‘Alimce Duruş’un Sürgün Hikayesi: Şeyhülislam M.Sabri Efendi

Millete hizmet etmiş bazı tarihi şahsiyetleri, resmi tarih yazıcıları gözlerden uzak tutup, hatta onlar hakkında akla hayale gelmez iddialarda bulunarak, bu müstesna insanların toplum nezdinde değerlerini düşürmeyi planlamış ve bunun için yalan yanlış tarih uydurarak hain bir proje uygulamışlardır.

Bu yazımızda, her ne kadar kendisi hakkında yazacaklarımız, deryadan damla mesabesinde olsa da bundan evvel yazdığımız biyografilerde söylediğimiz gibi bu müstesna şahsiyetleri yeni nesile bir nebze olsun tanıtmak ve bu şahsiyetler ile inşallah mahşerde bir arada bulunmayı amaç edişimizdendir.

Hem yazımızın hem de yaşadığı dönemin kahramanı olan, yaşadığı dönemin ilim, siyaset ve devlet yönetiminde devleşmiş, basiret sahibi bir siyasetçi, kelam ilminin üstadı ve Osmanlı imparatorluğunun son şeyhülislamı Mustafa Sabri Efendiyi kısa ve öz hayat macerasına bir göz atacağız.

Mustafa Sabri Efendi,  hicri 1286 miladi 22 Haziran 1869 senesinde Tokat’ta doğdu. 10 yaşına geldiğinde hafızlığını bitirdi. İlk tahsilini memleketinde yaptıktan sonra Kayseri’ye gitti, burada Divrikli Mehmed Efendi’nin derslerine devam etti ve kendisinden icazet aldı. Bir müddet sonra devrin ilim merkezi olan İstanbul’a gitti. Burada Gümülcineli Ahmed Asım Efendi‘nin ve Mehmed Atıf Efendi’nin talebesi olmuş ve onlardan da icazet almıştır. Hocasının kızı Ulviye Hanım ile evlendiğinde henüz 22 yaşındadır ve aynı yıl Fatih medresesinde ruus sınavına girerek1890 senesinde müderris olur.

1898 senesinde Sultan II. Abdülhamid‘in Yıldız sarayında düzenlenen huzur derslerine iştirak eder, aynı yıl, yıldız sarayında ki hususi kütüphanesine müdür olur. 1908 senesinde Tokat mebusu olarak meclise girer. Din adamı olarak neden siyasete girdiğini soranlara “dini siyasete alet etmek için değil, siyaseti dine alet etmek ” için girdiğini söyler.

Mustafa Sabri Efendi, yaşadığı dönemde İslam’a mugayir gelişmeleri yakından takip eder ve gerektiğinde kalemini bir kılıç gibi kullanarak zararlı akımların karsında durur.

1913 tarihinde meydana gelen Bab-i Ali baskınına karşı sert tutumu ve eleştirileri ile ittihat ve terakki cenahında rahatsızlığa sebep olur, takibata uğrar ve tutuklama kararı verilir.

Bir gece, evinin etrafı sarılarak teslim alınmak ister, ancak evinin damına çıkarak yan komşusunun bacasından aşağıya yarı inerek yarı düşerek kurtulmayı başarır. O geceyi bir oduncunun deposunda saklanarak geçirir. Hatıralarında o geceyi anlatırken, gecelerin bu kadar uzun olduğunu bilmezdim deyip şu mısraları kullanır.

Şeb-i yeldayı muvakkitle müneccim ne bilir
Müptelayı gama sor kim geceler kaç saat.

O gece kurtulmuştur, ama bir hafta boyunca evine uğrayamaz. Evine yakın bir medresede saklanarak o haftayı geçirir, takibatın sürdüğünü ve evine dönmenin mümkün olmadığını anlayınca, bir yakını vasıtası ile Romanya’ya giden bir vapura biner.

Meşakkatli bir yolculuktan sonra hicret ettiği Romanya da bir ilim adamının taşıması gereken sorumluluk gereği boş durmaz ve orada bulunan Tatarlara Usul-i fıkıh ve Belagat dersleri vermeye başlar. Bir süre sonra ailesini de yanına aldırır. Hayatını yeniden düzene koyup rahata ereceği bir dönemde, cihan harbi patlak verir. Müttefikimiz olan Almanların,  Romanya’yı işgal etmesi üzerine,  bu ülkede olduğunu bilen ittihatçıların girişimi ile Romanya’da tutuklanır ve yargılanmak üzere İstanbul’a getirilir.

Harbiye nezaretine götürülerek yargılanmayı bekler. Bu mahkemeyi beklediği 5-6 saatlik süre içerisinde, kendi iç dünyasında idamla yargılanacağını düşünerek,  öğle ve ikindi namazlarını kılar. Bu halde iken kıldığı iki vakit namazı hayatı boyunca unutamaz. Sebebini soranlara ise,  namazlarda huzur bulamadığı için tavsiye isteyen sahabesine Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem)’in verdiği “dünyaya veda eden kimsenin namazı gibi kıl” emrini hatırlatır ve o namazları bu tavsiye üzerine kıldığı için çok lezzet aldığını söyler. Sonradan bu olayı hatırlarken keşke bütün namazlarımı öyle kılabilsem diye iç geçirir.

Mahkeme sonrasında korktuğu gibi idam kararı çıkmaz. Ancak zorunlu ikamet kararı verilir. Sinop veya Gemlik seçeneklerinden birisini seçmesi söylenir. Gemlik’i seçer, burada 1 yıl kaldıktan sonra zorunlu ikamet kararı kaldırılır ve İstanbul’a döner. İstanbul’a döndükten sonra, yeniden müderrisliğe başlar. Ayni zamanda Süleymaniye medresesinde devrin en üst ilmi seviyesi olan Hadis-i Şerif müderrisliğine de başlar.

1918 senesinde Sultan Mehmed Reşad zamanında kurulan Dar’ül Hikmeti’l İslamiye azalığına tayin edilir. 4 Mart 1919 da Osmanlının 171. Şeyhülislam olur

Mustafa Sabri Efendi, bazılarının iddia ettiği gibi, Anadolu da verilen kurtuluş savaşına karşı çıkmamıştır, bilakis bu savaşa destek olmuştur ancak, Sultan Vahdeddin tarafından M.Kemal’in geniş yetkilerle Anadolu ya gönderilmesine karşı çıkar.

M.Kemal hakkında, padişaha çekincelerini ve topladığı bilgileri ısrarla söylemesine rağmen padişah kendisini dinlemez. Padişah, devletin ve milletin kurtulması için böyle bir kararın alınması gerektiğini savunurken, Mustafa Sabri Efendi derdinin yönetim, devlet veya başka bir şey olmadığını, derdinin imanın elden gitmesi olduğunu, yıkılan devletin yeniden kurulabileceğini anacak imanın elden gitmesinden sonra yeniden onu tesis etmenin zor olduğunu söylese de kar etmez.

Bu olayı hatıralarında anlatırken, daha sonra sürgünde beraberinde bulunan padişaha kırgınlığını ifade ederek, görüşme esnasında ötüşen horozlar kadar bile kendisini dinlemediğini ve bu konuda ne dediyse padişaha tesir etmediğini ifade edecektir.

1919 senesinde, Damat Ferit Paşa kabinesinin düşmesi üzerine, padişah tarafından Âyan meclisine atanır. Yine aynı dönemde İskilipli Atıf Efendi ve Said Nursi gibi âlimlerin içinde bulunduğu Cemiyeti Müderrisine katılır.

1920 senesinde kurulan II. Damat Ferit Paşa kabinesinde ikinci defa Şeyhülislamlığa getirilir. Bu dönemde, hükümet içerisindeki yetkililere, milli mücadele hareketinin başında bulunan bazı şahıslar ile alakalı tedbir alınmasını istemiş ancak sözünü dinletememiştir. Bu tavrı sebebi ile milli mücadeleye karşı çıktı sanılmıştır. Ancak onun tavrı, padişahın emri ve desteği ile Anadolu’ya geçen bu insanların aldıkları vazifeyi unutup, sanki bu işi kendileri planlamış ve harekete geçmişler gibi göstermelerinden dolayıydı.

Çok geçmeden sözlerinin doğruluğu tescil oldu. Haklarında tedbir alınmasını istediği şahıslar marifeti ile kurulan yeni hükümet,  saltanatı kaldırdı ve Sultan Vahdeddin ile birlikte kendisini de bir vapur ile ülkeyi terk etmeye mecbur edildi.

Gemi ile Mısır’ın İskenderiye şehrine geçtiler. Burada görevli bir konsolosun Kemalist zihniyete yaranmak amacıyla tertipleyerek, para ile tuttuğu adamlar tarafından gemi ile gelenler çürük yumurta yağmuruna tutuldular.

Bir süre Mısırda ikamet eden sürgünler, Mekke emiri Şerif Hüseyin’in daveti üzerine Mekke’ye geçtiler. Burada havanın sıcak olması sebebi ile rahatsız olunca Şerif Hüseyin tarafından daha serin bir yer olan Taif’e davet edildiler. Buralarda maddi olarak rahat ve sıkıntısız bir hayat yaşarlarken Mustafa Sabri Efendi, Şerif Hüseyin’in İngilizlerle ortak hareket edip, Osmanlı Sultanının ve Şeyhülislamın yanında bulunmasını fırsat bilerek hilafet ilan etmek üzere olduğunu fark eder. Durumu padişah ile istişare eder ve hac mevsimi olmasına rağmen Hicaz’ı terk ederler.

Hicazı terk ettikten sonra, Romanya’ya gider,  ancak burada fazla kalamadan Yunanistan’a geçer. Yunanistan’ın Gümülcine şehrine yerleşir, orada hem talebe okutmaya hem de gazete ve dergilerde yazılar yazmaya baslar.

1924 senesinde, meşhur 150’likler listesine dâhil edilerek, hem oğlu hem de kendisi vatandaşlıktan çıkarılır.

Mustafa Sabri Efendi, yurt dışında olmasına rağmen Kemalist rejimin ülkede yaptığı inkılaplara karşı çıkar. Mücadelesini yurt dışından çıkardığı gazete ve dergiler yoluyla sürdürür. Çıkardığı gazete, gizlice ülkeye sokulur ve halkın bu konuda bilinçlenmesi amaçlanır.

Mustafa Sabri Efendinin hilafet ve din adına verdiği mücadeleden rahatsız olan Kemalist hükûmet, Yunanistan hükûmeti ile yaptıkları girişim sonucu, önce çıkardığı “Yarın” gazetesini kapattırır, sonra Mustafa Sabri Efendinin Atina da zorunlu ikamete tabi tutulmasını sağlarlar.

Atina da kaldığı sürede, Sabri Efendiyi farklı bir korku sarar. Korkusu; Müslüman bulunmayan Atina da ölmesi halinde, Hristiyan mezarlığına gömülmektir. Bu sıkıntı sebebi ile Müslüman ülkelere mektuplar yazarak, kendisini ülkelerine kabul etmeleri için ricada bulunur. Ancak yeni rejimin tasallutu altında olan bu ülkelerden olumsuz yanıt alır. Son umutla gittiği Mısır konsolosluğunda görev yapan insaflı ve şahsiyetli bir memurun, ümmete hizmet etmiş bir devletin üst düzeydeki bir yöneticisinin ve Şeyhülislamlık yapmış bir insanın düştüğü durumu içine sindirememesi üzerine onay alır ve Mısır’a gider.

Mısır’da, Mısrul Cedide mahallesinde bir ev bularak yerleşirler. Ancak maddi sıkıntı had safhadadır. Bulundukları yer de en ucuz şey fasulyedir. Bir çuval fasulye alırlar, ancak pişirecek kapları dahi yoktur. Evlerinde bulunan bir çaydanlık ile önce, fasulye haşlayıp yerler sonra, aynı kapla çay demleyip içerler. Bu halde birkaç ay idare ederler. Hatıralarında bu dönemi anlatırken, o dönemde Gandi’nin aç olarak direniş yaptığını görenlerin, Osmanlının Şeyhülislamının ailesinin aylarca aç kaldığını görmediklerinden yakınır.

Bu maddi sıkıntı içerisinde yaşarlarken, Sabri Efendinin oğlu Emin bey, Osmanlının kendilerine iyilik yaptığını, bir vefa borcu olarak kundura tamirin kendisine öğretmek istediğini söyleyen bir Ermeni kunduracının yanında çalışmaya başlar. Maddi olarak rahatlamaya başlamışlardır ki, Emin bey talihsiz bir kaza sonucu elini derin bir şekilde keser ve çalışamaz hale gelir. Sıkıntılı günler tekrar geri gelir.

Bu sıkıntılı günler devam ederken, Mısır Evkaf Nazırı,  Mustafa Sabri Efendinin ülkelerinde olduğunu öğrenince, kendisini ziyaret ederek maaş bağlanacağını haber verir. Bu sırada bir vefa örneği göstererek, kendisi ile birlikte sürgünde olan Şeyhülislamlık yaptığı dönem de yardımcısı olan Zahid el-Kevseri hazretlerinin de burada olduğunu ve aynı maaşın ona da bağlanması için ricada bulunur.

Mustafa Sabri Efendi,  çile, zorluk, yokluk ve sıkıntılar içerisinde sürdürdüğü hayatını 12 Mart 1954 senesinde rahmeti rahmana ulaşarak noktalar. Ölünceye kadar mücadelesinden hiç ama hiç taviz vermez. Doğru bildiklerini devlet içinde görev yaparken de, sürgün edilip türlü sıkıntılara muhatap olduğunda da haykırmaya devam eder. İslam dinine yönelen en ufak tehlikede ve eleştiride bile hem bedeni ile hem kelamı ile hem de kalemi ile davasını savunur.

Mustafa Sabri Efendi, ömrü boyunca rahat yaşadığı yerde değil, rahat yazabildiği yerde yaşamayı seçmiştir.

Mevla Teâla derecesini ali eylesin, makamlarını yüce eylesin. Bizlere de onların mücadelesinden ders almayı ve aynı aşkla mücadele etme azmi ve gayreti nasip eylesin.

Eserleri:

  1. Yeni İslâm Müctehidlerinin Kıymet-i İlmiyyesi. (Musa Carullah Bigi’nin cehennem azabının ebedi olmadığını savunan Rahmet-i İlahiyye Burhanları adlı eserine reddiyedir)
  2. Dinî Müceddidler yahut Türkiye İçin Necat ve I‘tilâ Yollarında Bir Rehber. (Yeni Müslümanlar” adını alan Haşim Nahit ve arkadaşlarının İslam da reform yapılması gerektiğine dair görüşlerine karşı yazılmıştır)
  3. en-Nekîr âlâ münkiri’n-ni’me mine’d-dîn ve’l-hilâfe ve’l-ümme (Çağ­daş İslam siyaset düşüncesi ve hilafet-siyaset ilişkisiyle ilgili konuları ihtiva eder)
  4. Mes’eletü tercemeti’l-Kur’ân (Namazda Kur’an’ın Türkçe mealinin okunması teşebbüslerini savunanlara karşı bir reddiyedir)
  5. Mevkıfü’l-beşer tahte sultâni’l-kader. (Kader ve irade hürriyetine ilişkin görüşlerin tartışıldığı eserde insanın irade açısından icbar altında bulunduğu ileri sürülür)
  6. 6. el-Kavlü’l-fasl beyne’llezine yü’minûne bi’l-ğayb ve’llezîne lâ yü’minûn (Mevkıful akl adlı hacimli eserinin özeti mahiyetinde olup pozitivizmin yayılmasından sonra İslam dünyasında nübüvvet. Hissi mucizeler, kıyamet alametleri ve ahiret konularında yapılan yanlış yorumların eleştirisini kapsar)
  7. Mevkıfü’l-akl ve’l-ilm ve’l-âlem. (Usulü’d-dlne dairdir. Allah’ın varlığına ilişkin deliller, vahdet-i vücud, bilim- din ve bilim-akıl münasebeti, nübüvvet ve ahiret inancının delilleri. İslam’a göre din-siyaset ilişkisi gibi konuları içerir)

Bunlara ek olarak gazetelerde ve dergilerde yazdığı yazılar derlenerek kitap haline getirilmiştir

Bunlar

  1. İslâm’da İmamet-i Kübra. (Hilafet ve siyaset konularında Yarın gazetesinde çıkan bir dizi yazıdan oluşmuştur.)
  2. Savm-ı Ramazan (Yarın gazetesinde tefrika edilmiş olup oruç tutmak yerine fidye verilmesini öneren Süleyman Nazif’e reddiyedir)
  3. Din-i İslâm’da Hedef-i Münakaşa Olan Mesail (Beyanülhak dergisinde yayımlanan sosyal ve ekonomik içerikli dini makalelerinin bir araya getirilmesinden ibarettir.)
  4. Kavli fi’l-mer’e ve mukarenetüh bi-akvali mukallideti’l-ğarb.( el-Feth dergisinde çıkan müellifin bir dizi makalesinin derlenmesinden oluşmuştur)

NOT: Bu yazının hazırlanmasında Muhammed Beşir BEŞİR’in Farklı Yönleriyle Mustafa Sabri Efendi isimli kitabı , Mustafa Sabri Efendi’nin Hilafetin kaldırılmasının arka planı isimli kitabı ve Ali Ulvi KURUCU’nun hatıralarının 2. Cildinden faydalanılmıştır

Raif Koçak
Yüzakı Dergisi'nde Yazar