Abdullah İbn Mübarek’in İtikad Risalesi Tercüme ve Kısa İzahı

Abdullah İbn Mübarek

Tam ismi Abdullah b. Mübarek b. Vâdıh Hanzalî Temimî. Künyesi Ebû Abdurrahman’dır. Emevî halifelerinden Hişam b. Abdülmelik zamanında Horosan’ın Merv şehrinde doğmuştur. Hicri 118 senesinde dünyaya gelen tebe-i tabiî’nin büyüklerinden çok yönlü bir âlimdir. Türk asıllı olduğu kendisi ile ilgili nakledilen bilgiler arasındadır.

Çok müstesna kimselerden ilim tahsil etti. Hocaları arasında Hanefî mezhep imamı Ebu Hanife, Süfyan-ı Sevri, Evzaî, İmam Malik, Süleyman Teymî, Hişam b. Urve ve daha birçok âlim bulunmaktadır. Hicri 181 senesinde bir gaza dönüşü Bağdat civarında Hît ismiyle bilinen yerde vefat etti.

Akaid Metnine Dair

Abdullah b. Mübarek’e ait olan akaid metni kelâm âlimi Malatî’nin ‘et-Tenbîh’ isimli eserinin Sven Dedering tarafından yapılan neşrin sonunda yer almıştır. Yazma nüshada yer alan Hanbelî akidesine ait bu kısmın olduğu gibi muhafaza edilerek neşredildiği belirtilmektedir.

METİN ve İZAHI:

 Yetmiş iki fırkanın aslını dört farklı anlayış teşekkül eder. Dört farklı anlayış ekolünden de yetmiş iki fırka ortaya çıkmıştır. Söz konusu dört anlayış yolu; Kaderiyye, Mürcie, Şîâ ve Hâricîliktir.

‘Yetmiş üç fırka’ hadislerine İslam tarihi içerisinde itikadî, siyasî ve amelî sahalarda çok ihtimam gösterilmiş ve bu konuda çeşitli izah ve tasniflendirmelerden oluşan bir literatür meydana gelmiştir.[1] Bu hadislerin en meşhur ve kapsamlısı; “Yahudiler 71 fırkaya ayrıldılar. Biri cennette 70’i cehennemdedir. Hıristiyanlar 72 fırkaya ayrıldılar. 71’i cehennemde biri cennettedir. Muhammed’in (s.a.v.) nefsi kudret elinde olan Allah’a (c.c.) yemin ederim ki, şüphesiz benim ümmetimde 73 fırkaya ayrılacaktır. Birisi cennette 72’si cehennemde olacaktır. Denildi ki; ‘Ey Allah’ın Resulü! Onlar kimlerdir?’ Buyurdu ki; ‘Benim ve ashabımın üzerinde bulunduğu yol üzerinde olanlar.”[2] varyantıdır. ‘Yetmiş üç fırka’ hadislerini İslam tarihinde her mezhep ve fırkanın sahiplendiğini görmek mümkündür. Kadı Abdulcabbar’a göre kurtulan fırka Mutezile[3], Ebû Temmam el-Harezmî’ye göre Ehl-i batın, İbnü’l-Murtaza’ya göre Zeydiyye, Abdullah el-Kalhatî’ye göre İbâdiyye’dir.[4] Hatta bu sahiplenme öyle noktalara varmıştır ki bazı âlimler 72 sayısının hakikate tekabül ettiğini düşünerek[5] ‘cehennemlik’ 72 fırkayı tek tek isimlendirmeye girişmişlerdir. Bazı âlimlerse bu sayının kesretten kinaye olduğunu belirtmişlerdir.[6] Görüldüğü üzere Abdullah b. Mübarek’inde bu hadiste geçen 73 fırkayı hakiki manada anladığı ve onların kendi belirttiği dört ana asıldan teşekkül ettiğini belirtmiştir.

(Ashab arasında) Fazilet sırasında önce Ebûbekir(r.a.), sonra Ömer(r.a.), sonra Osman(r.a.) ve daha sonra Ali’yi(r.a.) diğer sahabelere önceleyen, diğer sahabeler üzerine sadece hayır konuşan ve onlara dua eden kimse Şiîlikten çıkmış olur.

Bilindiği üzere Şia’nın en temel savunularından biri ‘Gadir-i Hum’ hadisesine dayanarak hilafetin, Hz. Ali’nin (r.a.) hakkı olduğu ve ondan önce halifelik yapanların bu hakkı ondan aldıkları iddiasıdır. Peygamberin (s.a.v.) veda haccı dönüşü ‘Gadir-i Hum’ denen mevkide konaklaması esnasında “Ey Peygamber! Sana indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan; O’nun elçiliğini yerine getirmemiş olursun, Allah seni insanlardan korur. Doğrusu Allah kâfirlere yol göstermez.”[7] ayeti nazil olmuş ve Hz. Peygamber(s.a.v.) bunun akabinde; “Ali b. Ebû Talib, benim kardeşim, vasîm, halifem ve benden sonra imamdır. Ey İnsanlar! Allah onu size veli ve imam olarak tayin etti, ona itaat etmeyi herkese farz kıldı. O’na muhalefet eden mel’un, saygı gösteren ise merhamete erecektir. Dinleyiniz ve itaat ediniz, Allah Mevla’nız, Ali ise imamınızdır. İmamet ondan sonra onun soyundan kıyamete kadar devam edecektir.”[8] şeklinde konuşmuştur denmektedir. Bu mahiyetiyle yalnızca Şiî kaynaklarında geçen bu hadise daha sonra öyle rivayetlerle pekiştirilmeye çalışılmıştır ki vahamettir.  “Hz. Peygamber miraca çıkınca arşın altında Ali b. Ebî Talib’in bayrağı olduğunu işitmiş, fakat yeryüzüne inince bunu gizlemiştir. Bunun üzerine Allah; ‘Ali hakkında indirileni tebliğ et’ diyerek (Maide 67) ayetini indirmiştir.[9] işte Abdullah b. Mübarek, ifrat yolu olan bu anlayıştan muhafaza çağrısıyla sahih bir Peygamber ve Ashab anlayışını vurgulamaktadır.

Her iyi ve kötünün arkasında namaz kılınabileceğine ve her halife ile birlikte cihada çıkılması gerektiğine katılan, yöneticilere silahla (cebri araç ve yollarla) kıyam etmenin doğru olmadığına kanaat getirip onların iyi işler yapması için dua eden kimse Hâricîlikten uzaklaşmış olur.

İyinin ve kötünün arkasında namaz kılma meselesi de, her halife ile cihada çıkılması gerekliliği zarureti de ve Ulu’l-Emr’e kıyam etmeme meselesi de Haricilerin itikadleşen siyasi reflekslerinin önüne geçmek için pek çok selef âlim tarafından vurgulanmıştır.[10] Malum olunduğu üzere Haricilerin ‘hakem olayından’ sonra halife Hz. Ali’yi (r.a.) tekfir eden, ona karşı tefrika oluşturan tavrı ve bu kıyamı meşrulaştırmak için büyük günaha düşenin durumu ile ilgili iddialarının tamamı siyasi anlayışın, ifrat-tefrid arası muvazenenin yitirilmesiyle onlar tarafından itikadlaşmasıdır.[11]

Hayrın veyahûd şerlerin, insanlara uğrayan her şeyin, dileğini hidayete erdiren ve dilediğini dalâlette bırakan Allah’tan (c.c.) geldiğine inanan kimse Kaderiyyenin mensuplarından ayrılmış ve sünnete tâbi olmuş kabul edilir.

Kaderiyye, kader anlayışında kişinin fiillerinde failin yalnızca kendisi olduğunu savunan ve Allah’ın bu fiillerde (tenzih anlayışının abartılı hale ulaşması neticesinde) hiçbir dahlinin bulunmadığını iddia eden itikaddir.[12] Ehlisünnetin kabulünde ise kader kabaca insanın fiillerinde meyil ve tercih insana, bu tercihi ilm-i ezelide bilme, takdir etme/etmeme ve gerçekleştirme gücünü yaratma Allah’a aittir. Allah’ı(c.c.) insan fiillerinde dâhil görmemek aslında insanda Rububiyet vasfı görmekle eşdeğer bir hadisedir ve bu sebeple bütün ehlisünnet ulema tarafından tarihin her döneminde şiddetle reddedilmiştir.[13] “Haberiniz olsun ki, Biz her şeyi bir kaderle yaratmışızdır.”[14]

“İman; söz, amel ve niyetten ibarettir, artar ve eksilir” diye kabul eden kimse de Mürcie taifesinden ayrılmış olur.

            Haricilikteki amelin imanın ayrılmaz bir parçası oluşu ve amelin terki veya aksatılmasının kişi küfre düşüreceği kabulünün tam karşısında yer alan Mürcie’ye göre İman, kalp ile tasdik ve dil ile ikrardır. Fakat amel bu anlayışta o kadar ötelenmiştir ki iman etmiş birisi için amelin ne bu dünyada ne de ahirette olumlu-olumsuz katkısı olmayacağı kanaatine ulaşılmıştır.[15]

Vefatında Eyyûb[16] (r.a.) ruhunu teslim edene kadar; “Sünnete sarılın, bid’atlerden de uzak durun” sözünü tekrar edip durmuştur.

Ahmed b. Hanbel (r.h.) şöyle demiştir; “Arkadaşlarımdan biri vefat ettikten sonra bazı kişilerin rüyalarına girmiş ve ‘Ahmed b. Hanbel’e söyleyin, sakın sünnetten ayrılmasın. Çünkü Yüce Allah’ın (c.c.) bana ilk sorduğu soru sünnetten oldu.” demiştir.

Ebû’l-Âliye[17](r.h.), “Sünnet üzere ölen kimse sıddıklardan olur ve yüce Allah o kimsenin ayıplarını gizler.” demiştir.

Yine sünnet hakkında şöyle söylenmiştir; “Kurtuluş, sünnete sarılmaktadır.” Ayrıca sünnette orta yolun, bid’atler konusunda ictihâd etmekten daha efdal olduğu söylenmiştir. Yine dini konularda mücadeleyi, husumeti ve inadı terk etmek de sünnettendir.

Sünnet eksenli bu hassasiyetin temelinde Kur’an’ı anlama problemlerinin artması, bu problemlerin artışına rağmen çözüm için sünnete müracaattan ziyade Kur’an’dan anlam çıkarma yoluna gidilmesi ve Mutezile’nin başlattığı İslam dışı ıstılahlara meyilli kelam faaliyetinin dinin aslından olmayan mevzularda dahi tekfircilik faaliyetine dönüşmesi gösterilebilir.

Kur’an’ı anlamadaki problemlerin artması ve bu konuda sünnete müracaat etmeyen bir düşüncenin varlığına en büyük misal, İbn Abbas’ın (r.a.) Hariciler ile münakaşaya giderken Hz. Ali(r.a.) ile yaptığı konuşmadır.

Onlarla konuşurken Kur’an’dan delil getirme. 

-Niçin ey Mü’minlerin emiri? Ben Kur’an’ı onlardan daha iyi bilirim. Kur’an bizim hanelerimize nazil oldu!

Doğru söylüyorsun ancak Kur’an ayetleri çok anlamlı(hammâlun zû vücûh) bir yapıya sahiptir. Sen davanı ispat için bir ayet okursun onlar da bir ayet okur. Onun için onlarla münakaşa ederken sünnetlerden delil getir. Sünnetlerden kaçamazlar.[18]

Mutezilenin başlattığı İslam dışı ıstılahlarla mezcedilmiş kelam literatürüne tepki[19] ise ilk andan itibaren bütün ehl-i hadis cephesinden gerçekleşmiştir denilebilir. Hatta bu tenkidler ilerleyen dönemlerde ‘Zemmü’l-Kelam’ denen bir edebiyatın oluşumuna da vesile olmuştur.[20]

İbn Ömer (r.a.) (dini konular ekseninde) münâzarayı kerîh görürdü. Malik b. Enes[21](r.h.), ondan öncekiler ve ondan sonra günümüze değin gelen âlimler de dini meselelerde tartışmayı sevmezlerdi.

Allah’ın sözünün, kul sözünden daha yüce olduğu şüphe götürmez bir hakikattir. Nitekim bu konuda yüce Allah (c.c.), “Allah’ın ayetleri üzerinde inkâr edenlerden başkası tartışmaya girişmez.”[22] buyurmuştur.

Dini konulardaki münazaraları tenkid için kullanılan en önemli söylem kelam ilminin kul sözüne ihtimam yolunu açtığı iddiasıdır. Kelam âlimleri çeşitli dönemlerde bu ithamlara cevap vererek kendilerini müdafaa etmişlerdir.[23]

“Usulcacık çekenler”[24] ayetinin manası nedir diye soran kimseye Hz. Ömer(r.a.) “Sen traş edilmiş olsaydın boynunu vururdum” demiştir. Allah resulü(s.a.v) ise şöyle buyurmuştur “Mü’min münakaşada inatçı davranmaz. Ben de kıyamette inatçı davranan kimseye şefaat etmeyeceğim. Öyleyse bu tür mücadeleleri terk edin.”[25]

Bir kimsenin sünnete ait uygunluğun tümünün kendisinde toplandığını öğrenene kadar ‘falan kişi sünnet sahibidir’ demesi helal değildir. Bu konuda Bişr b. Hâris(r.h.)[26] şöyle demiştir; “İslam sünnettir; sünnet de İslam’dır.” Fudayl b. İyâz(r.h.)[27] ise aynı gerçeğe işaret ederek “Sünnet üzere yaşayan birini gördüğüm zaman Rasulullah(s.a.v.)’ın ashabından birini görür gibi olurum. Bid’at üzere yaşayan birini gördüğüm zaman ise tıpkı münafıklardan biriyle karşılaşmış gibi olurum.” demiştir. “Günümüzde sünnete davet edenleri görmek oldukça şaşırtıcıdır. Bundan daha hayret verici olan ise sünnete çağırılıp da ona icabet edendir.”

Malik b. Enes (r.h.) şöyle demiştir “Sünnete sarılıp da Rasulullah’ın (s.a.v.) ashabına dil uzatmayan kimse amelleri eksik olsa dahi öldüğünde Allah’ın kendilerini nimetlendirdiği nebiler, sıddıkler, şehidler ve salihlerle beraber olur.”

Şu hususu da iyi biliniz ki, her kim Rasulullah’a(s.a.v.) arkadaşlık yapmış olan birine dil uzatırsa, o kimse Hz. Muhammed’in (s.a.v.) bizzat kendisini kastetmiş olur. Hz. Peygamber’e(s.a.v.) dil uzatan kimse ise o’nu mübarek ravzasında incitmiş olur.

Bir kimsede bir bid’at gördüğünüz zaman, ondan sakının. Çünkü onun gizlediği (bid’atler) açığa vurduklarından fazladır.

Kelam ilmini tenkid ve sünneti ihya için tekit maksadıyla verilen bu misaller de aynı hassasiyetin tezahürleridir. Bunlar, bugün ehlisünnet kelamını topyekûn hiçe sayıcı mahiyetiyle değil bu reaksiyonun gerçekleştiği zamanın koşulları dikkate alınarak anlaşılmalıdır. Nitekim bu konuda İmam A’zam; “Hz. Peygamberin(a.s.) ashabı için kâfi olan şey senin için değil midir?’ dediklerinde, ‘evet ben onların durumunda olsaydım benim içinde kâfi olurdu’ şeklinde cevap vermiş, Oysaki onların şartları ile bizim şartlarımız birbirinin aynı değildir.”[28] diyerek bu değişimin oluşturduğu zarureti işaret etmiştir.

Bir kimsenin “ben tevhîd ile konuşuyorum ve bana tevhîd’i açıkla” dediğini gördüğünüz zaman onun Hâricî olduğunu anlayınız. Aynı şekilde bir insanın “falan adam mücebbire gibi konuşuyor” veya “adaletle konuşuyor” veyahûd “icbara kâildir” dediğini duyarsanız, biliniz ki o kimse Kaderiyye mensubudur. Zira bu isimler sonradan ortaya çıkan isimlerdir ve hevâ ve heveslerine uyanların icâd ettikleri bazı tabirlerdir.

Abdullah b. Mübârek(r.a.) şöyle demiştir; “Kûfeliler’den Râfızilik, Şamlılardan kılıç, Basralılardan kader, Horasanlılardan ircâ, Mekkelilerden isrâf ve Medine ehlinden de zenginlik hakkında konuşanlardan bir şey duyduğunuz zaman bu konularda onlardan bir şey almayınız.”

Biliniz ki, kitap ve sünnette bulunmayıp insanların iddia ettikleri bütün ilimler bid’attır ve dalâlettir. Bunlarla amel etmek ve insanları bu ilimlere davet etmek uygun düşmez. Öyleyse, Allah sana rahmet etsin. Kitap, sünnet, sahabe sözlerine ve onların üzerinde bulundukları yola sarıl. Çünkü bu, insanı günahlardan azâd eder.

Kur’an’da bulunmayan ifadesi yine hareket, sükûn, cüz, araz vb. konuları işlediği için kelama yöneltilen eleştirilerden biridir, fakat imam Eşari özel olarak böyle bir ilim işaret edilmemişse de bu ilmin asıllarının Kur’an da ve sünnette mevcut olduğunu beyan etmiştir. “Sizin zikretmiş olduğunuz cisim, âraz, hareket, sükûn, cüz hakkındaki kelama, Peygamber(a.s.) cahil değildi. Gerçi bunlar hakkında muayyen olarak konuşmamış, keza ashaptan ulema ve fukaha da bu meseleden bahsetmemişlerse de bunların asılları Kur’an’da ve sünnette mücmel ve gayri mufassal olarak mevcuttur.”[29]

Özellikle muasır olduğun zamanın insandan sakın. Beraber oturduğun, arkadaşlık kurduğun ve dinlediğin kimselere iyi bak. Şehâdetleri kabul edilmeyecek olan kimselerden rivâyet ettikleri hadisleri alma. Şayet kişi sünnet üzere bir yaşam sürdürüyorsa, sünneti biliyorsa ve doğru sözlü ise, ondan hadis rivâyet et. Değilse terk et. Çünkü Rasulullah(s.a.v.) şöyle buyurmuştur; “İlim (hadis ilmi) dindir. O halde dininizi kimden aldığınıza dikkat ediniz.”[30]

Hevâ ve heveslerine uyanlara tâbi olmaktan ve bid’atlara sarılmaktan Allah’a sığınırız. Rasulullah’ın(s.a.v.) sünneti üzere yaşayıp Müslümanların cemaatine tâbi olarak ve güzel bir nihayetle Allah’a(c.c.) kavuşmayı O’ndan dileriz. Şüphesiz O çok lütufkâr ve kerem sahibidir.

Sürekli ve çokça Allah’a(c.c.) hamd eder ve Rasulullah’a(s.a.v.) çokça salavât getiririz. – Allah kendisinden razı olsun –

 

Dipnotlar

[1] Alp, Talha Hakan – Açıklamalı ve kelime anlamlı ‘Sevâdü’l-Azam’ tercümesi, syf. 14
[2] Tirmizî, Îmân, 18; İbn Mâce, Fiten, 17
[3] Kadı Abdulcabbar – Fazlü’l-İ’tizâl ve tabakâtü’l-Mu’tezile ve mübâyanetühüm li sâiri’l-muhalifîn, thk. Fuad Seyyid, syf. 186
[4] Gömbeyaz, Kadir – 73 fırka hadisinin mezhepler tarihi kaynaklarında fırkaların tasnifine etkisi, UÜİFD 2005, c. 14, s. 2, syf. 154
[5] Misal, Abdullah b. Mübarek’in itikad risalesinin de içerisinde yer aldığı ‘et-Tenbih’ sahibi Malatî, Zenâdıka’yı 5, Cehmiyye’yi 8, Kaderiyye’yi 7, Mürcie’yi 12, Râfıza’yı 15 ve Hururiyye’yi 25 alt fırkayla kabul ederek 72 fırkaya ulaşmaktadır. Gömbeyaz, Kadir – a.g.m, syf. 156
[6] Razi, Fahreddin – İ’tikâdâtu fırakı’l-müslimîn ve’l-müşrikîn, syf. 101 vd.
[7] Maide – 67
[8] Vahidî – Esbabu’n-Nüzûl, syf. 115; Sofuoğlu, Cemal – Gadir-i Hum meselesi, AÜİFD 1984, c. 26, s. 1, syf. 461
[9] Sofuoğlu, Cemal – a.g.m, syf. 462
[10] Mesela İmam A’zam her mü’minin arkasında namaz kılma hususunda; “Her takva sahibi ve/veya günahkâr kimsenin peşinde namaz kılmak caizdir. Senin ecrin sana, onun günahı kendisine aittir.” demektedir.  İmam A’zam – el-Fıkhu’l-Ebsat, tr. Mustafa Öz, syf. 45
[11] Akbulut, Ahmet – Hariciliğin siyasi görüşlerinin itikadileşmesi, AÜİFD 1990, c. 31, syf. 340
[12] Üzüm, İlyas – ‘Kaderiyye’ maddesi, DİA, c. 24, syf. 64
[13] Daha detaylı bilgi için; Altaytaş, Muhammed – İslam inancı açısından çağımızda insanın kaderi ve özgürlüğü meselesine bir bakış, Kelam araştırmaları dergisi, 2015
[14] Kamer – 49
[15] Emin, Ahmed – Fecru’l-İslam, syf. 279; Çakın, Kamil – Buharî’nin Mürcie ile iman konusunda tartışması, AÜİFD, syf. 187
[16] Hazrec kabilesinin Benî Neccar koluna mensup Mîhmandâr-ı Nebî Ebû Eyyûb el-Ensarî hazretleri, Hz. Peygamberin(s.a.v.) vahiy kâtipleri arasında da yer almıştır. İstanbul kuşatması esnasında (h.49 yılında) hastalanarak vefat etmiş ve İstanbul’un Fatih Sultan tarafından fethinin akabinde Akşemseddin’in tarihi ve keşfi bilgisiyle bugünkü bilinen türbesi inşa edilmiştir. İbn Sa’d – Tabâkat, c. 3, syf. 485; el-Belâzurî – Fütühu’l-Büldan, trc. Mustafa Fayda, syf. 5 vd.
[17] Ebû’l-Âliye er-Riyâhî(r.h.), Hz. Ebubekir(r.a.) döneminde Müslüman olmuş, tefsir, hadis ve kıraat âlimidir. Bu büyük tabiîn h.90 yılında ahirete intikal etmiştir. Aydemir, Abdullah – ‘Ebû’l-Âliye er-Riyâhî’ maddesi, DİA, c. 10, syf. 292
[18] Suyûtî – el-İtkân, c. 1, syf. 405; Sifil, Ebubekir – Muradullah mı, Meal yazarının kanaati mi?, Rıhle dergisi, s. 4, syf. 10
[19] Kılavuz, A. Saim – Anahatlarıyla İslam akaidi ve kelama giriş, syf. 264
[20] Özervarlı, M. Sait – ‘Zemmü’l-Kelâm’ maddesi, DİA, c. 44, syf. 240
[21] H.92 yılında doğan, İmam Malik b. Enes b. Malik b. Amir el- Asbahî(r.h.), künyesi Ebû Abdullah el-Medenî’dir. Günümüze kadar ulaşan en eski hadis kitaplarından ‘el-Muvattanın’ sahibidir. Büyük tabiîn ve muhaddis âlim h.178 senesinde vefat etmiştir. Mogoltay, Aladdin – İkmâlu Tehzibu’l-Kemâl, c. 11, syf. 30 vd.
[22] Mü’min – 4
[23] Mesela, İmam-ı A’zam – el-Âlim ve’l-müteallim ve İmam Eşarî – İstihsanü’l-Havd fî İlmi’l-Kelam gibi eserler, akaid/kelam ilminin lüzumu ve müdafaası hakkında yazılmıştır.
[24] Nâzi’ât – 2
[25] Abdülmü’min Dimyâtî – Kitâbü’l-Metceru’r-Râbih fî Sevâb-i ameli’s-Sâlih, Süleymaniye kütüphanesi, Mustafa efendi bölümü, no. 491
[26] Rivayet edildiği üzere ‘Sarhoş bir haldeyken çamura bulanmış yerdeki besmele yazısını temizleyip evinin duvarına asması’ üzerine yaşanan hikmetli ve ibretlik bir nasiple Müslüman olmuştur. H.152 yılında doğmuş ve 75 yaşındayken Bağdat’ta h.227 senesinde ahirete intikal etmiştir. Attar, Feridün – Tezkiret’l-Evliya, trc. Süleyman Uludağ, syf. 168 vd; Ebu’l-Ferec İbnü’l-Cevzi – Sıfatu’s-Safve, c. 2, syf. 326 vd.
[27] Semerkandlı Fudayl b. Îyâz, adeta eşkiyalıktan evliyalığa uzanan bir hayat sürmüş ve h.187 tarihinde vefat etmiştir. Böwering, Gerhard – Zulme uğrayan ve ilhâdla suçlanan ilk sûfîler, UÜİFD 2003, c. 12, s. 2, syf. 364-365
[28] Ebu Hanife – el-Âlim ve’l-Müteallim, trc. Mustafa Öz, syf. 8
[29] İmam Eşarî – İstihsanü’l-Havd fî İlmi’l-Kelam, trc. Talat Koçyiğit, syf. 2
[30] Müslim – Sahih, Mukaddime, 5

Melikşah Sezen
Muhasebe ve Finansman öğrt. ile İlahiyat fakülteleri okudu. Bunun haricinde muhtelif hocalardan akaid, kelam ve mantık dersleri aldı.