“Ebubekir Sifil’in Tavrı” ya da “Akademinin Haysiyeti”

Takipçilerimiz bilir.

Müsellem.net’de gündeme dair eleştiri yazıları editör imzasıyla yayınlanır. En az birkaç yazarın ortak düşüncesidir aktarılan. Kişiselleştirmenin önüne geçmektir amacımız.

Bu defa farklı. Ortak bir düşünce olmayışı ya da kişiselleşmesinden imtina ettiğim bir mesele değil satırlara dökülecek olan.

Mesele münazara ve onu takip eden süreç. Beklediğimiz çok farklı şeyler olmadı elbette. Her ne kadar cehaletinden emin olduğumuz C. Taslaman olsa da, “öne sürülüp kurban edilenin” bu kadar seviyesizleşeceğini beklemiyordu oyun kurucular dışında kimse.

Geçtim.

Münazara sonrası takipçilerden bir kısmının meseleyi anlamış olması sevindirdi bizi.

Önce burada soluklanıp soralım ilgili kimselere;

Bir kişinin dahi hakikati görmesini dünya ve içindekilerden daha hayırlı gören bir dinin müntesipleri, bunu buyuran bir peygamberin ümmeti değil miyiz?  O halde nedir münazaraya dair “gerek yoktu” söylemleri?  Onlarca kişinin peşinden takılıp gittiği, o sebeple Evrimi Kur’an’la çelişik görmeyip, muhaddislere ve hadislere burun kıvıran insanlardan bir kısmının “temelsiz atışlar”ı fark etmesi çok mu anlamsız geliyor size?

“Karşındaki muhatap alınacak biri değil ki!” diyenler, şimdi gerek sosyal medya gerek sair mecralarda o yolun yolcuları tarafından “hocalarına” verilen desteği görünce utanırlar mı? Programın oluşturduğu gündemi görmemek için gözlerini kapatırlar mı?

Sahi hocaefendiler, bilirkişiler, bunların yanında bunlardan daha çok bilen “çok bilmişler”… Hakikaten gerek yok muydu?

Gerek kıldırmadan önce karşılarına çıkmayı düşünmediğiniz, bir kısmınızın bu cesareti gösteremediği için midir bunca palazlanmaları, ülke gündemine oturmaları?

Görmez misiniz, sizin “kaale almadığınız” bu adamların “itibarı”, ehl-i sünnet ulemaya küfretmeye götürmeye yetiyor yüzbinleri! Küfredecek cesareti bulduruyor kendilerine.

Meseleye tepeden bakanlar da var. İki tarafa “kardeşçe” tavsiyede bulunanlar.

Hızlı geçiyorum. Onların herhangi bir taraf nezdindeki kıymet-i harbiyesi ortada. Herhangi iki zıt tarafa da sıcak görünmeye çalışanlar buz gibi ortada kalırlar. Bu hep böyle olmuştur. Örnekleri sıralamaya hacet yok. Ders almayı beceremeyenler aynı hataya düşerek tecrübe edebilirler. Akl-ı selim kimselere de onların notunu vermek düşecek! Memnuniyetle!

Hiç değilse ekmeğini yediği Din’in müdafaasında bulunmayan akademisyenler.

Gariptir, bu memlekette, müktesabatımızda ehemmiyetli bir yeri olmasına rağmen, ehl-i bid’ate karşı adres vererek reddiye yapmak denince akla birkaç kişi geliyor yalnızca. İş buradan öte münazaraya dönüşünce İhsan Şenocak, Ebubekir Sifil kalıyor ortada.

Peki diğerleri? Prof. Doç. vb. ünvanlarla varlığını sürdüren, bilmem hangi vakfın kurucusu ve o vakfa gönül verenlerin hocası konumundaki muhterem zatlar!

Bu din sizin değil mi?

Bu din sizin haysiyetiniz, sohbetleriniz ve okuldaki derslerinizde varlık sebebiniz olarak anlattığınız yegane hakikat değil mi?

Bu küfredilen müktesebat ve ulema sizin olduğunuz yerin asıl sahipleri değil mi?

Sizi siz yapan o ilim, bin bir zorluk içinde, eza-cefa-sürgün ve hor görülmelere rağmen asla vazgeçmeyen, inancını size tevarüs ettirebilmek için çırpınanların eseri değil mi?

Peki, nerede emanete sahip çıkma hamleleriniz?  Nerede ilmin izzeti? Nerede haysiyetiniz?

Cehaletiyle yüz binleri ekranlara kilitleyip dininize küfreden kimselerin karşısına hadi çıkamıyorsunuz, o cesaret sizde yok, olur ya yaratılıştan korkaktır insan, normaldir. Peki cesaret gösteren, sizin üzerinizden vebali indirmeye giden, “gitmezsem Allah bunun hesabını bizden sorar” diyerek evinden ayrılan birine destek verecek kadar da mı “olamadınız”?

Bâtılın birleştiği bir sahada, bir elin parmaklarını geçecek kadar bir araya neden gelemediniz?

Mahşer günü, huzur-u ilahide, “metodu doğru ya da yanlış, sizin yapamadığınızı yapan, bu dini müdafaadan başka niyeti olmayan kulumun yanında olmaktan sizi imtina ettiren neydi?” diye sorulduğunda ne cevap vereceksiniz?

Meselenin aslını, inkarın boyutunu bildikleri halde, konuşulan rivayetin delaletini tartışma  konusu yapan, hadis-i şerifin varlığını inkar edenlere amelî boyutundan izahlara girişen, varlığını kimsenin yarasına parmak basmadan göstermeye çalışanlar, sizin haliniz, yangında zemini çökmek üzere olan evin balkonları çökmesin diye destek koymaya çalışan kimselere benziyor.

Efendi, temelin sarsılıyor. Üzerine yıkılacak müktesebatın, bütün ihtişamıyla..

Bu ümmet, bu yangın yerinde manzara seyrediyor edasıyla uzaktan bakanları affetmeyecektir.

Ümmetin avamının üzerinizdeki hakkını ödemeniz kolay olmayacak. 1400 yıllık zaman diliminde bu Dini muhafaza ederek size ulaştıran ulemaya “hayvan” diyenlere karşı sessiz kalmanız, mahşer günü hesabı sorulacak zayıflıklarınızdan birisidir.

Sahih İslam İnancını anlatarak kazandığınızı söylediğiniz ekmeğiniz burada boğazınıza dizilmese de, ümmetin bir ferdi mahşer günü elini midenize uzatacaktır!

Bu böyle biline.

Üslubun sertliğini-yumuşaklığını tartışanlara bir hatırlatma; bu dini size ulaştıranlara küfrediliyor!


 

Kimin hakikatin yanında olup kimin karşı saflara dizildiğinin ve dahi kimin sessiz kaldığının bir önemi yoktur hakkı savunanlar için. Problem diğerlerinde ;

Salih Kartal
Musellem.net kurucu yazar...