Yerli Sosyoloji ve Sosyolog

YERLİ SOSYOLOJİ BİR FANTAZİ DEĞİLDİR

Sosyolojinin Türkiye’ye girişi 1914 senesine tekâbül etmektedir. 1914 senesinde ülkemiz Tanzimat ile gelen modernleşme hareketlerinin yüzüncü yılına doğru gidiyordu ve bu modernleşme/Batılılaşma hareketleri kısa bir süre sonra da hız kazanacaktı. İlk sosyologlarımızdan olan Ziya Gökalp de modernleşme hareketleri ile başı dertte olan birisi değildi. Hatta bütün bir modernleşme sürecine hizmet de etti. Türkiye’de sosyoloji kök salmaya başladığında bu bilim halkı anlamaktan ziyade onu değiştirmeye sahip olan bir geçmişe sahipti. Bu sosyoloji anlayışı tekil bir nazariye ile bütün dünya insanlarına ortak bir çözüm reçetesi sunmaya çalışıyordu ve gerçekten bunu yaparken de çok cesurdu. Biz bunu Karl Marx’ın Feuerbach Üzerine Tezler’inin meşhur 11. Tezinde görebiliyoruz: Die Philosophen haben die Welt nur verschieden interpretiert; es kömmt aber darauf an, sie zu verändern. (Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir.) Zaman içerisinde bu sosyoloji yerini toplumu anlamaya çalışan yeni bir bakış açısına bıraktı. Literatüre post-modern devir olarak da geçen bu devir, tekilci bir bakış açısıyla toplumları anlamaya çalışan faaliyetlerin yerini çoğulcu anlayışın almasını sağlamıştır. Bu da toplumların birbirlerinden ne derece farklı olduklarının anlaşılmasını ve değerlerinin ciddîye alınmasını ön plana çıkarır.

YERLİ SOSYOLOJİ ARAYIŞIMIZ

Ülkemizde sosyolojinin yerlileştirilmesi mes’elesi bugün başlayan bir mes’ele değildir. Belki henüz ‘’yerli sosyoloji’’ ile tam olarak neyin kast edildiği dört başı mamur bir şekilde bize aktarılabilmiş  de değildir. Fakat bunu bir başlık olarak bizim önümüze koyan insanlara da bir teşekkür borçlu olduğumuz kanaatindeyim. Yerli sosyolojiyi tesis etmek ülkemizde sadece sosyologlar için değil, bütün sosyal bilimciler için mühim bir mes’eledir. Fakat bunu yanlış anlamaktan, yerli sosyolojinin yabancı sosyologlara gözleri kapamak, sosyoloji geleneğini hiç hesâba katmamak demek olduğunu zannetmekten de ictinâb etmeliyiz. Eğer biz yerli sosyolojinin ne olduğunu iyi anlayabilirsek sosyolojinin bir tercümeler ve teorik bilgiler yığınından ibaret olmadığını da görebiliriz.

YERLİ SOSYOLOG OLMAK

Sadece burada yazılanlar  ile memleketimize yerli sosyoloji anlayışını kazandırabileceğim iddiasında değilim elbette. Bu bugün yaşayan tek bir sosyoloğun işi olmaktan da uzak bir şeydir kanaatindeyim. Akademisyenler ve öğrenciler bunun üzerinde okumalar yapmalı, bunu düşünmeli ve bu konu hakkında yazıp çizmeliler. Fakat belki de öncelik okumaktan-yazmaktan ziyade yerli オンライン カジノ bir sosyolog olabilmektir. Yerli sosyolog olmak ise bu toplumun mukaddes dinini bilmenin bir öncelik halini almasını gerektirmektedir. Bir toplumun kıymet hükümleri ile arasında mesâfe bulunan her sosyal bilimci o toplumun kendisi ile de mesâfelidir. Bu şekilde toplumun buy Viagra 100mg online anlaşılabilmesi mümkün olamaz. Bunun yanı sıra toplumun içinden geçtiği tarihî vetîreyi (süreci) de iyi bilmek gerekmektedir. Zira malumdur ki ictima’î bilimler arasında mutlak bir tefrike (ayrıma) gitmek muhaldir. Bunun için de tarih bilgisi bir mecbûriyettir diyebiliriz.

Türkiye nev’i şahsına münhasır bir ülkedir. Yirminci asrın başında harflerini değiştiren ülke sayısının kaç olduğunu bilmiyorum fakat ekalliyet olduğundan eminim. Kendi şahsına münhasır bir hüviyete sahip olan ülkemizde meydana gelen “harf devriminin” (eski tabiriyle “tebdîl-i huruf ”) bize nelere mâl olduğu hem izahtan vârestedir hem de üzerinde çok fazla yazılıp çizilmiş bir hâdisedir. Üstelik geçmiş ile râbıtamızın kopuşu sâdece harflerin farklılığından kaynaklanmıyor; bunun bir sebebi de lisanda meydana gelen farklılıktır. Birçok yeni kelimenin uydurulduğu ve lisanın daraltıldığı operasyonlarla lisanımız bir erozyon yaşadı. Uydurma kelimelerin ortaya çıkması netîcesinde biz bugün üzerinde ittifak ettiğimiz sosyolojik tabirlerden de mahrumuz. Özellikle bir sosyoloji veya psikoloji kitabı okuyorsanız ne mânâya geldiğini bilmediğiniz birçok kelime ile karşılaşıyorsunuz ve bu kelimeler ekseriyetle uydurma kelimeler oluyor. Istılahtaki darlık ve farklılık kanaatimce yerli sosyolojinin önündeki en büyük engellerdendir. Biz buna Osmanlı münevverlerinin neleri tartıştığının anlaşılamamasını da ekleyebiliriz. Örneğin siz Nâmık Kemâl’in “Görüp ahkâm-ı asrı münharif sıdk u selametten / Çekildik izzet ü ikbal ile bab-ı hükûmetten.”[1] demekle ne demek istediğini anlayamıyorsanız bir devrin münevverinin neyi kendine dert ettiğini de anlayamazsınız. Böylece Osmanlıca bilmenin ne kadar mühim olduğunu da görebiliyoruz.

Yerli sosyoloji anlayışının üzerinde hiç düşünülmediğini kast ediyor değilim. Elbette bize gelene kadar bu mes’ele üzerinde birçok şey yazılıp söylenmiştir. Yerli bir sosyal bilimin ülkemize kazandırılması için atılan her müsbet adım bizlerce kıymetlidir ve bu adımların sayısının da bizlerce arttırılması gerekmektedir.

 Ayhan Koçkaya


 

[1] Çağın yöneticilerini doğruluk ve güvenlikten uzaklaşmış görünce şerefle ve mutlulukla hükümet kapısından ayrıldık.