Cennet ve Cehennemin Yaratılmamış Olduğu İddiası

Mutezile’nin bakiyesi olarak İslam tarihi içerisinde yer bulan bazı fâsid görüşler son dönemde muhtelif konularda çeşitli hocalar eliyle ne yazık ki yeniden ihya edilmeye çalışılmaktadır. Bu fâsid söylemlerden biriside ‘Cennet ve Cehennemin hâlihazırda yaratılmamış olduğu’ savunusudur. Mutezile ile müsemma bu görüş Ehlisünnet âlimlerinin hemen tümü tarafından şiddetle reddedilmiştir.[1] Bugün bu görüş Mehmet Okuyan tarafından yeniden dillendirilmektedir. Bu söylemin ne kadar sağlıksız, sakat bir söylem olduğuna geçmeden evvel bazı hususları ifade etmek gerekmektedir. Bu hususta klasik tefsir ve kelâm kitaplarında geçen bahislerde zikredilen cennet ve cehennemin yaratılmış olduğunu bildiren ayetleri[2] delil getirmeyeceğiz. Çünkü bu savunuda bulunan kimselerin ekseriyeti bu ayetleri te’vile tabi tutacaktır (–ki tutmaktadırlar). Hâlbuki te’vil, bir ayetin zahir manasını anlamaya mani bir saik bulunmasında yönelinebilecek bir menhectir[3] fakat bu ayetlerde Müslümanların zahir manasını anlamalarına mani olacak sebebin ne olduğu meçhuldür. Böyle bir zaruret olmamasına rağmen mesela ayetlerde geçen ‘Cennet’ kelimesini birinci anlamı yerine ‘yeryüzü bahçesi’ gibi yan anlamına hamletme gerçekleştirilmektedir. Hâlbuki Kur’an da 147 defa zikredilen bu kelime 121 defasında ‘ahiretteki mükâfat mekânı’ olarak asıl anlamında zikredilmektedir.[4] Öte yandan bu bahiste delil olarak zikredilebilecek hadislere[5] de müracaat etmeyeceğiz. Çünkü bu hadisler de te’vile açık olmanın yanında bu iddianın savunucularının bir kısmına göre de hadislerin sıhhati ve bağlayıcılığı problemli bir alana tekabül etmektedir! Dolayısıyla hadisleri metin tenkidine tabi tutmak maksadıyla Kur’an’a arz etmek gerekmektedir[6] ki bu arz da Kur’an’ı yukarıda izah edildiği şekilde te’vil eden/etmek isteyen kimseler için hiçbir zaman müsbet sonuç veremeyecektir. Bu hususla ilgili olarak Yaşar Kandemir hocanın şu teşhisi çok mühimdir; “Birçok araştırmacı, metin tenkidi sözüyle hadislerin müsbet ilim ölçülerine ve akıl prensiplerine vurulmasını kastetmektedir.”[7] Yine aynı gerekçelerle tenkid edilebilecek olduğu için ayetlerin esbabu’n-nüzûllarına da müracaat etmeyeceğiz. Çünkü bu hususta da zayıf bir rivayetle gelen ihtilaf veya farklı bir izah, sahih bir rivayetle gelen nakillerden –onların nezdinde– daha tesirli! duruma getirerek ashabtan gelen aktarımları güvenilir görmekten uzaklaştırmaktadır.[8]

Âlimlerin kahir ekseriyetinin ittifak halinde aynı görüşte olmasını da delil olarak zikretmeyeceğiz çünkü bu savunu sahiplerine göre onlar içtihatta bulunmuşlardır ve içtihatlarında ideolojik yaklaşmış olabilir, mezhep taassubuna kapılmış olabilir, zamanın kabulünü dillendirmiş olabilirler gibi ithamlara maruz kalabileceği için bunlara da güvenemeyiz![9] Geriye bu iddianın sahiplerinin ayetlerden anladığı mananın dışında –ne yazık ki-dini bir referans kalmadığı için elde kalan aklî gerekçeler ile bu fâsid oluşu ortaya koymaktır.

Bu konuda yapılan hatalı çıkarımın en bariz sebebi Yaratıcı tasavvurunun salim ve nezih bir şekilde inşa edilememiş olmasıdır. Allah’ın mahlûkat ile münasebetini yine O’nun mahlûku olan ‘zaman’ dairesinde ve Cenabı Hakkı da bağlayarak cereyan eden oluşlar olduğunu düşünmek bu hatanın en büyük basamağıdır. Zaman, yaratmaların mahlûk idrakine hitap eden yönüdür. Allah yaratma fiili için herhangi bir sıra bekliyor değildir. Allah-zaman münasebeti metafizik mefhumlar ile apriori olarak kabullendiğimiz[10] ve olmadığını tahayyül edemediğimiz vakit algımızın uzlaşamaması sonucu çoğu noktada hatalı bakışlara sevk etmektedir.[11] İşi zaman felsefesi noktasına çekmek doğru değil lakin Allah’ın aşkınlığını ifade için bu hususların işaretlenmesi zaruri. Allah, aşkın olmasının zorunlu gereği olarak mekâna, yöne tabi olmadığı gibi zamana da tabi değildir.[12] Dolayısıyla ‘Cennet ve cehennem şu an için gerekli değildir bu sebeple yaratılmış olmaları ‘atıl, faydasız’ bir yaratma yapmış olmayacağı için Allah’a uygun düşmez’ minvalindeki kaziye ile böyle bir sonuca yürümek mümkün değildir. Öncelikle elbette Allah’ın yüceliği gereği O’nun yaratmalarının hikmetten beri olduğunu tasavvur mümkün değildir.[13] Fakat hakikatin böyle olması beşerin Allah’ın yaratmalarındaki hikmeti kavramasını zorunlu kılmaz. Dolayısıyla hikmeti kavranamayan yaratmayı inkâr etmek akl-ı selim bir tutum olamaz. İkinci bir hususta şu an için ‘atıl’ olacağı zannedilen cennet ve cehennemin kıyametten sonrasında yaratılmasını beklemek antropomorfik bir Tanrı tasavvurunun tezahürü olarak nitelenebilir.[14]Yaratma için sıra bekleyen zamana tabi olan bir Yaratıcı ancak böyle sağlıksız bir zihnin kabulü olabilir. Hâlbuki yukarıda da zikrettiğimiz gibi yaratmanın zamanla olan münasebeti mahlûk içindir. Allah, zaman dairesine hapsedilecek yaratmalardan münezzehtir. Bugün bu ifadeyi anlamak belki de tarihte olmadığı kadar daha kolay hale geldi. Modern bilim zamanın sabit bir değer olmadığını ortaya koyarak onun ‘göreceliliğini’ ifade etmektedir. Hâl böyle olunca madde âleminde dahi zamanın farklı tezahür ettiği varlıkları anlamak ve kabul etmek makul hale gelince Allah’ın zamandan münezzeh oluşunu anlamak sanırım daha anlaşılabilir bir mevkiye inmektedir.[15]

Tefsir usûlü açısından da ayakları yere basmayan bu savunu ‘Kur’an’ı Kur’an ile izah’[16] ilkesinde daha önce verdiğimiz ‘Cennet’ misalinde olduğu gibi geçersiz duruma düşmektedir. Daha önemli bir usûl kaidesi olarak te’vilin tefsir olmadığını zikretmek gerekmektedir. İmam Maturîdî bu hususu Tevilatü’l-Kur’an isimli tefsirinin mukaddimesinde sarih bir şekilde izah etmektedir. İmama göre, tefsir ashaba, te’vil fukahaya aittir. O eserinde; “Te’vilde Allah adına açıklama yapmak gibi bir durum yoktur, zira kişi murad-ı ilahiden haber vermemekte ve ‘Allah bu beyanı ile şunu murad etti’, yahut ‘şunu kastetti’ dememekte, sadece şöyle bir ifade kullanmaktadır: Bu ilahi beyan şu ve şu manalara yönelik ihtimaller taşımaktadır, benim söylediklerim insanoğlunun dile getirebileceği hususlardandır, Kur’anî beyanın içerdiği hikmeti bilen sadece Allah’tır.”[17]diyerek ayetlerin zahiri manasını, ashabın aktarımını, icmayı, esbabu’n-nüzûlu iptal edecek şekilde bir te’vilin hakikati ifade edemeyeceği, etmediğini ortaya koymuştur.

“Rabbinizin bağışlamasına (nail olmaya) ve takva sahipleri için hazırlanmış, genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşuşun.”[18]


Dipnotlar:

[1] İsmail Çetin – Ehlisünnetin nazarı itikadın ölçüsüdür, syf. 557-558

[2] Bakara – 24, 35, 36; Al-i imran – 133; Necm – 13-15; Araf – 25; Taha – 117-118 vb.

[3] İmam Gazalî – Faysalü’t-Tefrika, çev. Süleyman Uludağ, syf. 41

[4] Topaloğlu, Bekir – ‘Cennet’ maddesi, DİA, c.  7, syf. 376

[5] Müslim – 854; Kadı Beyzavî – Tavâli’u’l-Envâr, syf. 236

[6] Çakan, İsmail Lütfü – Hadis Usûlü, syf. 35

[7] Kandemir, Yaşar – Mevzû Hadisler, syf. 118

[8] Çetiner, Bedreddin – Esbab-ı Nüzûl, c. 1, syf. 1

[9] İbn Hazm – Usûl-i Din, çev. İbrahim Aydın, syf. 19 vd.

[10] Bergson, Henri – Metafizik Dersleri, syf. 49

[11] Leibniz, G. Wilhelm – Monadoloji & Metafizik Üzerine Konuşmalar, syf. 63

[12] Razî, Fahreddin – Esasu’t-Takdis fî İlmi’l-Kelam, çev. İbrahim Coşkun, syf. 27 vd.

[13] İmam Maturîdî – Kitabü’t-Tevhid, çev. Bekir Topaloğlu, syf. 165-166

[14] Öztürk, Mustafa – Kuran, Tefsir ve Usûl Üzerine, syf. 13

[15] Einstein, Albert – İzafiyet Teorisi, syf. 25 vd.

[16] İbn Teymiyye – Mukaddime fî Usûli’t-Tefsir, çev. Harun Ünal, syf. 109

[17] İmam Maturîdî – Tevilatü’l-Kur’an, çev. Bekir Topaloğlu, c. 1, syf. 27-28

[18] Al-i imran – 133

Melikşah Sezen
Muhasebe ve Finansman öğrt. ile İlahiyat fakülteleri okudu. Bunun haricinde muhtelif hocalardan akaid, kelam ve mantık dersleri aldı.