemlere rahmet olan peygamberleri vasıtasıyla, razı olduğu ve olmadığı şeyleri beyan etmiştir. Mevla’sının rızasına muhalif arzular peşinde koşan, O’nun mülkünde O’ndan izinsiz tasarrufta bulunan kişi, ebedi saadetten mahrumdur” (4)


Raif KOÇAK


Dipnotlar:

1) Buhari, Menakıbu’l – Ensar,26; Ebu Nuaym, Hilye,I,31
2) Deylemi, Müsnedü’l- Firdevs, III,107/4062
3) Reşahat,s,639
4) İmam-ı Rabbani, Mektubat,III, 44, no:69

Raif Koçak
Yüzakı Dergisi'nde Yazar