Seferî İken Namazı Tam Kılmak

Soru: Seferi olduğumuzda namazları tam kılsak bunda bir problem olur mu? Veya tam kılmak mı daha faziletlidir kısaltmak mı?

Cevap: Seferde namazların kısaltılması gerektiği “Yeryüzünde sefere çıktığınız vakit kâfirlerin size saldırmasından korkarsanız namazı kısaltmanızdan dolayı üzerinize hiçbir günah yoktur”[1] ayet-i kerimesiyle sabittir. Ne var ki bu ayetin nasıl anlaşılması gerektiği önemli bir husustur. Mesela seferde namazı kısaltarak kılmanın azimet değil de Efendimiz’in (s.a.v) bu ameli devamlı işlemesi gerekçesiyle yapılması faziletli bir ruhsattan ibaret olduğunu söyleyen Şafii ve Hanbeli mezhebi delil olarak bu ayette geçen “üzerinize hiçbir günah yoktur” şeklindeki cümle-i celileyi göstermişlerdir. Malikiler ise Efendimiz’in (s.a.v) bunu devamlı yapması karinesinden yola çıkarak sünnet-i müekkede olduğunu savunmuşlardır.[2] Bu konuda onların ortaya sürdükleri gerekçelerin bazıları şunlardır.

  1. Sahabe-i kiram Resulullah Aleyhisselam ile sefere çıkarlar ve onlardan kimileri namazı kısaltır kimileri de tam kılarlardı. Buna rağmen tam kılan kısaltma yapanı, kısaltma yapan da tam kılanı ayıplamazdı.[4]
  2. Ali b. Rebia, Hz. Ömer (Radıyallahu Anh)’e “Allah Teâlâ ‘şayet korkarsanız’ buyurduğu halde ve bizim hiçbir şeyden endişemiz yokken neden namazı kısaltıyoruz” diye sormuş Hz. Ömer’de ona “Sana müşkil kalan mesele bana da kapalı kalmıştı ve ben bunu Resulullah (Aleyhissalatü vesselam)’a sorunca O ‘Bu Allah’ın size sadaka olarak verdiği bir hediyedir, sadakasını kabul edin’ buyurmuştu” şeklinde cevap vermiştir.[3]
  3. Hz. Aişe Ramazan’ da yaptıkları bir umrede Resulullah Aleyhissalatü vesselam’a “Ya Resulellah! Bazen oruç tutup bazen tutmadım. Kimi zaman namazımı kısaltıp kimi zaman kısaltmadım” dediğinde Peygamber Aleyhissalatü vesselam “Güzel yaptın ey Aişe!” buyurmuşlardır.[5]

Hanefilere gelince, onlar seferde iken namazı kısaltmanın azimet olacağını savunmaktadırlar. Zira Hz. Aişe (Radıyallahu Anh)’den nakledilen:

الصلاة أول ما فرضت ركعتين فأقرت صلاة السفر وأتمت صلاة الحضر                                

“Namaz ilk önce iki rekât iki rekât farz olundu. Seferde kılınan namaz hali üzere bırakılıp mukim halde kılınan namaza ziyadede bulunuldu”[6] rivayeti bize bunu açıkça göstermektedir. Çünkü namazın iki rekât olarak farz olunması ve seferde hali üzere bırakılması mafruz olan şeklin seferde iki rekât olduğunu göstermektedir. Nasla sabit olmuş bir âdete delil olmaksızın ziyadede bulunmak caiz değildir. Buna göre seferde dört rekatlık bir namazı dört rekat kılan bir insan sabah namazını dört rekat kılmış gibi olacaktır.[7] Bu da bize seferde namazı kısaltmanın azimet olacağını göstermektedir. Ve kılınan bu ziyade nafile yerine geçecek[8] ve bu fiili işleyen kimse kötü bir fiil işlemiş olacaktır.[9] Ayrıca Resul-i Ekrem Aleyhissalatü vesselam’ın bütün seferlerinde namazı taksir ettiği/ kısalttığına dair varid olan rivayetlerin yekunu mütevatir derecesindedir.[10]

Bazıları bu hadise bir takım itirazlar yapmaktadırlar. Onlara göre bu hadis merfu olmadığından dolayı istidlal edilemez mahiyettedir. Veya Hz. Aişe (Radıyallahu Anha) namazın farz kılınma vaktine şahit olmamıştır. Buna cevaben “bu hadisin içtihada mahal olmayan bir noktada söylenen bir söz olması hükmen merfu olduğunu gösteriyor” veya Hz. Aişe’nin bunu müşahade etmediğini kabul etsek bile bu rivayet en azından sahabî mürseli olmuş olur ki bu da bi’l-İttifak makbuldür”  denilebilir.[11] Aynı şekilde İbn Abbas (Radıyallahu Anh)’tan yapılan rivayette Efendimiz (Sallalahu Aleyhi ve Sellem) “Muhakkak Allah Teâlâ Nebinizin lisanı üzere mukimken dört, seferi iken iki rekât kılmayı sizin üzerinize gerekli kılmıştır”[12] buyurmaktadır.

Bütün bunlardan sonra -Hanefi mezhebince- her kim dört rekatlık farz bir namazı sefer halinde dört rekât olarak kılarsa sünnete muhalefet etmiş olur.[13] Zira Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hicretten sonra Mekke ehline kıldırdığı namazı iki rekât olarak kıldırıp onlara “Namazlarınızı tamamlayınız. Zira biz seferi olan bir topluluğuz”[14] buyurmuştur.


Dipnotlar

[1]  Kur’an, Nisa 101
[2] Vehbe ez-Zühayli, el-Fıkhu’l-İslâmî ve edilletuhu, II/ 1340 Daru’l-Fikr, Dimeşk, 2007
[3] Serahsi, el-Mebsut, I/239 Daru’l-Marife, Beyrut
[4] Müslim, Sahih, No: 1118
[5] Eş-Şevkânî, Neylu’l-Evtar, III/ 202, Zühayli, a.y.
[6] Buhari, Sahih, No: 1040, Muvatta, I/ 557 No: 190
[7] Nureddin Itr, İ’lamu’l-Enam, I/ 86 Mektebetu Dari’l-Farfur, 2000, B.7
[8] Muhammed b. Hasen eş-Şeybani, Kitabu’l-Asl, I/ 251 Alemu’l-Kütüb, 1990 B.1
[9] Ali el-Kari, Fethu Babi’l-İnaye, I/ 383 Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2009 B.1
[10] Ebu Ca’fer et-Tahavi,  Şerhu Meani’l-Asâr, I/ 536-551 Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 2006 B.II
[11] Abdü’l-Hayy el-Leknevi, et-Ta’liku’l-Mümecced, I/ 558 Daru’l-Kalem, Dımeşk
[12] Müslim, Sahih, No: 687
[13] El-Mevsılî, el-İhtiyar, I/ 264, Daru’r-Risaleti’l-Alemiyye, Beyrut, Lübnan 2009 B.I
[14] Ebu Davud, Sünen, No: 1229