Meâlciler nereye gidiyor – 1

Bismillahi”rrahmani”rrahim

 Yaşadığımız çağın en ciddi i”tikâdî sapmalarından biri “meâl Müslümanlığı”dır, “Kur”an Bize Yeter” ,”Dinin tek kaynağı Kur”an”dır” , “Hadisler uydurmadır” gibi, oryantalistlerden kotarma, sloganik, içi boş söylemler üzerine dinini ikâme etmeye çalışan Meâl Müslümanlarının sayısının her geçen gün katlanarak arttığını gözlemliyoruz ne yazıkki.

Peki, Allah Teâlâ”nın muradı bu mudur gerçekten? Allâh Teâlâ her mü”min”in Kur”an’ı okuyarak  kendi anladığı şey üzerine iman ve amel etmesini mi murad etmiştir? Bu soruları cevaplandırabilmek için öncelikle aşağıdaki sorulara cevap(lar) vermek gerekmektedir; Kur’an apaçık ve anlaşılır bir kitap mıdır? Peygamberlerin vazifesi ve gönderiliş amacı nedir? Kur’an bize mi inmiştir yoksa Peygamberimiz(s.a.v.)’e mi inmiştir? Meâl Kur’an yerine geçebilir mi? Hadîsler Dinde delil midir? Allah Teâlâ Resûlullah(s.a.v.)”a Kur”an dışında vahiy (Ğayr-i Metlûvv Vahiy) bildirmiş midir? Bu sorular, Meâlcilerin kullandıkları/sloganlaştırdıkları argümanlara göre yazımızın ilerleyen bölümlerinde çoğaltılacak, genişletilecektir inşaAllah.

Günümüzde meâlcilik akımının dayandığı en önemli iddialardan birisi, bazı ayetlerde zâhiren Kur’an’ın “Apaçık ve anlaşılır” olduğunun vurgulanmasıdır. Yani meâlciler tarafından bu ayetlere yüklenen manaya göre; “Kur’an’ı veya meâlini okuyan her insan hiçbir anlama problemi yaşamadan, başka hiçbir kaynağa başvurmadan açık ve net bir şekilde Allah’ın Muradını, Peygamber(s.a.v.)’in tebliğini anlayabilir(!)” Elbette bu iddia meâlciler tarafından tartışılmaz bir sebep-sonuç ilişkisi gibi sunulmaktadır. Peki durum gerçekten böyle midir? “Apaçık kitap/Kur’ân” tabirini daha dikkatli incelediğimizde[1] bu ifadede söz konusu edilen a(pa)çıklığın, Kur’ân’ın ifadeleriyle, manasıyla, neyi kasdettiğiyle ilgili değil, bizzat kendisiyle ilgili olduğunu görürüz. Açacak olursak; Kur’ân-ı Kerim’de “Kitab-ı mübin/Apaçık kitap” tabiri yedi yerde, “Kur’ân-ı mübin/apaçık Kur’ân” tabiri iki yerde geçmektedir. Kader bilgisi olarak tanımlayabileceğimiz hususların kitab-ı mübin’de olduğunu bildiren ayetlerde[2] geçen “kitap”tan kasıt, “Allah’ın ilmi” ya da “levh-i mahfuz”dur.[3] Dolayısıyla bu ayetlerin “meâl-i müşterek”leri şöyledir: “Kaderle ilgili hususlar, mübin olan (yani içinde kayıtlı olan hususların aynen vuku bulmalarıyla doğruluklarını ortaya koyan, teyit eden) levh-i mahfuzdadır ya da Allah’ın ilmindedir.” Buralardaki “kitap” sözüyle Kur’ân-ı Kerim kastedilmediğinden bu ayetler ilgili iddiaya mesnet teşkil edemezler. Mâide/15 ile Neml/1 ayetlerinde geçen “Kitab-ı mübin” ve Hicr/1 ve Yasin/69 ayetlerinde geçen “Kur’ân-ı mübin” tabirleri ile kastedilen ise (aşağıdaki ayet meâllerinde de açıkça görüldüğü üzere) Kur’ân’dır; “Gerçekten size Allah’tan bir nur, apaçık bir kitap geldi” (Maide: 15) “Tâ. Sîn. Bunlar Kur’ân’ın, apaçık kitab’ın ayetleridir.” (Neml: 1) “Elif. Lâm. Râ. Bunlar kitabın, apaçık Kur’ân’ın ayetleridir.” (Hicr: 1)“O ancak bir zikir ve apaçık Kur’ân’dır.” (Yasin: 69)Ancak buralarda yer alan “mübin” kelimesi, Kur’ân’ın/Kitab’ın ifadelerinin apaçık olduğunu, binaenaleyh her okuyanın kolaylıkla anlayabileceği bir kitap olduğu hususunu bildirmiyor/bildirmez. Zira bu anlam Kur’ân-ı Kerim’de yer alan ve Kur’ân’ın bazı ayetlerinin muhkem, bazılarının ise müteşabih olduğunu bildiren Âli İmran/7 ayetiyle çelişir:“O’nun (Kur’ân’ın) bazı ayetleri muhkem olup bunlar Kitab’ın esasıdır. Diğer bir kısmı da müteşabihtir.” (Âl-i İmran/7)

Binaenaleyh “apaçık kitap/Kur’ân” tabirini, ifadeleri apaçık olarak görmek, hem Kur’ân’ın kendisine hem de vâkıaya ters düşen bir anlayıştır. Bütün bunların yanında mezkur anlayış, Peygamber efendimiz(s.a.v.)i Kur’ân-ı hem tilavet eden hem de talim eden biri olarak tavsif eden ayetlerle[4] de çatışır.

Hz. Peygamberin (s.a.v.) Kur’ân ayetlerinin okuduktan sonra onları bir de talim etmesi, Kur’ân’ın ifadelerinin apaçık olmasına aykırı bir durum teşkil eder. Zira apaçık ifadelere sahip olan bir kitabın bir muallim tarafından talim edilip öğretilmesi fuzuli bir iştigal olur. Nasıl olsa herkes kendisine okunanı apaçık olduğu için hemen anlayıvermektedir!

Bütün bunlardan hareketle söyleyebiliriz ki Kur’ân-ı Kerim’in bazı ifadeleri “kesinlikle” açık değil kapalıdır. Peki, durum böyleyse “apaçık kitap/Kur’ân” ifadesi ne anlama gelmektedir? Müfessirler, (b,y,n) maddesinden gelen “mübin/apaçık” sözcüğünün kök fiilinin müteaddi/geçişli olabileceği online casino gibi lazım/geçişsiz de olabileceğini belirtmişlerdir. Buna göre kök fiil lazım kabul edildiği takdirde terkibin anlamı şöyle olmalıdır: “(Allah tarafından nazil olduğu) apaçık olan kitap/Kur’ân.” Her ne kadar kök fiilin hem müteaddi hem de lazım olmasına teorik olarak bir engel yoksa da özellikle Yasin/69 ayetinin bağlamı, kök fiilin lazım olduğu şu manayı desteklemektedir: “Biz ona bir şiir öğretmedik, zaten (şiir) ona yaraşmaz da! O ancak bir zikir ve (şiir vs. olmadığı; vahiy olduğu) apaçık (ortada olan) bir Kur’ân’dır.” Bağlamı dikkate alındığında şu husus net olarak ortaya çıkar ki, ayette önce Kur’ân-ı Kerim’in şiir ve beşer mahsulü olmadığı ifade edilmiş sonra da onun semavi bir kitap olduğunun; dolayısıyla vahiy menşeli Allah kelamı olduğunun apaçık bir husus olduğu vurgulanmıştır. Kur’ân’ın beşer ürünü olmadığı vahiy kaynaklı olduğu anlamını tayin etmektedir.

[quote]Hâsılı, müfessirlerin eserlerinden istifade ile bu terkibi bağlamı içerisinde değerlendirerek anlamaya çalıştığımızda ortaya çıkan mana, mealciliğe hiç de yâr olacak bir mana değildir. Apaçık kuran/kitap sözünü “bütün ifadeleri apaçık bir kitap” şeklinde anlayıp bunun üzerine “Kur’ân-ı herkes mealden anlayabilir” neticesini bina eden malül anlayışın sahipleri, aslında Kur’ân’ın kendisine, vakıaya ve Hz. Peygamberin beyan edicilik vazifesine aykırı bir anlam ve neticeyi Kur’ân’a mâlederek kendi sırtlarına bir vebal yüklemişlerdir.(*)[/quote]

*******

Bir de tam bu noktada, konunun bir başka vechesine değinmek gerekiyor; Eğer Kur’an  -meâlcilerin iddia ettiği gibi-  apaçık ve anlaşılır bir kitap olduğu için onu okuyan herkes başka hiçbir kaynağa tevessül etmeden açık ve net bir şekilde, hiçbir tereddüt ve kafa karışıklığı yaşamadan anlayabilir ise, Sünnetsiz, Sahabesiz ve Usûlsüz şekilde yapılacak olan bir “Kur’an okuyup anlama(!)” faaliyetinde karşılaşacakları ilk problem, birbiriyle çelişkili gibi görülen ayetler olacaktır!

Açalım; Kur’an’da lafzen/zâhiren birbiriyle çelişkili/mütenâkız gibi görülen (aslında hiçbir çelişki bulunmayan, ‘bknz:Nisâ/82’ ) bazı ayetler vardır. Mesela Allah Teâlâ bir ayette mealen bütün günahları bağışlayacağını bildirmektedir (Zûmer/53). Nisâ Suresinin bir ayetinde ise mealen “Kim bir kötülük yapar, günah işlerse cezasını mutlaka görecektir.” buyruluyor. Yine Nisâ sûresinde geçen; “Kadınlar arasında adaleti gerçekleştirmede endişe ederseniz, bir kadınla evlenin.”( Nisa/3) ayeti ile “Ne kadar isteseniz de kadınlarınız arasında adalet yapamazsınız.”( Nisâ/129) ayeti birbiriyle çelişkili gibi görünmektedir. Yine Nisâ sûresinde “Her nerede olursanız, ölüm sizi bulur; yüksekçe yerlerde tahkim edilmiş şatolarda olsanız bile. Onlara bir iyilik dokunsa: “Bu, Allah’tandır” derler; onlara bir kötülük dokunsa: “Bu sendendir” derler. De ki: ‘Tümü Allah’tandır.’ Fakat, ne oluyor ki bu topluluğa, hiç bir sözü anlamaya çalışmıyorlar? Sana iyilikten her ne gelirse Allah’tandır, kötülükten de sana ne gelirse o da kendindendir. Biz seni insanlara bir elçi olarak gönderdik; şahid olarak Allah yeter.” (Nisâ, 78/79) buyuruluyor.

Dikkat edilirse 78.ayette iyiliklerinde kötülüklerin de tümünün Allah’tan olduğu bildiriliyor fakat bir sonraki ayette ise “Sana iyilikten her ne gelirse Allah’tandır, kötülükten de sana ne gelirse o da kendindendir” buyuruluyor. Yine Zariyât sûresindeki ayette insanların kulluk için yaratıldığından söz edilirken, A’râf sûresindeki ayette ise insanların çoğunun cehennem için yaratıldığından söz edilmektedir. Bu örnekleri elbette çoğaltabiliriz lakin verdiğimiz örnekler anlayabilen için yeterlidir. Biz bu verdiğimiz (ve daha da çoğaltabileceğimiz) örneklerdeki bu durumu, bu müşkîlatı, “meâlcilerin” vûzuha kavuşturup, kendi metodları, usûlleri ile çözüp ortaya koymalarını bekleriz.

İşte verdiğimiz bu örneklerde de görüldüğü gibi; eğer Kur’an, Arap dilinin inceliklerine ve gramer yapısına hâkim ve yetkin olunmadan, hangi ayetlerin muhkem ve hangilerinin müteşabih olduğu bilinmeden, ayetlerin nüzûl sebebi ve nüzûl zamanı bilinmeden (ki bunları da bize Hadisler ve Sahabe kâvilleri bildirmektedir), hangi kelimenin hakikî ve hangi kelimenin mecâzî anlamda kullanıldığı bilinmeden, Hadis/Sünnet ilmi, Sahabe kavli/tatbiki, Usûli’d Din ve Usûl-i Fıkıh ilimleri devre dışı bırakılarak bu ayetler arasında zâhirde müşkilât gibi görülen durumu çözmek, kavramak, açıklamak, izah etmek, asla mümkün değildir.

Bütün bu saydığımız aslî ve talî unsurları devre dışı bırakarak sırf kotalı aklı ile Allah’ın ayetlerini anlama iddiasında olan modernizm’in avanesi mealciler, Allah Teâlâ’nın neden bazı ayetlerde “biz” diye hitap ettiğini bile açıklamaktan, izah etmekten acizdirler. Bununla beraber, Kur’an’da herhangi bir mesele/konu hakkındaki ayetler çoğu zaman farklı farklı yerlerde geçmektedir. “Kur’an Yeter”ciler herhangi bir meseleyi tam olarak anlamak istediklerinde ilgili ayetlerin tamamını bilmek ve haberdar olmak zorundadırlar, bunun için ise elbette Kur’an’ı ezbere bilmeleri şarttır, çünkü başka hiçbir kaynağa başvurmadan Kur’an’ı anlayabilecekleri iddiasında oldukları için karşılarına çıkan her meselede Kur’an’ı baştan sona dikkatlice taramaları gerekecektir. Yazımızın bir sonraki bölümünde “Allah Teâlâ(c.c.) Peygamberimiz(s.a.v.)”e Kur”an ayetleri dışında başka vahiy vermiş midir, bildirmiş midir, Gayr-i Metlûv Vahiy var mıdır, varsa Kur”an”dan delilleri nelerdir?” sorularına cevaplar vererek, bu konuyu işleyelim inşaAllah…V”elhamdülillâhi Rabbil Âlemin…

Şükrü Yaşar


Dipnotlar; [1] Yazının bu kısmı; (*) işaretli yere kadar, Abdülkadir Yılmaz Hoca”nın “Apaçık Kitap Kur”an” adlı makalesinden kısmen iktibas edilmiştir. [2] el-Enam: 59, Yunus: 61, Hud: 6, en-Neml: 75, es-Sebe: 3.

[3] Bkz. – el-Enam: 59: Taberi, IX, 283; Tefsîr-i Beydâvî, II, 165; Tefsîr-i Celâleyn, 134; el-Keşşâf, II, 355; Tefsir-i Kebîr, XIII, 12 (er-Razi “Allah’ın ilmi” vechini tercih etmiştir) Âlûsî, VII, 172; Hak Dini Kur’ân Dili, III, 472; Kurtubî, VII, 5; Mâverdî, II, 122; Nesefî, II, 24. – Yunus, 61: Âlûsî, XI, 146; Taberî, XII, 208; Te’vîlât-ı Mâtürîdî, VI, 59 (İmam Matüridi buradaki kitabın levh-i mahfuz olduğu görüşünü aktardıktan sonra gökten indirilen kitaplar olması ihtimalini de zikretmiştir. Ancak ayetin öncesi bu ihtimali uzaklaştırmaktadır.) Tefsîr-i Celâleyn, 176; Tefsîr-i Beydâvî, III, 118; Kurtubî, VIII, 357; Nesefî, II, 242; Tefsir-i Kebîr, XVII, 100. – Hud: 6: Taberî, XII, 328; Kurtubî, IX, 8; Tefsîr-i Beydâvî, III, 128; Nesefî, II, 259; Tefsir-i Kebîr, XVII, 149; Hak Dini Kur’ân Dili, IV, 555; Tefsîr-i Celâleyn, 291; Âlûsî, XII, 3 – en-Neml: 75: Taberî, XVIII, 116; el-Keşşâf, III, 369; en-Nesefî, III, 321; Tefsîr-i Beydâvî, IV, 167; Kurtubî, XIII, 231; Mâverdî, IV, 226; Tefsir-i Kebîr, XXIV, 184; Tefsîr-i Celâleyn, 79; Âlûsî, XX, 17.- es-Sebe: 3: Tefsîr-i Celâleyn, 113; en-Nesefî, III, 462; Hak Dini Kur’ân Dili, IV, 362; Âlûsî, XXII, 106; Tefsîr-i Beydâvî, IV, 241; Kurtubî, XIV, 261.

[4] Bakara: 129, Âli İmran: 164, Cuma: 2.

Şükrü Yaşar
Musellem.net yazarı..