Medrese Üzerine

[quote]“Medrese İslam tarihinde eğitim ve öğretim kurumlarının genel adıdır. Toplumun ihtiyaç duyduğu kültürü veren ve insanları yetiştiren bir eğitim ve öğretim kuruluşudur. İslam tarihinde tesis edilen ve yaşaması için vakıflar kurulan medreselerin hocalarına “müderris” (profesör), yardımcılarına da “muîd” (araştırma görevlisi) denirdi. Medrese talebeleri ise “danişmend” veya “suhte” isimleriyle anılırlardı. “Sübyan Mektebi” veya o seviyede özel eğitim görmüş olan kimseler, medreselere giderek muayyen hocalardan bir program dâhilinde belirlenmiş dersleri okurlardı.”[/quote]

İnsan geçmişten bugüne kadar sürekli düşünce biçimleri geliştirmiş ve hayatına o şekilde yön vermeye çalışmıştır. Doğumla başlayan kontrollü/kontrolsüz öğrenme hayat boyunca devam eder. İnsan yaşadıkları ve yaşattıklarıyla daima bir eğitim süreci içerisindedir. Geçmişten bu yana bütün öğretilerde eğitime (yani okumaya, bilgilenmeye) vurgu yapılmış, önem verilmiştir. İnsan daima iyiyi ve güzeli aramakta; lakin sadece iyiyi ve güzeli aramakla yetinmemekte, bunlarla beraber doğruyu da aramaktadır. Zira bir şeyin iyi ve güzel olması kadar doğru olması da mühimdir. Bütün disiplinlerin geçmişine baktığımızda sürekli bir arayışın izleyicisi olarak buluruz kendimizi. Tarih bütün bu arayışların satır aralarını açmaya çalışır. Şüphesiz geçmişte yaşanmış ve geride kalmış bir olayı/olguyu tam manasıyla öğrenebilmemiz, yorumlamamız mümkün değildir ve fakat en azından geçmişe dair elimizde olan bilgiyi kıymetli bir hale getirip doğruya yaklaşabilir ve yaklaştığımız o doğruyu geleceği aydınlatan bir ışığa çevirebiliriz. İnsan toprağa ayak bastığı ilk günden bu güne kadar sürekli bir öğrenim (eğitim) hali içerisindedir. Yaptığı bütün yanlışlar veya bütün doğrular sürekli insanı eğitir ve ona bir şeyler öğretir. İnsan öğrendikleri ile yaşar ve karar verir. Eğitimin tarihine şöyle bir göz atacak olursak, eğitim kurumlarına ve o kurumlarda çalışmış ilim/bilim insanlarına rastlarız. Bugün yerini üniversitelerin aldığı medreseler şüphesiz geçmişte ki en önemli eğitim kurumları idi.

Medreselerin ilk başlangıcı Resulullah (s.a.v) zamanında medrese adı altında değil de aynı işlevi gören Ashab-ı Suffa denilen Sahabelerle başlamıştır. Suffa; mescidi nebinin arka kısmında kalan bölüme deniliyordu o bölümde kalan sahabelere de Ashab-ı Suffa deniliyordu. Bu sahabeler Hz. Peygamberden ilim öğrenmek için sayıları iki yüz elli ile altı yüz elli arasında değişen bir gurup idi. Mescid-i Nebevi’de kalıyorlardı. Dini bizzat Hz. peygamberden dinleyerek öğreniyorlardı. Burada hadisler ezberliyorlardı. Medrese; sözlükte “okumak, anlamak, bir metni öğrenmek ve ezberlemek için tekrarlamak” anlamına gelen ders (dirase) kökünden bir mekân ismidir. Ders Sami dillerinde ortak kullanılan bir kelime olup Yahudiler daha çok Tevrat’ın okutulup öğretildiği binalarda Beytülmidras diyorlardı. Bazı kayıtlardan Hz. Peygamber döneminde Medine’de bu tür bir mekânın bulunduğu anlaşılmaktadır. Hadislerde ders ve tedarüs kelimeleri geçtiği halde, ders yapılan mekânlara ilk devirlerde medrese denilmemiştir. Rasul-i Ekrem (s.a.v) döneminde Medine’de Kur’an öğretiminin yapıldığı bir eve darülkurra adı veriliyordu. Bu evin medreselerin doğuşunda bir başlangıç olduğu ileri sürülmüştür. Ancak ilk bina edildiği günden itibaren bir eğitim ve öğretim kurumu olarak da görev yapan Mescid-i Nebevi’yi ve orada bulunan Suffa’yı medresenin ilk modeli kabul etmek daha doğrudur. Mescidler (camiler) müstakil medrese binalarının inşasından sonra da dershane işlevini sürdürmüştür. Batı dünyasına ilim ve kültür açısından yeni ufuklar açan Endülüs’te dersler çoğunlukla camilerde yapıldığından burada müstakil medrese binalarından pek söz edilmemektedir[1].

[quote align=”left”]Medrese denilince daha çok, Alparslan’ın ve ardından oğlu Melikşah’ın veziri olan Nizamülmülk tarafından Nişabur ve bilhassa Bağdat’ta açılan Nizamiye medreseleri akla gelmektedir.[/quote] Bunların yanında Merv, Herat, Belh, Basra, İsfahan, Amül, Musul, Cizre (Ceziretü İbn Ömer) ve Rey gibi şehirlerde de Nizamiye medreseleri inşa edilmiştir. Bunların başta gelen özelliği hoca ve talebelerin barınacağı odalarının bulunmasıdır. Nizamiye medreselerinin en ünlüsü 459 (1067) yılında Bağdat’ta öğrenime açılan medrese olmakla beraber Nişabur’un zaman itibariyle önceliği vardır. Daha sonra Nizamülmülk ülkenin çeşitli şehirlerinde medreseler yaptırmış ve bunların devamını sağlamak için vakıflar kurdurmuş, böylece âlimlerin ve öğrencilerin geçim endişesi taşımaksızın ilimle uğraşmasını sağlamıştır. Medreseler varlıklarını sultanların, nüfuzlu devlet adamlarının ve zenginlerin himayesinde kurulan vakıfların gelirleriyle sürdürmüştür.

Medreseler Osmanlı döneminde fiziki şartları, mimari özellikleri, programı ve temsil ettiği zihniyetle önemli gelişmeler göstermiştir. Medrese bu dönemde sübyan mektebinden sonra orta, lise, yüksek okul ve üniversite eğitimine tekabül eden, İslami kimliği sebebiyle sadece Müslümanların devam ettiği bir eğitim kurumu özelliği taşır. Osmanlı Beyliği’nde ilk medrese olarak Orhan Gazi’nin 1331’de kurduğu, İznik Orhaniyesi adını da taşıyan İznik Medresesi gösterilir. Daha sonra I. Murad, Yıldırım Bayezid, Çelebi Mehmed ve II. Murad’ın yaptırdığı medreselerle Bursa bir ilim merkezi olmuştur. Ayrıca Fatih Sultan Mehmed döneminde Eyüp Medresesi, Fatih Camii Külliyesi içerisindeki 875 (1470) yılında tamamlanan ve sekiz medreseden oluşan Sahn-ı Seman (sekiz avlu) ve bunların bir sıra gerisinde yer alan sekiz Tetimme Medresesi tesis edilmiştir. Hemen hemen bütün Osmanlı padişahları bilhassa fethettikleri yerlerde camiler ve akabinde o camilerin çevresinde medreseler yaptırmışlardır[2].

Medreseler genellikle tek katlı, bir avlu etrafında bir dershane ile talebe odalarından oluşan kâgir binalardır. Dershane, müderris odası ve danişmend hücreleri hemen her medresede bulunmaktadır. Medreselerde ayrıca bir mescid yer almaz, genellikle bir mihrap yeri olan dershanelerde vakit namazları kılınırdı. Medreselerin eğitim ve ilim faaliyetlerini sürdürmesinde önemli bir unsur da buralarda mevcut vakıf kütüphaneleriydi. Bazı medreselerde ise kütüphane odası olmayıp vakıf kitaplar dershanenin dolaplarında istifadeye sunulurdu. Medreselerde dersler sabah ve ikindi namazı sonrası olmak üzere iki devre olurdu. Medrese programında yer alan konular ve dersleri akli ve nakli, dini ve din dışı ilimler, doğrudan ve dolaylı olarak programda okutulanlar şeklinde sınıflandırılırdı. Okutulan dersler esas itibariyle cüz’iyyat denilen hesap, hendese, hey’et ve hikmet dersleri; alet ilimleri kabul edilen belagat, mantık, kelam, Arap sarf ve nahvi, dil ve edebiyatı dersleri; ulum-ı âliye denilen tefsir, hadis ve fıkıh derslerinden oluşmaktaydı. Derslerde belirli kitaplar takip edilirdi. Bu kitapların hemen tamamı Arapçaydı ancak eğitim dili Türkçe, eğitim metodu ise genelde takrir tarzındaydı. Müderris İslam dünyasının Gazzali, Ebu Hafs en-Nesefi, Adududdin el-Îci, Sa’deddin et-Teftazani, Seyyid Şerif el-Cürcani, Kadi Beyzavi, Zemahşeri ve Razi gibi üstatlarının klasik metinler haline gelmiş olan Arapça kitaplarını takrir eder, tartışmalar, soru-cevaplar Türkçe olurdu. Osmanlı zamanında medreselerde dini ilimlerin yanında pozitif ilimlerde okutulmuştur[3].

Medreseler, 3 Mart 1340 (1924) tarihli Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile Maarif Vekâleti’ne devredildi ve kanunun neşrinden on üç gün sonra bütün medreseler kapatıldı. Fakat hâlâ günümüzde, gayrı resmi olarak az sayıda da olsa, doğu ve güneydoğu bölgemizde medreseler eğitim vermekte ve öğrenciler hocalarından icazet almaktadırlar[4].

Türkiye toprakları üzerinde doğu tarafında ismi üzerinde şark medreseleri olarak adlandırılan doğu medreseleri de geçmişte tam anlamıyla insana, insanın eğitimine kaynaklık etmiş kurumlardır. Diyarbakır’daki Ali Paşa Medresesi bunlardan bir tanesidir. Ali Paşa Medresesi, Sur İlçesi’nde bulunan Ali Paşa Camii’nin batısında bulunmaktadır. Mimar Sinan’ın eserleri arasında yer alan medrese[5] (1537), Diyarbakır’ın 6. Osmanlı Valisi Hadım Ali Paşa  tarafından 1534–1537 yılları arasında yaptırılmıştır. Medrese, günümüzde kullanılmamakla birlikte, yakın zamanda onarım görmüş ve sağlam bir haldedir. Son dönemde medresenin hemen yanına inşa edilen iki katlı bina Sur İlçe Müftülüğüne bağlı Ali Paşa Kız Kur’an Kursu olarak hizmet vermektedir.

Osmanlı zamanından başlayarak çoğunlukla Kürtlerin yoğun bir şekilde yaşadığı coğrafyada faaliyet gösteren ve özellikle dört ülkenin yani Türkiye, Suriye, Irak ve İran hudutları arasında dağılan şark medreseleri, cumhuriyet öncesi dönemde de hemen hemen aynı çizgide çalışmalarını sürdürmekteydi. Bu medreselerde eğitim o bölgelerde çok mühim bir yer teşkil ediyordu. Ayrıca medreselerdeki eğitim günümüzde ki eğitim kurumlarından farklıydı. “Medresede ders verme şekli birebirdir. Çoğunlukla talebe tek başına hocasının yanında ders alır. En fazla iki üç kişi hocanın yanında oturarak ders alır. Tabi bu da dersi iyi anlamada büyük bir etkendir. Medrese eğitimi hasbi olup hesabi değildir. Medreselerde hoca verdiği derslere karşılık veya medresesinde barındırdığı öğrencilere mukabil hiç kimseden bir ücret talep etmez. Müderrisler ders vermeye ve medreselerdeki ilim taliplerine yardımcı olmaya tamamen Allah rızası ekseninde devam eder. Müderrisler ilmin manevi sevabını kazanmak, ilmin bereketinden istifade etmek ve ilim gibi bir sadaka-i cariyeye sahip olmak için bu kutsi vazifeyi severek yaparlar[6].”

 

alipasamedreseesi
ALİ PAŞA MEDRESESİ, ALİ PAŞA CAMİİ-DİYARBAKIR

Elbette geçmişin üniversiteleri olarak topluma hizmet veren medreseler şimdiki eğitim kurumlarından farklıdırlar. Bu farklar belki de geçmişte yaşayan insanlar ile bizler arasında ki en temel yaşama farkını ortaya koymaya yetecektir. “Medrese eğitimi süreklidir. Medrese eğitiminde belirli bir süre yoktur. Öğrenci istediği yaşta medreseye gelebilir. Şayet öğrenci ilmini ilerletmek istiyorsa; istediği kadar medresede kalabiliyor. Yani medresede yaş sınırı ve yaş sorunu yoktur. Medrese eğitiminde seçicilik esastır. Medrese eğitimini farklı kılan en mühim noktalardan biri de bu özelliktir. Yani bir talebe istediği hocayı seçebildiği gibi hoca da istediği talebeyi seçebiliyor. Her ikisinden birini diğerine mahkûm etmek gibi zorunlu ve bağlayıcı bir durum yoktur. İş tamamen her iki tarafın karşılıklı rızasına bağlıdır. Tabi bu seçicilik; ilim öğreniminde çok önemli bir husustur. Keza öğrenci, okuyacağı kitap seçiminde ve seçeceği ilim dalında serbesttir. Öğrenci Hoca ile istişare eder, hoca da onun seviyesine uygun olduğunu gördükten sonra artık talebe istediği kitabı okuyup seçmekte, faydalı gördüğü kitabı okuyup ezberlemekte serbesttir[7].”

Şark medreseleri Türkiye’nin güneydoğu ve doğu bölgelerinde, o coğrafyanın halkı ile bütünleşmiş bir hüviyete sahiptir. Resmi olarak kapatılmış olsa bile, günümüzde ismi zikredilen coğrafyada medreselere veya medrese hocalarına, öğrencilerine hürmet, ilgi ve alâka vardır. Aslında bu ilgi ve alâka Anadolu’nun İslamlaşmaya başladığı günden bugüne kadar hep vardı. İslam’ın ve Kur’an-ı Kerim’in ilk emri olan “oku” emri belki de en başından beri anlatmaya çalıştığımız medreselerde ete ve kemiğe bürünmüş, sadece Müslümanlara değil bütün insanlığa aydınlık vermiştir. “Öğretilen bilginin öğrenci nezdinde kalıcı olması ve iyice kavranmış olması medrese eğitiminde esastır. Bunun için öğrencinin şu hususları yerine getirmesi önemsenir: Dersini alarak ve önemseyerek okuması, dersini almadan önce iyice mütalaa etmesidir. Bu kalıcılığın temelinde ve verilen bilgilerin iyice sindirilip meleke haline gelmesinde altı temel unsur etkendir ki; bu temel unsurlar medrese eğitiminin bel kemiğini oluşturmaktadır. Bu unsurlar şunlardır: Ders alma, ders verme, ezber yapma, mütalaa etme, müzakere etme ve ders dinleme. Ders dinleme özellikle medreselerde yapılan bir uygulamadır. Ders dinleme şu şekilde gerçekleşir; öğrenci okuduğu kitap itibariyle kendisinden geri olan başka bir öğrencinin, hocanın yanında okuduğu dersi ve takip etmek istediği fıkıh, tefsir, hadis, tarih gibi ayrı bir dersi dinleyerek takip eder[8].”

Yukarıda da bahsettiğimiz gibi cumhuriyet sonrası dönemde özellikle Türkiye’de devlet, medreselerden desteğini çektiği için medreseler gittikçe önemlerini yitirmeye başladılar. Bilhassa 1950’li yıllar sonrasında imam-hatip okullarının açılması ve 1970’ten sonrada Doğu bölgelerinde bu okulların yaygınlık kazanması ve devletin sadece bu okullardan mezun olanlara iş imkânı sağlaması ve böylece medresenin iş imkânını da kaybetmesiyle medreseler önemini yitirdi. Bundan sonra hem insani kaynakları hem de finansal kaynakları açısından her geçen gün medreseler daha fazla fakirleşti ve nihayet ülkemizin 1980’li yıllar sonrasında meydana gelen üzücü olaylar neticesinde medreseler kapanma aşamasına geldiler. “Doğu ve Güneydoğu bölgelerinin uzun geçmişinde derin izler bırakan medreseler, kuşkusuz bölgenin dini, ilmi, irfanı, ahlaki ve tasavvufi tarihi ile uğraşanların göz ardı edemeyecekleri ciddi katkılar ve hizmetler sunmuştur[9]”. Ülkemizin doğusunda yer alan bu bölgeler; ilmi, dini, ahlaki ve kültürel alanlarda uzun süre bu medreselerden beslendi. Bunun için medreseler bölgenin sosyal yapılanmasında en büyük rol oynayan etkenlerin başında gelmektedir.

Doğru bilginin insanı hakikate bir adım daha yaklaştıracağı aşikârdır. İnsan hayatı boyunca belki de hiç tahmin etmediği yolculuklara çıkar ve o yolculuğu sırasında birçok şey öğrenir. Her zaman bilgi bir yerlerde dolaşır veya herkes bir şeyler bilir lakin doğru bilgi hep aranır ve aranmaya değer kalmaya devam edecektir. Geçmişte siyasetten sanata, sanattan ekonomiye birçok alanda kaliteli insan yetiştiren medreseler, aslında -bilimsel olarak- bugünkü dünyanın kavuştuğu imkânların oluşmasında en büyük pay sahibidir. Gerek niteliksel anlamda gerek nicelik olarak geçmişten bugüne kadar gelen ilim birikimini bütün insanlık ilk eğitim kurumlarına ve medreselere borçludur.

“Öğrenci hocası ile konuşurken, onunla beraberken, yemekte ve diğer davranışlarda bulunurken, mutlaka saygı ve edepte kusur etmez. Bu, medrese öğrencilerinin en önde gelen vasıflarından bir tanesidir. Toplum da bunun farkında olduğu için bu durumu fazlasıyla takdir edip, örnek alır. Medrese talebeleri sadece bilgili insan olma adayı değildirler. Orada güzel bir ahlak sahibi olmaya da aday olurlar. Bununla ilgili Siirt Pervari’den rahmetli Şeyh Müşerref efendinin öğrencilerin eğitimi ile ilgili kırk beyitlik Kürtçe şiir yazmış, bu şiirden bir bölümün tercümesini sizinle paylaşmak istiyorum: Ey öğrenciler okuyunuz, gevşeklik yapmayınız. Gayrete, tahsile ve dürüstlüğe dikkat ediniz. Zira dürüstlük kelimesi kısa ama derin manalı bir kelimedir. Dürüst olan kişi kirlenmez[10].”

 

Ömer Şerif Turan


BİBLİYOGRAFYA

Bayrak, M. Orhan, Türkiye Tarihi Yerler Kılavuzu, İnkılâp Kitabevi, 1994, s. 179-180.

Bozkurt, Nebi, “Medrese”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), Ankara 2003, XXVIII, 323-325.

İpşirli, Mehmet, “Medrese-Osmanlı Dönemi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), Ankara 2003, XXVIII, 327-333.


Dipnotlar

[1] Nebi Bozkurt, “Medrese”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), Ankara 2003, XXVIII, 323-325.

[2] Mehmet İpşirli, “Medrese-Osmanlı Dönemi”, DİA, Ankara 2003, XXVIII, 327-333.

[3] İpşirli, aynı madde.

[4] İpşirli, aynı madde.

[5] M. Orhan Bayrak, Türkiye Tarihi Yerler Kılavuzu, İnkılâp Kitabevi, 1994, s. 179-180.

[6] Kâsım Soner ile 29.12.2013 tarihinde yapılan görüşmeden.

[7] Mehmet Ali Tok ile 02.01.2014 tarihinde yapılan görüşmeden.

[8] Salih Tuna Yazıcı ile 28.12.2013 tarihinde yapılan görüşmeden.

[9] İsmail Ali Cankapı ile 26.12.2013 tarihinde yapılan görüşmeden.

[10] Ahmet Said Yücel ile 04.01.2014 tarihinde yapılan görüşmeden.