Avrupa Huzurunun Kana Bulandığı Toprak: Srebrenitsa

Yirminci yüzyılın son çeyreğinde dünya üzerinde, geçmiş yıllara nazaran, daha nitel değişimler meydana geliyordu. Soğuk savaş dönemi etkinliğini kaybeder gibi oluyor ve bu nitel etki bütün dünya üzerinde olduğu gibi Avrupa üzerinde de siyasi değişikliklere yol açıyordu. Yugoslavya’nın dağılmasından sonra aynı coğrafya içerisinde yaşayan milletler kendi kimlik karmaşaları içerisinde geleceğe daha farklı bir şekilde ilerlemek istiyorlardı. Bu coğrafya üzerinde toplumların sahip olduğu dini kimlikler etnik kimliklerden daha az önemli değildi. Nitekim 1990’lı yıllarda hızlanan siyasi karmaşa orta Avrupa üzerinde kara bulutların dolaşmasını kaçınılmaz hale getirmişti. Bosnalılar(Müslüman) ve Sırplar(Hıristiyan) bu kargaşa içerisinde başı çeken iki milletti. Aslında bu iki millet göz göre göre geçmişe dayalı bir nefretin zamanla dışa vurumunu temsil etmiyorlardı elbette. Böyle bir durum söz konusu değildi. Fakat diğer Hıristiyan Avrupa devletlerine nazaran Bosnalılar, yani Müslümanlar, adeta aynı dine mensup birçok milletin ortasında kalmışlardı ve bu durum Avrupa’da ikinci dünya savaşından bu yana en ağır kıyım hareketini meydana getirecekti. Çünkü Sırplar yüzyıllardır aynı topraklar üzerinde yaşadıkları komşu millet olan Bosnalıları ve bağımsızlıklarını kabullenemiyorlardı[1].

Tarihte birçok devletin hâkimiyeti altına giren Balkanlar, 14. yüzyıldan itibaren Osmanlı egemenliği altına girmiştir. Ancak, toprak sisteminin bozulması, milliyetçilik, isyanlar ve diğer devletlerin kışkırtmaları gibi nedenlerle, bu bölgede Osmanlı hâkimiyeti 19. Yüzyılda sona ermiştir. Bosna-Hersek önce Avusturya-Macaristan tarafından ilhak edilmiş, daha sonra da Yugoslavya hâkimiyeti altına girmiştir. Bosna-Hersek bu dönemde ekonomik, dini ve kültürel açıdan önemli değişimler yaşamış ve toplumdaki etnik farklılıklar daha da belirginleşmiştir. Görünüşte yerel özgürlüklerin ve etnik gruplar arasındaki uyumun sağlandığı Tito dönemi, Yugoslav halkları arasındaki eşitsizliğin daha da pekiştiği bir dönem olmuştur. Yugoslavya’nın etnik farklılıklar ve milliyetçiliğin de etkisiyle yıkılmasından sonra, bağımsızlık hareketleri oluşmuş ve çeşitli cumhuriyetler ortaya çıkmıştır. Bosna-Hersek de bu bağımsızlık hareketine katılmış ve 1992 yılında bağımsızlığını ilan etmiş fakat hiç beklemediği bir tepki ile karşılaşmıştır[2]. Bosna Hersek’in bu bağımsızlık kararı Sırbistan’ın “Büyük Sırbistan” hayaline aykırı bir tutumdu. Sırpların gösterdiği bu tepki büyük bir etnik katliama dönüşmüş ve BM (Birleşmiş Miletler), AB (Avrupa Birliği), ABD (Amerika Birleşik Devletleri) ve uluslar arası örgütler bu katliama sessiz kalmışlardır. Sırplar özellikle Srebrenitsa’da akıl almaz kıyımlar gerçekleştirmişlerdir. Zamanında askeri müdahale yapılmamış, anlaşma yapma yoluna gidilmiş ancak uzun süre başarıya ulaşılamamıştır. Neticede, 1995 yılında imzalanan Dayton Anlaşmasıyla savaş sona erdirilmiş ve Bosna-Hersek’in siyasi yapısı bu anlaşmayla şekillendirilmiştir. Dayton Anlaşması’nın ardından Bosna-Hersek’in yeniden inşası için çeşitli yardımlarda bulunulmuş, bu bölgede güvenlik ve asayişi sağlamak için NATO güçleri ardından da AB Barış Koruma Gücü görevlendirilmiştir. Şu anda Bosna-Hersek’te Dayton Anlaşmasıyla sakin bir ortam sağlanmıştır fakat bu ortamın sürüp sürmeyeceği ya da ne kadar süreceği kestirilememektedir[3][4].

Dayton Antlaşması ile çizilen günümüz sınırlarına göre Bosna-Hersek’in doğusunda, Sırp Cumhuriyeti’nin içinde bulunan Srebrenitsa, yakın tarihimizin hafızalara kazınan en büyük trajedilerinden birine şahit oldu. Dünyada Soğuk Savaş döneminin sona ermesinin ardından yaşanan gelişmeler altı federe cumhuriyetten oluşan Yugoslavya’nın da dağılmasına neden oldu. Yugoslavya’yı meydana getiren cumhuriyetlerden biri olan Bosna, 1992 yılının Şubat ayında yapılan bir referandumun ardından bağımsızlığını ilan etti. Ancak Bosna’nın bağımsızlık kararını tanımayan Sırplar, Saraybosna’yı kuşatma altına alarak üç buçuk yıl süren Bosna Savaşı’nı başlattılar. 1995’in Temmuz ayında Srebrenitsa’da Sırplar tarafından 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da yaşanan en büyük soykırım gerçekleştirildi. Sırp kuvvetleri Srebrenitsa’da beş gün içinde 8.000’in üzerinde Boşnak’ı öldürdü, yüzlerce kadına ve küçük yaştaki kız çocuğuna tecavüz etti. Bir gün içerisinde 20.000’in üzerinde mülteci Srebrenitsa’dan zorla çıkarıldı. 1992-1995 yılları arasında sistematik olarak yürütülen büyük çaplı bir etnik temizliğe maruz kalan Bosna’nın doğu yakasında, tüm dünyanın gözleri önünde, Sırp kuvvetleri Boşnaklara karşı her türlü savaş suçunu işledi.

Bosna Savaşı’nın bitmesinin beklendiği günlerde sekiz binin üzerinde kişinin toplu bir şekilde öldürüldüğü bu kent, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana Avrupa kıtasında gerçekleşmiş en büyük insan kıyımının yaşandığı topraklar olarak tarihe geçti. Savaşın başından beri çekingen kalan uluslar arası toplum, önleyemediği bu yıkımın bedelini ödetmekte de sınıfta kaldı. 26 Şubat 2007’de Lahey’deki uluslararası adalet divanı, yaklaşık bir hafta süren Srebrenitsa’daki katliamı “soykırım” olarak kabul etti; ancak Sırbistan’ın devlet olarak sorumlu tutulmayacağına karar verdi. Srebrenitsa yakınlarında yerleri halen tespit edilemeyen birçok toplu mezar bulunmaktadır. Açılan toplu mezarlardan kimlikleri tespit edilen soykırım kurbanları her yıl 11 Temmuz’da düzenlenen anma törenleriyle Srebrenitsa mezarlığına defnedilmektedir. Kimileri ulusal kahraman olarak nitelendirdikleri Mladiç’in yakalanmasına protestolarla karşılık verirken, Bosna savaşında yakınlarını kaybeden sessiz çoğunluk ise bir anlamda teselli buldu. Sırp yetkililerin ve siyasi analistlerin en fazla üzerinde durduğu nokta ise bu gelişmenin, Sırbistan’ın AB üyeliği yolunda önemli bir engeli kaldırmış olmasıydı[5].

Geçmişten günümüze etnik ve dini çatışmaların, sosyal ve siyasi karışıklıkların var olduğu ve olmaya devam ettiği Balkanlar coğrafyasında yaşanan gelişmeler Avrupa kıtasının istikrarını önemli ölçüde etkilemiştir. Bölge istikrarını etkileyen en önemli unsurlardan birisi olan etnik milliyetçiliğin nelere yol açacağını gösteren en somut alan kuşkusuz Bosna-Hersek’tir. 5 Nisan 1992’de Bosna- Hersek’in Yugoslavya Federasyonu’ndan ayrıldığını ilan etmesinin ardından yüz binlerce insanın ölümüne, milyonlarcasının göç etmesine sebep olan Bosna Savaşı Avrupa’nın İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gördüğü en kanlı olay olmuştur. Bosna-Hersek’in çatışma ortamı olmasının nedeni Sırp, Hırvat ve Boşnak milletlerinden meydana gelen ayrı dini ve etnik özellikteki karma bir toplumu bünyesinde barındırmasıdır. Bu gruplardan Boşnaklar hariç, Sırpların ve Hırvatların Bosna-Hersek’e komşu bağımsız birer devletleri vardır[6].

Hırvatlar ama özellikle Müslümanlar, Sırp saldırılarının aniliği ve şiddeti karşısında gafil avlanmışlardır. İnsanlar askeri yönden hazır olmadıkları gibi, zihinsel olarak da savaşa hazır değillerdi. Bunda Demokratik Eylem Partisi’nin askeri örgütlenmeye fazla ağırlık vermemesinin de etkisi vardı. Bosna-Hersek’in lideri Aliya İzzetbegoviç, 1992 yılı başlarında bile halkın çoğunluğunun bağımsız Bosna-Hersek’e bağlı olduğu ve Avrupa’nın ve dünyanın bu devlete yapılacak bir saldırıya müdahale etmeyeceği kanaatindeydi. Ancak bir taraftan Bosna-Hersek’e güvence veren, diğer taraftan Sırpları kışkırtmaktan geri kalmayan Avrupa, saldırıları engelleme konusunda başarısız olmuştur veya bir süreliğine saldırılara göz yummuştur. İzzetbegoviç’e göre Avrupa, Bosna’ya yapılan saldırılara göz yummuştur çünkü bu saldırıları görmemek onların kolayına gelmiştir. İzzetbegoviç’in çatışmanın ilk aylarında Fransa Başkanı Mitterand’a toplama kampları ile ilgili çeşitli bilgiler sunmasına rağmen, Mitterand’ın bu bilgileri dikkate almaması da bu durumu kanıtlar niteliktedir[7].

SOYKIRIMIN GELİŞİMİ

Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’nın göbeğinde yaşanan bu akıl almaz trajedi, 6 Temmuz 1995’te, Ratko Mladiç’in binlerce Boşnak Müslüman’ın sığındığı Srebrenitsa’yı kuşatması ile başlamıştı. Toplamda 34.000 BM Koruma Gücü’nün görev yapması beklenirken, BM tarafından belirlenen altı güvenli bölgede sadece 7.600 asker görevlendirilmiş; bunlardan sadece yaklaşık 600’ü Srebrenitsa’ya gönderilmiştir. Sırp ateşi başladığında, Boşnaklar teslim ettikleri silahların geri verilmesi için BM yetkililerine gitmiş ancak talepleri reddedilmiştir. 9 Temmuz’da şehre giren Sırplar gözetleme kulelerindeki 30 Hollandalı askeri rehin almış, daha sonra bunu pazarlık unsuru yaparak Müslüman Boşnakların kendilerine teslim edilmesini istemiştir. Saldırılarını arttıran Sırplara yönelik NATO müdahalesi gündeme gelse de, başta Hollanda’nın vetosu nedeniyle başlatılamamıştır. 11 Temmuz’da Sırp Komutan Ratko Mladiç şehre girmiş ve Hollandalı General ile masaya oturup anlaşmaya varmıştır. 12 Temmuz itibarıyla kadın ve çocuklar Müslüman bölgelere gönderilmek üzere otobüslere bindirilirken, 12-77 yaş arasındaki tüm erkekler “savaş suçu zanlıları” olarak Sırplar tarafından alıkonulmuştur. Bölgede kamyon ve ambarlara hapsedilen esirlerden kaçmaya çalışanlar görüldüğü yerde vurulmuştur. Toplu katliam ilk kez 13 Temmuz’da Kravica yakınlarındaki bir depoda başlamıştır. Ne hazindir ki Hollandalı Koruma Güçleri, kendilerine sığınan beş bin Müslüman Bosnalıyı, 14 Hollandalı rehine karşılığında Sırplara kendi eliyle teslim etmiştir. Yaklaşık beş gün boyunca devam eden katliam hakkındaki ilk bilgiler, kaçmayı başaranlardan bir kaçının Müslüman köylere ulaşmasıyla duyulmaya başlanmıştır. Sekiz bini aşkın sivilin öldürüldüğü bu kısa zaman diliminde yaşanan vahşet, Bosnalıların hafızalarına derin acılarla kazınırken; Sırpların tarihine de kara bir leke olarak geçmiştir.

Sırp saldırılarından kaçan binlerce Boşnak, BM tarafından “güvenli bölge” ilan edilen ve 400 Hollandalı barış gücü askeri tarafından korunan Srebrenitsa’ya sığındı. Sığınmacılardan yaklaşık 25.000’i, barış gücü askerlerince Srebrenitsa’ya birkaç kilometre mesafedeki Potaçari’de bulunan bir akü fabrikasına yerleştirildi. Fabrikada ki savunmasız binlerce Boşnak, Hollandalı askerlerce 11 Temmuz 1995’te Ratko Miladiç, nam-ı diğer “Sırp Kasabı”, komutasındaki Sırp askerlerine teslim edildi. Askerler 12 yaş üstü tüm erkekleri bir yana, kadınları da diğer yana ayırdılar. Kadınlara her türlü kötü muamele yapıldı, erkekler ise kamyon ve otobüslere doldurularak ölüme götürüldü. Srebrenitsa’daki kıyımdan Tuzla’ya kaçmaya çalışan 12.000’i aşkın Boşnak, dağlık güzergâh üzerinde pusu kuran keskin nişancı Sırp askerleri tarafından âdeta tek tek avlandı. Dağlardaki bu zorlu kaçış yolundan yaklaşık 3.000 kişi sağ olarak Tuzla’ya ulaşabildi. Srebrenitsa’dan Tuzla’ya uzanan yolda 10 gün içerisinde 10.000’den fazla kişi katledildi. Srebrenitsa’da yaşanan bu katliam Avrupa’da hukuksal olarak belgelenen ilk soykırım olarak tarihe geçmiştir.

Bosna’da üç buçuk yıl devam eden savaşta yaklaşık 312.000 kişi hayatını kaybetti, 2 milyon kişi evini terk etmek zorunda kaldı. 27.734 kişi resmî kayıtlara kayıp olarak geçti. Toplu Mezarları Araştırma Enstitüsü’nün 18 yıldır sürdürdüğü çalışmalarda 20.000 kaybın cesedine ulaşıldı, bunlardan yaklaşık 18.000’inin kimliği belirlendi. Toplu mezarlarda bulunan cesetlerin çoğu parçalandığı ve yakıldığı için kimlik tespit çalışmaları zorlukla sürdürülüyor. Bosna-Hersek Kayıpları Arama Enstitüsü verilerine göre, 1995 yılından bu yana ülke genelinde 500’den fazla toplu, 5.000’in üzerinde müstakil mezar bulundu. Kimlikleri tespit edilen kurbanlar, her yıl 11 Temmuz günü düzenlenen törenle Srebrenitsa’da toprağa veriliyor.

SONUÇ

Srebrenitsa’da hayatını kaybeden soykırım kurbanları için yaklaşık dört sene (11 Temmuz 2010) önce düzenlenen anma törenlerine, Türkiye’den o dönemin başbakanı R. Tayyip Erdoğan’ın yanı sıra, başta Sırbistan Cumhurbaşkanı Boris Tadic olmak üzere birçok bölge ülkesinin liderleri de katılmıştır. Bu birliktelik Türkiye’nin ev sahipliği ve inisiyatifinde, İstanbul’da düzenlenen Balkan Liderleri Zirvesi’nde alınan karar sonucunda gerçekleşmiş ve Srebrenitsa’nın ortak bir acıya dönüştürülmesi açısından son derece önemli bir adım olmuştur. Nitekim Srebrenitsa, ancak ortak acıya dönüştürülebildiğinde bölgede işbirliği zemini oluşturabilir ve böylece kalıcı istikrarın temelleri atılabilirdi. Sürekli tekrar edildiği üzere, bir zamanlar etnik ve dini çatışmaların sembolü olarak gösterilen Balkanlar coğrafyası ile ilgili olumsuz algının değişmesi, ancak bölgesel işbirliği mekanizmalarının hayata geçirilmesi ile mümkün olabilir. Kalıcı barışın ancak içeriden bir kucaklaşma ile mümkün olabileceğine inanan Türkiye’nin bölge ile ilgili perspektifi de bu yöndedir. Bu anlamda Srebrenitsa’nın bölge ülkeleri tarafından içselleştirilmesi, geleceğin birlikte inşa edilmesi açısından önemli bir fırsat olarak değerlendirilmelidir. Diğer taraftan şu ana kadar hiçbir Avrupalı liderlerin anma törenlerine katılmaması ve sadece yazılı bir mesaj yayınlaması oldukça üzücü bir durumdur. Bilhassa BM, 11 Temmuz 1995’te Srebrenitsa’da yaşanan soykırımın baş aktörlerinden biridir. AB, kendisine insan hakları ve evrensel değerlerinin temsilcisi rolünü biçmektedir. Bu açıdan bakıldığında denilebilir ki, eğer insan haklarından söz ediliyorsa, Avrupa öncelikle Srebrenitsa ile yüzleşmelidir.

Ömer Şerif Turan


Dipnotlar:

[1] İsnam Taljic, Srebrenitsa’nın Öyküsü, Profil Yayınları, İstanbul, Haziran 2007, s. 22-26.
[2] Branislav Djurdjev,“Bosna-Hersek”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA),İstanbul 1992, XI, 297-305
[3] Zümrüt Gümüş, “Bosna-Hersek Savaşı ve Uluslar arası İlişkilerdeki Yeri”, (Yüksek Lisans Tezi, Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü), Sivas 2005, s. 52,53.
[4] Amin Numanoviç, “Dayton Sonrası Bosna-Hersek ve Avrupa Atlantik Entegrasyonu, (Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslar arası İlişkiler Anabilim Dalı), Ankara 2011, s.43,44.
[5] Muzaffer Vatansever, “Zamanın Unutturamadığı Dram: Srebrenitsa, Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK), No:10, Temmuz 2011, s. 4-8.
[6] Gonca Kapadan, “Bosnalı Sırplara Göre Bosna-Hersek Sorunu, (Yüksek Lisans Tezi, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü), Kocaeli 2009, s. 1,2.
[7] Zümrüt Gümüş, “Bosna-Hersek Savaşı ve Uluslar arası İlişkilerdeki Yeri”, (Yüksek Lisans Tezi, Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü), Sivas 2005, s. 54,55.