Selefî İstismarında Bir Maturîdî: İmam Birgivî

Selefî itikadî anlayışa bağlı herhangi bir kimsenin, okuduğunda tahammül etmesi mümkün olmayacak kadar net, sahih ve keskin Mâturîdî beyanları olan İmam Birgivî (rahmetullahi aleyh), Selefîlerin iç tutarsızlıklarının bir alamet-i farikası olarak istismar edilmektedir. Aklî bir ölçü olan ‘zıtlıkların cem olunmazlığı’ dahi ihlal edilip İmam Birgivî ve İbn Teymiyye âdeta aynılaştırılarak sunulmaktadır. İmam Tahavînin el-Akidetü’t-Tahavîyye‘sine yapılan şerhler yoluyla tahrif ve tahribatın bir benzeri de ne yazık ki İmam Birgivî’nin eserlerine uygulanmaktadır. Bütün bu olanlara karşı yine ne yazık ki Ehl-i Sünnetten bir iki müdafaa hamlesi dışında ciddi bir itiraz ve sahiplenme tavrı görülmemektedir. Neden herhangi bir âlim değil de İmam Birgivî istismarı dersek bu sualin cevabı imamı tanımayı elzem kılacaktır.

İmam, ehl-i ilim olma hüviyetinin yanında ehl-i tarik bir kimliğe de sahiptir. Bayrâmî tarikatına intisaplı zahid bu âlim kendi döneminde tahrif edilen tasavvufun pratikteki uygulama ve anlayışlarına ikazlar yöneltmiş ve bu hatalara karşı münekkid bir tavır almıştır. Hatta bu düşüncesini müşahhaslaştırarak ‘et-Tarikatü’l-Muhammediye’ isimli meşhur eserini kaleme almıştır. İşte tasavvuf aleyhtarı Selefîleri mal bulmuş mağribi gibi sevindiren ve imamı istismara dûçar kılan bu eserdir. Fakat imam bu eseri gerçekten Selefîlerin ‘pazarladığı’ gibi bir gaye ile mi yazmıştır? Peşinen söylenmelidir ki: elbette hayır! Zikredildiği üzere o bir ehl-i tariktir. Bir kurum olarak tasavvuf müessesesinin karşısında olması söz konusu değil. O, zaten kendi yolu olan tasavvufu bulanıklaştıran lekelerden arındırmak isteyen dertli bir zahid olarak konuşmuş ve yazmıştır. Yoksa tasavvufun hakikatini yaşama niyetini bir ömür taşıdığı müsellemdir.

Bu eser yine İmam Birgivî gibi samimi ve dertli birçok mutasavvıf tarafından da şerh edildi. Mesela ülkemizde en meşhur olan şerhi ‘Berîka’ mutasavvıf Ebû Saîd el-Hâdimî‘nindir fakat Selefîler bu istismardan hiç  vazgeçmedi. Çünkü bu topraklarda kendilerini kabul ettirmek ve hatta dinlettirmek için böyle bir paravana ihtiyaçları olduğu muhakkaktı. “Biz demiyoruz sizin imamınız diyor”culuk yaptılar, yapıyorlar. Tarihî süreçte bu istismar o denli bir tesire ulaştı ki birçok kimse İmam Birgivî’yi Selefî veyahud tasavvuf karşıtı olarak bildi. Onu, İbn Teymiyye menhecinde, yolunda zannetti. Fakat imamın hiçbir eserinde İbn Teymiyye’nin ne ismi ne herhangi bir eseri zikredilmediği gibi İmam Birgivî‘nin eserlerindeki beyanlar incelendiğinde İbn Teymiyye ile iki zıt kutup oldukları görülecektir. Kaldı ki İbn Teymiyye’nin eserlerine atıflar olsaydı da İmam Birgivî‘nin yazdıkları ortada iken bu hakikat değişecek değildir. Yine bu istismarın bir diğer neticesi olarak İmam Birgivî‘den bahseden bir kimsenin müspet yahûd menfî yönden imam ile İbn Teymiyye arasında bir münasebete temas etme zarureti hissetmesidir. Doktora tezlerine kadar sıçrayan bu virüs İbn Teymiyye ile herhangi bir münasebeti olmayan İmam Birgivî‘yi onu zikretmeden anmayı neredeyse muhal duruma getirmiştir.

Tasavvuf karşıtlığı sebebiyle İmam Birgivî‘ye sarılan Selefîlerin trajikomik bir durumu da aslında İbn Teymiyye‘yi bile kâmil manada tanımıyor olmalarıdır. Aslında o da Kadirî hırkası giymiş biri idi. Fakat İbn Teymiyye’nin çok sesli, zıt beyanlı ve muğlak üslubu onu tanımayı ve anlamayı zaten zorlaştırmaktadır.

et-Tarikatü’l-Muhammediye’de zikredilen tasavvuf büyüklerini ve bunlara gösterilen tazimi görmeyen Selefîler yine eserin ikinci bölümünü oluşturan itikad bahsinde yazılanları da görmezden gelmektedirler. Mesela cehennemin fenâ bulacağını söyleyen İbn Teymiyye[1] ile cehennemin ebedîliğini iman esası olarak beyan eden İmam Birgivî‘yi[2] aynı anda doğru kabul edip sahiplenmek akl-ı selim bir tavır olabilir mi?

Mücessimeyi âdeta meşrulaştıran İbn Teymiyye ile bunun en küçük kırıntısına tahammül edemeyen İmam Birgivî’yi selef-halef gibi bir kabul makul olabilir mi? O ‘Tuhfetü’l-Müsterşidîn fî Beyâni Fırakî Mezâhibî’l-Müslimîn’ isimli mezhepler tarihi eserinde Mücessime’ye, Müşebbihe’ye ve Haddiyye’ye katî bir şekilde tenkitlerde bulunmuştur. Yahûd Peygamber (s.a.v.)’in kabrini ziyaretine dahi karşı çıkan[3] İbn Teymiyye ile vefatın Hz. Muhammed (s.a.v.)’in peygamberliğini bitirmediğini beyan eden İmam Birgivî aynı eksendeler denilebilir mi?  Tabi burada tasavvufî görüşleri ile itikadî görüşleri arasında bir ayrıma gitme kurnazlığı yapan Selefî cenah onun itikadî beyanlarını hiç zikretmez. Tasavvufî görüşlerinde de zikredildiği gibi aslında herhangi mutabakatları yoktur sadece istismar yoluyla bu intibaı oluşturmaktadırlar.

İmam Birgivî tasavvufun temel esaslarına ve yerleşik kabullerine herhangi bir itirazını bilmiyoruz. Mesela zikri teşvik etmektedir. Bizzat ‘et-Tarikatü’l-Muhammediye’de; “Allah yolcusuna yakışan daima yüce Allah’ı diliyle veya kalbiyle zikretmekten hoşlanmaktır”[4] demektedir. Yine inziva hâlini, “İnsanlarla ve dünya malı ile beraber olmaktan hoşlanmak yerilen bir huydur”[5] sözleriyle tasvip ve teşvik etmektedir. Bununla beraber o tasavvufun pratikteki yanlışlarını ortaya koyarken bunu tasavvufî remz şahsiyetlerden aktarımlarla gerçekleştirmekte ve bunun tasavvufu inkâr değil bilakis ihyâ olduğunu hissettirmektedir. İmam Birgivî’nin kendi döneminde ve hemen sonrasında yazılan biyografilerinde ‘meşâyıh’ zümresinde zikredilmesi de onun kendi çağdaşları tarafından tasavvuf karşıtı olarak anlaşılmadığının en somut delillerindendir.

et-Tarikatü’l-Muhammediye’nin beslendiği kaynaklar incelendiğinde de aslında İmam Birgivî’nin ne tasavvuf karşıtı kimselerden ne de Selefî ekol temsilcilerinden etkilenmesi söz konusu değildir. Eserin birinci kaynağı olarak İmam Gazalî’nin ‘İhyâ-u Ulûmi’d-Din’ eseri gelmektedir. Ahlak yönüyle ilgili birçok hususta İhyâ’nın izlerini net bir şekilde görmek mümkündür. Sadece ilmî bir aktarım olarak İhyâ’yı kullanmış olmasından da bahsetmemiz mümkün değildir. Nitekim Hocazâde Abdünnâsir Efendi, imamın günlük yaşantısını anlattığı ‘el-Evradü’l-Birgivîyye’ risalesinde onun rutinleşen kuşluk ve öğle vakitleri arasındaki nafilelerinde İhyâ mütalâasına vakit ayırdığını zikretmektedir.[6]

İmam Birgivî‘ye atfedilen risalelerin pek çoğu ona ait değildir. Bu risalelerin büyük kısmı tasavvufî tenkidlerine itibar kazandırmak isteyenlerin -çoğu Kadızâdelilerin- imama nispet etmesiyle onun olarak bilinmiştir. Mesela, ‘Ziyaretü’l-Kubûr’ risalesi 19. yy’da basılan iki mecmuada imama atfedilmiştir bundan daha önce herhangi bir kayıtta imama nispeti mevcut değildir. ‘Bid’at ve Müstehâb Kabir Ziyaretleri’ ismiyle Türkçe’ye de tercüme edilen bu çalışmanın hiçbir nüshasında İmam Birgivî’nin ismi geçmemesine ve bir nüshasında da Ahmed Rumî el-Akhisarî’ye aidiyet kaydı yer almasına rağmen Selefîlerin risaleyi imama nispet etme ve onun üzerinden yol alma gayreti hız kesmemiştir.

‘Ravzatü’l-Cennât fî Usûli’l-İ’tikâd’ isimli risale de aslında Bosnalı Hasan Kâfî Akhisarî’nin olup hatalı olarak imama nispet edilmiştir.[7] ‘er-Risale fî’z-Zikri’l-Cehri’ yani cehri zikir ile alakalı risale ise mevcut on bir nüsha içinden iki tanesinde imama nispet edilmektedir. Bu risalenin de Akhisarî’ye ait olması kuvvetle muhtemeldir. Çünkü risalede yer yer İbn Teymiyye ve talebesi İbn Kayyım’ın görüşleri yer almaktadır fakat İmam Birgivî’nin aidiyeti sahih hiçbir eserinde ise iki isimde hiç zikredilmemiştir. İmam Birgivî’ye nispet edilen yüz risale üzerine inceleme yapan tarihçi Ahmet Kaylı bu risalelerin ancak otuz beş tanesinin sıhhatli bir şekilde İmam Birgivî’ye aidiyetinden bahsedilebileceğini belirtmesi[8] de zikrettiğimiz istismar faaliyetinin bir başka müşahhas delili olmaktadır.

Âlimlerin arkalarında bıraktıkları tek eserleri yazdıkları kitaplar değildir. Bununla birlikte yetiştirdikleri talebeleri ve hayırlı nesilleri de onların eserlerindendir. İş bu zaviyeden bakıldığında ise yine İmam Birgivî hakkında yapılan istismarın aksine bir manzara karşımıza çıkmaktadır. Mesela zaten tasavvuf ehli bir aileden gelen İmam Birgivî’nin büyük oğlu ve talebesi Mustafa Efendi de Nakşibendî tarikatına müntesip bir kimse idi. Bütün bu ahvalin neticesinde teslim edilmelidir ki İmam Birgivî hataya sessiz kalamayan fıtratını tasavvufun aslî görüntüsünü bozan kimselere karşı da göstermiş ve tasavvuf taassubu göstermemiştir. Lakin bu tenkidleri ortaya koyarken o aslında kendi yolunu temiz tutmayı hedeflemiştir diyebiliriz. Fıkıhta Hanefî, itikadda Maturîdî çizgisinden hiç sapmamış ve kendisinden sonra onu istismar ile yansıtılan ifrat tavrının hep uzağında olmuştur. Bugünde ehl-i insaf her Müslümanın kendi döneminin hatalarına yönelttiği ikazları, âlim vazifesi için zaruret addeden imamın Selefî veyahud başka gruplar elinde istismarına kanmamalıyız. Onu yetkin bir Osmanlı âlimi, nezih bir Maturîdî ve dertli bir sûfî olarak hatırlamak ümmet için zahmet çekmiş bu zahide karşı en gerekli vazifemizdir.


Dipnotlar

[1] İbn Teymiyye bu iddiasını müdafaa gayesi ile ‘er-Red alâ Men Kale bi’l-Fenâi’l-Cenneti ve’n-Nâr’ isimli müstakil bir eser telif etmiştir.
[2] Ahmed Kadızâde – Cevhere-i Behiyye-i Ahmediyye fî Şerhi’l-Vasiyyeti’l-Muhammediyye, çev. Faruk Meydan, syf. 139
[3] Kâtip Çelebi – Mîzânü’l-Hakk fî İhtiyâri’l-Ehakk, çev. Süleyman Uludağ, syf. 92-93
[4] İmam Birgivî – et-Tarikatü’l-Muhammediyye, syf. 114
[5] İmam Birgivî – a.g.e., syf. 113-114
[6] Hocazâde Abdünnâsir – el-Evradü’l-Birgivîyye, çev. A. Turan Arslan, İlim ve Sanat-1988, s. 19, syf. 57; Huriye Martı – et-Tarikatü’l-Muhammediye –Muhteva analizi, Kaynakları, Kaynaklık değeri-, syf. 97-98
[7] Emrullah Yüksel – ‘Birgivî’ mad., DİA, c. 6, syf. 194
[8] Ahmet Kaylı – İmam Birgivî’ye Atfedilen Üç Risale Çerçevesinde 16. yy. Osmanlısında Din ve Toplum, TAM, syf. 91

Melikşah Sezen
Muhasebe ve Finansman öğrt. ile İlahiyat fakülteleri okudu. Bunun haricinde muhtelif hocalardan akaid, kelam ve mantık dersleri aldı.