İki dünyanın sermayesi; Göz nuru Namaz

İnsan hem yaradılışı hem de yaradılış amacı itibari ile mükemmel ve mükerrem bir varlıktır. Ancak bu mükemmellik ve mükerremlik belli kurallara bağlı kalmak kaydı ile tahakkuk eden bir durumdur. Kainat’da mevcut bütün mahlukatın içerisinde eşref-i mahlukat olan insan, eğer Allah Teala tarafından çizilen sınırlara riayet etmezse esfel-i safilin seviyesine de düşme tehlikesi ile yüzü yüze yaşamaktadır.

İnsan hayatı, kainatı ve kendisi yaratana ulaşmak için sürekli bir arayış ve sorgulama içerisindedir. Bu arayış ve sorgulama onun bir güce “sığınma” ve “iman” etme ihtiyacından doğmaktadır. Sığınma ihtiyacı insanın fıtratından gelmektedir. Bu özellik onu kendisinden güçlü şeylere tazim etmesine dolayısıyla ibadet etmesine yol açmaktadır

“İnsanları ve cinleri bana kulluk etsinler diye yarattım”(1) Kur’anî ifadesinin tecellisi olarak, insan fıtratı gereği daima bu kulluğu ifa etme ihtiyacı hissetmektedir.

Bu fıtri ihtiyacın eşref-i mahlukat olan insana yakışır bir şekilde yapılması halinde insan saadete ve selamete ulaşır. Aksi halde insana yakışmayan bir şekilde bir hayvana bir puta veya bir başka mahluka kul olmak, dolayısıyla ibadet etmek zorunda kalır.

Bir çok ayet-i kerimede insanın imandan sonra salih amel işleyerek kendisine verilen bu kulluk vazifesini yerine getirmesini hem dünya hem de uhrevi hayatını tesis etmesi istenmektedir.

Kulu Allah Teala’ya ulaştıran salih amellerin ve ibadetlerin en büyüğü ve ehemmiyetlisi şüphesiz namaz ibadetidir.

Kur’anı Kerim’de “Secde et ve yaklaş” (2) emri ilahisi ile kulun Allah Tealaya en yakın olduğu mertebeye namaz ile varılır.

Namaz kılarak kazanılacak kemalat, huzur ve sükun hiçbir ibadetle kazanılamaz.

Namaz özel bir ibadettir. Çünkü namaz kılan kimse, namazda iken bütün her şeyle irtibatı keser, kendisini yaratan Allah (Azze ve Celle) ile baş başa kalır ve tarifsiz bir vuslat yaşar. Diğer ibadetler yapılırken aynı zamanda başka işlerle de meşgul olunabilir, ancak namaz kılan yanlız huzur-i ilahide olması sebebi ile başka bir şeyle meşgul olması halinde namazdan çıkmış olur.

Namaz kılan kişi, kendisi ile Rabbi arasında bu vuslatı ve irtibatı sağlamak için, öncelikle kimin huzurunda olduğunu idrak ederek kalp, beden ve ruh olarak namaza durması gerekir. Dağınık, pejmürde bir kılık kıyafet ile nasıl ki dünyada bir kişinin karşısına çıkılmıyorsa, dağınık bir kalp ile de Allah Tealanın huzuruna çıkılmaz.

Bu hale nasıl gelinir? Bu kalp durumu nasıl sağlanır diye merak ediyorsak, Hakk dostlarının incilerinden istifade etmeliyiz.

Bahaeddin Nakşibend (kuddise sirruh) hazretlerine sordular:

-Bir kul, namazda nasıl huşua erer? diye

O da cevaben: Dört şeyle, buyurdular:

  1. Helâl lokma
  2. Abdest sırasında gafletten uzak durmak
  3. İlk tekbiri alırken kendini huzurda bilmek
  4. Namaz dışında da Hakk’ı asla unutmamak.

Namazın hakikatini anlayan ondan ayrılamaz. Çünkü namaz kişiyi kötülüklerden, çirkinliklerden ve münker hallerden korur.(3)

Resulullah (Sellallahu aleyhi vesellem) efendimizin şu önemli uyarısını dikkate almak zorundayız.

“Kim güzelce abdestini alır, rükuları ve secdeleri tam yaparak huşu ile vaktinde namazını kılarsa, o namaz bembeyaz, parıl parıl bir şekilde göğe yükselir ve sahibine şöyle der:
– Sen nasıl beni geçirmedin, vaktinde kılarak korudun ise Allah da seni korusun.
Kim ki abdestini güzel almaz, rükulari ve secdeleri huşu ile yapıp, vaktinde namazını eda etmezse, onun namazı da simsiyah zifiri karanlık halinde göğe çıkarak şöyle der:
– Sen beni zayi ettiğin gibi Allah da seni zayi etsin.” (4)

Namaz kılan kişi, namazdaki halini namaz dışında da muhafaza ederse hakiki olarak namaz kılmış olur. Namaz halinde farklı, namaz dışında farklı hareketler sergileyen kişi kıldığı namazın iç dünyasına bir katkısının olmadığını gösterir.

Hz. Mevlana namaz halini, namaz dışında da muhafaza ederek edep ve huşu halinde ömrünü geçiren insanların gerçek aşıklar ve Hakk dostu olduklarını söyler.

Namazın hayatımızdaki etkilerini şu açılardan değerlendirmek gerekir.

Maddî bakımdan namaz; insan vücudunun namazda iç ve dış hareketlerde bulunması ve zamanlara hâkim olması, hayatta nizam üzere yaşama temrinlerini teşkil eder.

Mânevî olarak namaz; ilâhî huzurda bulunma hâli, tefekkür etme, korku zamanında tesellî, neş’e zamanında lezzet teşkîl etme, rûhâniyete destek verme, kalb neş’eleri getirme, îmânı koruma, ilâhî ünsiyetin artması gibi feyz ve bereketlerle doludur.

İctimâî güzellikleri bakımından namaz; cemâatleşme, tanışma, ünsiyet, ülfet, îmân ve kardeşlik bağlarının takviye olmasına vesiledir.

Rûhânî tecellîleri bakımından namaz; ilâhî huzûra çıkabilmenin kazandırdığı ihlâs, his ve kalb sükûneti, rikkat, muhabbet, tevâzû gibi güzelliklerle gönül âlemini mânevî bir bahar iklîmine götürmedir.(5)

Namaz ferdi bir ibadet olmasının yanında, aynı zamanda insanları bir araya toplama ve birlikte eda etmenin daha faziletli olduğu bir ibadet. Bu cemaat halinde kılmak o kadar önemlidir ki Resulullah (sellahlahu aleyhi ve sellem) efendimiz, evinin uzak olması ve hayvanların kendisine zarar verebileceğini söyleyerek, sabah namazlarında mescide gelmemek için izin isteyen İbn Mektum (radiyallahu anh) hazretlerine ezanı işitiyorsan camiye gelmelisin diye izin vermemişti.

Diğer bir hadis-i şerifte:
“Canımı gücü ve kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederek söylüyorum, içimden öyle geçiyor ki, odun toplamayı emredeyim, odun yığılsın, sonra namazı emredeyim, ezan okunsun. Daha sonra bir adama cemaate imam olmasını emredeyim. En sonunda cemaate gelmeyen adamlara gidip onlar içindeyken evlerini yakayım.” (6)

Namazlarını vaktinde ve düzenli kılan insana su dokuz şey ikram edilir.

1. Allah Teala onu sever
2. Bedeni sağlam olur
3. Melekler onu korur
4. Evine bereket iner
5. Yüzünde salihlerin siması olur
6. Allah Teala kalbini yumuşatır
7. Sıratı parlak şimşek gibi geçer
8. Onlar için korku ve hüzün yoktur zümresine ilhak olur
9. Allah Teala onu cehennemden korur. (7)

Son olarak hepimizin örnek alması ve namaz kılarken, aynısını kılmaya gayret etmemiz gereken bir örnekle yazımıza son verelim.

Hatem-i Esam (kuddise sirruh) hazretlerine nasıl namaz kıldığını sordular.
Cevap verdi:
– “Namaz vakti yaklaştığı zaman, abdest azalarımı iyice yıkayarak güzelce bir abdest alırım. Sonra gelir namaz kılacağım yerde dikilirim. Her bir uzvum karar ve sükunet bulur. Kabe’yi iki kaşım arasında, makamı sadrımda kabul ederim. Allah, kalbimde ne varsa bilmektedir. Sonra ayaklarımı sırat üzerinde, cenneti sağımda, cehennemi solumda, ölüm meleğini de arkamda farz ederim. Ve bu namazıma sanki son namazımmış gibi niyet ederim. Sonra ihsan üzere , sanki Allah Teala’yı görürcesine bir tekbir alırım. Kıraatimi tefekkürle yaparım, rükuu tevazu ile sücudu tazarru ile yaparım. Bunları tam yapmış olarak otururum. Reca üzere teşehhüt ederim, sünnet üzere selam veririm. Sonra bu namazımı ihlasla tamamlarım. Havf ve reca arasında yaşarım. Namazımı böyle kılmaya sabırla devam ederim” buyurdu.

Ya Rabbi kıldığımız namazları gerçek manası ve hikmeti ile kılmayı nasip eyle, namaz kılarken senin vuslatınla şereflenenlerden eyle. Namazlarımızı gözümüzün nuru, gönüllerimizin süruru eyle.
Ve ahiruhu davahum enilhamdulillahi rabbil alemin.


 

Dipnotlar : 
1. Zariyat Süresi 56. Ayet
2. Alak süresi 19. Ayet
3. Ankebut Süresi 45. ayet
4. Ramuz el-Ehadis
5. Osman Nuri Topbaş
6. Buharı, Ahkam,52, Ezan,29 – Müslim,Mesacid,251,254
7. Sadık Dana, Altınoluk sohbetleri-2
Raif Koçak
Yüzakı Dergisi'nde Yazar