Adalet Sarayı’nın Bahçesinde Adalet Kulesi

İstanbul seyahatlerimi vapurla yapıyorsam, Sarayburnu’nu gören bir yerden geçerken mutlaka baktığım, yanımda birisi varsa gösterdiğim, hikâyesini de anlatmaktan hiç sıkılmadığım bir yapı vardır. Topkapı Sarayı içerisinde bulunan ve hem Saray’ın hem de Sarayburnu’nun en yüksek yapılarından birisi olan Adalet Kulesi.

Topkapı sarayından önce, Osmanlı’nın önceki başkenti Edirne’de, Edirne Sarayı’nın ayakta duran en sağlam yapısı da yine Adalet Kulesi’dir.

Topkapı Sarayı’ndaki Adalet Kulesi, bugünün bakanlar kurulunun vazifesini gören “Divan-ı Hümayun” toplantılarının tertip edildiği kubbenin üzerinde yükselir. Zaten toplantı salonuna da “Kubbealtı” denilir. Adalet kulesinin en önemli işlevi ise Sultan’ın divan toplantılarına doğrudan katılarak, divan üyelerinin düşüncelerini özgürce ifade etmesine sebep olmaktansa, toplantıları Adalet Kulesi’nden Kubbealtı’na açılan bir pencereden izlenmesini sağlamaktır. Sultan harem bölgesinden açılan bir kapıdan girerek Adalet Kulesindeki bir odaya ulaşıyor, kafes arkasında olduğu için kendisini göremeyen divan üyelerinin konuşmalarını dinliyordu. Sultan tüm toplantılara katılmıyordu belki ama Sultan’ın ne zaman katılıp ne zaman katılmayacağı divan üyeleri tarafından bilinmediği için, kemal-i ciddiyet ile toplantı icra ediliyordu. Sultan da divanda konuşulanlara müdahale etmiyordu.

Hem divan üyelerinin özgürce fikir beyan edip tartışabilmesine, hem de bu işi ciddiyet içinde yapabilmesine olanak sağlayan bu kuleye Sultan’ın girdiği kapının üzerinde ne yazıyordu biliyor musunuz?

Bir saat adaletle hükmetmek, yetmiş sene nafile ibadetten hayırlıdır.”

Sultan, idare ettiği toprakların yönetildiği bu odaya işte bu Hadis-i Şerifi okuyarak giriyordu. Adil yönetime olan bu hassasiyet vesilesiyle asırlarca bu kadar geniş coğrafyaya hâkim olmak nasip olmuştu.

Maksadımın siyasî bir amaç taşımadığını peşinen ifade ederek bugün Meclis’in ahvalini kısa bir tefekküre ihtiyaç olduğunu söylemeliyim: Parti liderlerinin görüşü, partinin tüm vekillerinin görüşü olduğu, kalkan eller birlikte kalkıp, red oylarının hep birlikte verildiği meclis, tarihimizin şu muhteşem ahlakından nasipdâr olmalı değil midir? Fikir ayrılığını “fire vermek” şeklinde değerlendirmenin bizi düşürdüğü “sığlık”tan hayır ummak mümkün müdür?

Büyük sosyolog, tarihçi, devlet adamı ya da düşünür diyebileceğiniz İbn Haldun, devletlerin idaresinin iyi ya da kötü oluşunu adalet-zulüm ilişkisine bağlar. Ve daha da önemlisi idarenin adaletli olmasını devletin ömrünün uzun olmasına, adaletsiz olmasının da yıkılmasına sebep olacağını söyler.

Devlet ister uzun ömür sürmek için ister başka bir sebeple adaletli olmak zorundadır. Nitekim Necip Fazıl Kısakürek’in “Adaletle zulüm, geceyle gündüz gibi, birinin bulunmadığı yerde öbürünün hâkimiyeti ele alacağı iki kutup.”  ifadesi adaletin yerini boşluğun dahi alamayacağını gösteriyor.

Bu demek değildir ki, hayatın her kademesinde adalet ya da zulüm sadece devlet eliyle işlenir? Her bir fert idaresi altında olanlara karşı adil olup olmadığını, çekişme içinde olduklarıyla arasındaki ilişkiyi adalet çerçevesinde kurup kurmadığını değerlendirmek zorundadır.

“Git hakkını Adalet Saraylarında ara” basitliği ile önce kendi hesabımızı kendimize vermekten kaçınıyor oluşumuzun “adil bir düzen” kurmamızın önünde aşılması gereken ilk engel olduğunu düşünüyorum.

Ne dersiniz, Adalet Sarayları’nın bahçesine birer Adalet Kulesi mi diksek? Gidip kapısındaki yazıyı okur, mazimizi düşünürüz.

Hem Adalet Sarayları’nın yükü de hafifler!

Salih Kartal
Musellem.net kurucu yazar...