Silahlanmak ya da Silah Kırmak İçin “Okumak”

Bilgiye ulaşmak için elimizi, hatta yalnızca parmak uçlarımızı hareketlendirmenin yettiği, nice imkânların önümüze serildiği bir dönemi yaşıyoruz. Ancak neyden ne kadar istifade ediyor, istifadeye yeltendiğimiz imkânları hangi ölçüde “doğru” kullanıyoruz sorusuna gönülleri hoşnut edecek bir cevap veremiyoruz.

Kabul edelim, garip bir devir yaşıyoruz. 

“Hangi kitabı okuyayım?” şeklinde soru soranların sayısı her geçen gün artıyor. Bu soruyu soranın niyetinde bir arıza olmadığı, meselenin “samimi bir öğrenme gayreti” ve “berrak zihin yapısı arayışı” olduğunu söyleyebiliriz. Ancak ne yazık ki okumak, problemlerimizi çözmeye yetmiyor. Zira “okuyucu” olarak kalışımız, modern zamanlarda sızısı artan derin bir yaramız. Okuyanımız az olduğu hakikatinden çok, “okuyan” ya da “okumayan” ayrımına girmeksizin hemen hepimizin amellerindeki “güdük”lük asıl problem olarak önümüzde duruyor.

Eskiler, kaldıramayacakları yükün altına girmenin yanlışlığını idrak eden ferasetleri sayesinde her şeyi öğrenmeye meraklı tavır sergilemekten imtina eder, “bir bilene sor”u hakikati ile yaşar, problemin çözümü için ihtiyaç sahibini “bilene” yönlendirmeyi tercih ederlermiş. Bilmediğinin farkında olanların akl-ı selim tavrı da bu olsa gerektir.

“Samimi öğrenme gayreti” ile başladığını söylediğimiz “öğrenme” ameliyesinin neticede “kelle avcılığı”na dönüşmesi de bir diğer yaramız. Okunan iki kitaptan ya da dinlenen bir konuşmadan “apartılarak” dile dolanan sloganlarla gâh o yana gâh bu yana sallanır oldu ifrat bıçakları.

Ehl-i Sünnet-i muhafaza gayreti için de girişildiği söylenen bu tavrın bize faydadan çok zarar getirdiğini son zamanlarda iyice müşahede eder olduk. Bu muhafaza gayretini bırakalım demiyorum, tavizsiz ve bütün hatlarıyla muhafazası için çalışılması gereken bir davanın adıdır Hakkı Haykırmak. Ancak bunu, kırıp dökmeden, haddi aşmadan, işi sloganlaştırmadan, yıpratmadan, hakkın hatırını incitmeden yapmamız gerektiğini de unutmamalıyız diyorum. Okumak ve öğrenmek, “kelle uçurmak” ya da birilerini deşifre etmek için değil “amel etmek” içindir.

Öğrenilen şey, ilim, bir silah gibi kullanılabilecek donanıma sahip. Ancak diğer silahlar gibi onun da hayır ya da şer yolunda kullanılabilmesi mümkün. Modern zamanlarda ilim, bize ihtiyacımız olan silahı sunabilir ancak silahın var oluşundan ziyade ne için kullandığımızdır önemli olan. Hakikati ve ahiretimizi zedelemek için mi silahlanıyoruz, yoksa batılın silahını kırmak için mi?

Hem, öğrenme işi herhangi bir dünyalık sermaye elde etmek için değil, ahireti kurtarmak için olursa kıymete değer oluyor. Eski nesillerin yaptığı ve dolayısıyla kazandığı nokta burası. Onlar bilgiye kolay ulaşamıyor, “rıhle” denen ilim yolculuklarında bin bir türlü eza ve cefaya katlanıyordu. “Halis niyet” ile  “sahih bilgi”yi arıyorlardı. Bulanlar da bulduklarını övünç sermayesi olarak kullanmıyordu.

“İlim öğrenme” bizzat kendisi ibadet olan bir ameldir. Onu, hem dünyada hem ahirette aleyhimize ya da lehimize kullanılacak bir hale dönüştürecek olan şey ise şüphesiz niyettir.  Niyetinde arıza olanların, çıktığı yolculukta, başlangıçtaki niyeti muhafaza edemeyenlerin hallerindeki perişanlık, ahirette dünyadakinden daha ziyade olacağı şüpheye mahal bırakmayan bir hakikat.

Bu riskleri beraberinde barından “öğrenme” işi, nihayeti olmaması hasebiyle bir hedef değil, olsa olsa yolculuk olur. Bu yolculukta en dikkat edilesi şey de her fırsatta niyetin bozulmaya uğramadığının kontrolüdür.  Hâsılı, aranan şey eskiden de, bu zaman da aynı:  Halis niyet, sahih bilgi ve ahireti kurtaracak amel.

O halde Modern zamanlarda bilgiye bu kadar kolay ulaşabiliyor olmamız bize asıl ulaşılması gereken şey hususunda ne kadar avantaj sağlıyor diye ellerimizi başımızın arasına koyup düşünmeli değil miyiz?

Salih Kartal
Musellem.net kurucu yazar...