Hakikati Gücün Yanında Aramak

Gücün ne olduğuna dair tespitin meseleye ve mekâna göre değiştiği gerçeği ortada olmasına rağmen böyle kapsayıcı bir başlıkla lafa girmenin bir sebebi var elbette; Bir tespit: Hakikat’in tanımı güç nerede ise ona göre belirleniyor.

Hemen dikkatinizi çekmiş ve “yok efendi kim ne derse desin, hangi kitleler neyi terennüm ederse etsin hakikat birdir” demişsinizdir. Dememişseniz eyvah! Hakikat algısında mevcut yıpranmalardan biz de nasibimizi aldık demektir.

Benim anlatmak istediklerim şunlar:

Kimi zaman siyasetin, kimi zaman paranın, kimi zaman idare edenin, kimi zaman sinsi plan sahiplerinin elinde olan “güç” hakikati menfaatleri uğruna saptırmak için elinden geleni yapmaktan imtina etmez. Gücü para ile elde etmiş olanın birilerini hakikate muhalefet etsin diye satın almasından başlayıp, iktidar olandan menfaat elde etmek için bin yıllık hakikati iki satır karalayarak yıkacağını zanneden “soytarılar”a gelene, ‘küresel güçler’in dünyanın her yerine pazarladığı nevzuhur hakikatlere kadar örnekleri çoğaltabilirsiniz

Bunların en tehlikelisi şüphesiz asırlık planlarla amaçlarına doğru yol alan, “bizim iyi dediğimiz iyi, kötü dediğimiz kötüdür” diyecek şımarıklığa ulaşmış, şımarıklığın da altı boş olmayan, yani kötüyü en azından “makul” karşılayıp bunu dışına yansıtmayan “modern insan” modelini oluşturmayı başarmış Batılı dünya görüşüdür.

Bunu İslam coğrafyasında pazarlayan Oryantalist fikir yapısını anlamak adına Oryantalizm’in tarih, zaman ve mekân algısını inceleyen çalışmaların muhtevasına burada girecek değiliz.  Ama bu algıların hangi temel üzerine bina edildiğini anladığımızda göreceğiz ki modern insan kendini bilgi, ahlak, kültür ve medeniyet açısından tüm zamanların üstünde konumlandırıyor. Bunun da doğal bir neticesi olarak geçmişten günümüze her meseleye dair bugün ortaya konulmuş tespitlerle, yüzlerce yıllık hakikati bir anda hükümsüz bırakma şımarıklığını sergiliyor.

Düşünsenize, neyin hakikat, neyin hurafe, neyin doğru, neyin yanlış, neyin ahlaklı ya da değil, kimin iyi ya da kötü, hangi eylemin faydalı ya da faydasız olduğuna karar vermek nasıl oluyor da herkesin yapabileceği bir iş olabiliyor?

İhtisasın gerekli olup olmadığı üzerine imal-i fikr etme ihtiyacı dahi duymadan “bence” diyenlerin, köşeli tespitler yapanların sayısının artması neden ola ki? Zanlarını hakikat diye pazarlama cesareti, görmezden gelinecek bir arıza değildir.  Bu arızayı görmezden gelişimizde yine bize pazarlanan “özgür insan” modelinin bir neticesi olduğu da bahs-i diğer bir hakikat! (bu da benim hakikat tespitim midir?)

İnsanların bu şımarıklığının güç ile alakası ise şurada:  Birileri bize özgürce tespitler yapmanın iyi bir şey olduğunu söylerken, neyin iyi neyin kötü olduğuna dair kendi menfaatlerine uygun bakış açısını da zihnimizde kodluyor. Ütopik bir şeyden bahsetmiyorum. Bunu yapabilen bir güç var. Her şeye kendi tuttuğu aynadan bakmaya bizi mecbur kılan, tuttuğu ayna ile bize hakikati göstermemeyi bir şekilde başaran adresi belli olmayan, tasvir edilesi yapısı olmayan bir güç. Bu kodlamanın bir neticesidir ki, insan sayısına nispetle bir meseleye dair çok ciddi sayılarda farklı düşünce gerekmesine rağmen çok ciddi bir çoğunluğun kapısı aynı yere çıkıyor.

İşte size güç: Söylediğiniz şeyi müdafaa ederken yalnız kalmayacaksınız.  Sizin gibi düşünen yığınla insan var, velev ki sizin söylediğiniz bin yıllık hakikate muhalefet etsin. Ne önemi var?  Tüm zamanların “en gelişmiş modeli” sizin söylediğinizi söylüyor, destekliyor.  Söylediğinizin hesabını vereceğiniz bir merci yok. Tv’ler sizin söyleminize paralel yayın yaparken gazeteler sizin saçmalıklarınızı “orijinal tespit” olarak pazarlıyor, insanlar sizin medeni yaşam biçiminize hayran, özgürlükçü tarafınız cezbediyor.

Hakikatin ne olduğunun çok önemi yok, güç sizin olduğunuz tarafta ya, hakikat sizsiniz !

Hakikati gücün yanında arayabilirsiniz.

Hatta aramalısınız.

Bulduğunuz hakikat olmasa da, hakikat zannedeceksiniz!

Salih Kartal
Musellem.net kurucu yazar...